Hitler eski Hazar imparatorluğunun merkezini niçin hedef seçmişti / Prof. Dr. Anıl Çeçen
Prof. Dr. Anıl Çeçen bloğundaki son yazıda Türk Birliği yolunda önemli mesafe kaydeden Türkiye'nin bir zamanlar Siyonistlerin bir Alman birliği kurma provokasyonuna alet olan Almanlar'ın hatasına düşerek Rusya, Çin ve İran'la savaşmaması gerektiğini vurguluyor. Çeçen Nasyonal Sosyalizm denen şeyin b...
Rusya devlet başkanı Putin’in Rus ordularını Ukrayna sınırlarına doğru sürmesi ile birlikte, üçüncü dünya savaşı resmen başlama noktasına gelmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında içine girilen küreselleşme döneminde, çeyrek yüzyıllık bir küresel emperyalizm dönemi başlatılmış ama artan dünya nüfusunun ortaya çıkardığı dev ülkeler ve devletlerin her açıdan uluslararası alanda devreye girmeleriyle birlikte, küresel bir emperyalist düzenin ortaya çıkması önlenmiştir. Global bir hegemonya ile tek bir dünya devleti ortaya çıkarmaya çaba gösteren Batı emperyalizminin, bu girişimleri sonuçsuz kalmıştır. Böylesine bir siyasal gelişmeyi beklenmedik biçimde gündeme getiren büyük dünya devletleri küresel saldırganlıkları önlediği aşamada da yenidünya düzeni çok kutuplu bir yapılanma içinde öne çıkmıştır. Bir tarafta Batı dünyasının emperyalist büyük devletleri dururken diğer yandan da Doğu dünyasının önde gelen büyük devletleri küresel hegemonya yarışına kalkışarak, dünyanın patronluğunu ele geçirmek üzere öne çıkmışlardır. ABD’nin içinde sürekli devam eden Siyonistler ile Anglo-Saksonların kavgaları tek bir dünya devleti oluşumunu önlerken, Almanya, Rusya, Çin, İran Hindistan, Avustralya, Brezilya, Arjantin, Nijerya ve Güney Afrika gibi alanı geniş ve nüfusu fazla olan ondan fazla ülke, çok kutuplu dünya yarışında ortaya çıkarak, ABD, Büyük Britanya ile Büyük İsrail arasında sürüp giden dünya egemenliği kavgasında yeni kutup merkezleri ya da hegemonya adayları olarak öne çıkmaktadırlar. Sosyalist blokun dağılması sonrasında yaşanan çekişmeler yüzünden tek bir dünya devleti kurulamazken, yeni dönemde yukarıda isimleri sayılan ülkeler ve devletler arasında sert bir çekişme dönemine girilecek gibi bir kaotik durum, yavaş yavaş gözler önüne çıkmaktadır. Dünyanın hazırlıksız yakalandığı böylesine bunalımlı bir durum, içinde yeryüzünde geçmişten gelen bütün düzenlerin ağır ağır çözülme aşamasına geleceğini de açıkça göstermektedir. Uluslararası ilişkiler ve devletlerarası yoğun temasları, böylesine bir yeni dönemin göstergesi olarak emperyal merkezler savaşa doğru yönlendirilmektedir. Rusya’nın harekete geçmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni durumda, Avrupa ve Asya kıtalarının kuzey bölgesinde yeni bir dönemin önü açılmış ve bu doğrultuda Rus uçakları ile ordusu uzun yıllar birlikte yaşadığı Ukrayna sınırlarını geçerek, dünyanın en geniş topraklarına sahip olan ülkelerin başında gelen bir ülkeyi işgal ederek kuşatmışlardır. Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının yürütüldüğü Kuzey ve Doğu Avrupa toprakları üzerindeki Rus ordusu, tıpkı cihan savaşları sırasındaki gibi saldırı ve işgal hareketlerini birbiri ardı sıra gündeme getirerek tırmandırdıkça, Üçüncü dünya savaşı yorumları ve tartışmaları uluslararası kamuoyunu işgal etmeye başlamıştır. Orta ve Doğu Avrupa bölgelerinin önde gelen büyük ülkesi olarak Almanya dünya savaşları sırasında hedef ülke haline gelerek geleceğe dönük olarak kullanılmaya başlandığı bu sırada, bölgelerdeki sıcak çekişme ve çatışmalar açıktan bir savaş sürecine dönüşmüşlerdir. Batı emperyalizminin dünyanın merkezi alanına yönelik askeri girişimleri orta ve doğu Avrupa ülkelerini savaş alanına dönüştürmüş ve Atlantik güçleri olan Birleşik Amerika ile Birleşik Krallık yönetimlerinin geçmişten gelen siyasal birikimlerinin yeni deney sahası olarak Avrupa kıtasının kuzey ve doğu bölgelerinin kullanıldığı ve çeşitli senaryoların uygulanma alanına aktarılması gibi, yeni bir durumun gündeme gelmesine elverişli ortamlar yaratılmıştır. Tam bu aşamada geçmişten gelen iki dünya savaşında yaşanan olaylar ve siyasal gelişmeler incelendiği zaman, bugün de her iki cihan savaşına benzer oluşumlar çerçevesinde, çeşitli savaş oyunlarının ya da siyasal senaryoların gene eskisi gibi batı dünyasından doğu bölgesine dönük biçimde öne çıkarılmaya çalışıldığı görülmektedir. Orta ve doğu Avrupa’da dağınık bir biçimde yaşayan ve üç yüzden fazla yerleşim bölgesinde, parçalı bir biçimde yaşamakta olan Alman toplulukları önce bir siyasi rüzgâr daha sonra da savaş fırtınaları ile büyük bir cihan savaşına yönlendirilirken, politikanın ve savaş oyunlarının her türlü hile, komplo ve askeri manevraların uygulama alanına getirildiği görülmüştür. (…) İkinci dünya savaşının uyduruk kahramanı Adolf Hitler Siyonistler tarafından Nazizm görevine hazırlanırken, bütün dünya ülkeleri yarım kalan savaşın bitmemesini hayretle izliyordu. Bu aşamada Atlantik ülkelerinin Siyonistler tarafından yönetilmesi yüzünden Almanya, Rusya ve Osmanlı gibi merkezi alan devletlerinin çökertilerek Atlantikçi emperyalistlerin ve Siyonistlerin desteklediği Batı Avrupa ülkelerinin öne çıkarılması, merkezi alanda yeni bir dönemin önünü açıyordu. Bu aşamada iki bin yıldır Avrupa kıtası üzerinde kurulamayan Yahudi devletinin, Kutsal topraklar adı verilen orta dünya bölgesinde kurulması gündeme gelirken, bir büyük dünya savaşının hemen sonrasında böylesine büyük bir yeni yapılanmanın, bölge ülkeleri açısından katlanılamayacak ağır bir yük olarak görülebileceği ve bu yüzden ciddi tepkilerle karşı karşıya gelineceği görülünce, bu tepkilerin bir araya getirilmesiyle oluşabilecek yeni toplumsal ortam da Nazizm adı verilen yeni bir ideolojinin Siyonizm adı verilen eski bir ideolojinin birikimleri üzerinden geliştirilebileceği ve bu doğrultuda Alman toplumu ile devletinin birlikte kullanılarak, ikinci dünya savaşı senaryolarıyla İsrail’e giden yolun açılabileceğini düşünmeye başlayan bazı Siyonist merkezler, fazla zaman yitirmeden sonunda İsrail’in kurulabileceği bir ortama kavuşturulacak olan orta dünya bölgesindeki gelişmeleri, birbiri ardı sıra dünya gündeminin önüne getiriyorlardı. Bu doğrultuda atılan adımlar Birinci dünya savaşı sürecini ikinci bir dünya savaşına taşıyarak imparatorlukların egemen olduğu orta alanda, önce Türkiye daha sonra da İsrail devletleri yeni ulus devletler olarak Avrupa dışı bir bölge olan Orta Doğu’da dünya sahnesine çıkıyorlardı. Avrupa kıtasında başlayan dünya savaşları sürecinin, birinci savaştan ikinci savaşa götürülmesi için yeni bir senaryoya ihtiyaç duyuluyordu. Normal koşullarda olağan bir senaryo ile karşılanamayacak bu gereksinmenin, akıl ve gerçek dışı unsurların da içinde bulunacağı ve siyasal alandaki zorunlulukları bugünlere taşıyarak bir komplo yapısında çözümler getirmesi gerekiyordu. Ulus devletler çağında Siyonistlerin ayakta kalabilmesi ancak bir Yahudi devletinin Avrupa dışı topraklarda kurulabilmesi ile mümkün olabiliyordu. Tarihin ilk dönemlerinden bu yana yaşanan dönemler birbiri ardı sıra izlendiğinde Siyonistlerin her dönemde ön planda oldukları ve kendi çıkarları ya da planları doğrultusunda hareket ederek, perde arkasından dünyadaki siyasal gelişmeleri yönlendirdikleri görülüyordu. Ekonomi üzerinden dünyayı yöneten ticaret burjuvazisi her dönemde olayları izleyerek, bunları kendi çıkarları çizgisinde yönlendirmeye kalkıyorlardı. Böylesine bir genel tutumu izleyen ticaret burjuvazisi, kapitalist sistem içindeki sermayeyi yönlendirme amacıyla birinci savaş sonrası aşamada, bu paylaşım savaşının sonuca bağlanması ve ulus devletlerin kuruluşu sonrasında, İsrail’in bir Yahudi devleti olarak kutsal topraklarda ortaya çıkması üzerine, İlluminati isimli gizli örgütün üçüncü dünya savaşı senaryosunun devreye girmesi bekleniyordu. Ne var ki, orta dünyada böylesine bir Yahudi devletinin küçük bir devlet olarak kurulması sorunu çözemiyor ve bu nedenle de buralarda bulunan küçük devletlerin teröre yönlendirilmesiyle, sonunda İslam dünyasının tam ortasında bir Musevi devletinden dünyayı kurtaracak bir üçüncü dünya savaşına gereksinme duyuluyordu. İşte bu hedef çizgisinde önce ikinci ve daha sonra da üçüncü dünya savaşları çıkartılarak merkezi alandaki dünya barışı bozulacaktı. Aslında Birinci dünya savaşı sonrasında Almanya’nın yaşadığı ekonomik çöküntü yirminci yüzyılın ortalarında ikinci dünya savaşı için elverişli bir ortam yaratmıştı. Bu konuda Hitler’in “Kavgam“ isimli kitabı incelendiğinde Yahudi iş adamlarının üstün bir sınıf oluşturduğu ve bu durum üzerinden batı sömürgeciliğini doğu Avrupa ile Asya bölgelerine getirerek eşitsizlik koşulları altında sermayenin patronluk düzeni kuruluyordu.(…) Dünya tarihi incelendiği zaman bugünkü İsrail devletinin gerçek kurucusunun Thedor Hertz, Golda Mayer ya da Menahem Begin gibi siyaset adamları değil, ama Adolf Hitler gibi sonradan olma bir sahte komutan ve Siyonistler tarafından gerçek amaç olan İsrail’in kuruluşunun önderliği için özel olarak yetiştirilen maceracı bir sokak serserisi olduğu görülmektedir. Hiçbir biçimde akıl sahibi siyaset adamlarının ya da askeri komutanların veremeyeceği saçma sapan kararları alarak, durduk yerde dünya savaşı çıkarma potansiyeline sahip olan bu Avusturyalı göçmen kimliğindeki bir serserinin maceraları yüzünden, dünyanın en kanlı savaşı çıkartılmış ve savaşın sonuçları kullanılarak Siyonizmin ana hedefi olan İsrail devleti kurulmuş ve Yahudi devletinin kurulması için iki büyük dünya savaşı komplolar aracılığı çıkartılmıştır. Böylece iki cihan savaşı sonrasında Siyonizm kendi devletini kurma şansını elde etmiştir. Ne var ki, devletin kurulması ile mesele bitmemiş asıl sorun kuruluş sonrası dönemde kendini göstermiştir. Yeni devletin iki dünya savaşı sonrasında kuruluşundan sonra, devletin yoluna devam etmesi yani devamlılığının sağlanması gerekmektedir. Bunun için de üçüncü bir dünya savaşı çıkartılarak, küçük devlete komşu olan bütün büyük devletlerin parçalanması isteniyordu. (…) Nazizmin Siyonizm tarafından yaratıldığı yönündeki iddialar tarihsel konjonktür içinde ele alındığı zaman, olayların birbirini doğrulamasıyla durum daha doğru bir çizgide anlaşılabilmektedir. Alman milleti tarihin bir aşamasında çok dağınık bir biçimde yaşayan Alman asıllı toplulukları daha sonraki aşamada bir Alman ulus devleti kurulması olgusu öne çıkınca, bu gereksinme doğrultusunda Prusya devletinden uzaklaşarak Almanya devletini Deutschland adı altında yeniden kurabilmiştir. Yirminci yüzyılın başlarında iki dünya savaşı peş peşe gündeme gelirken, orta Avrupa’da yaşayan Alman toplulukları Alman ordusunun büyük gücü altında toplanarak, Rus tehlikesinden kurtulabilmek çizgisinde direnç hareketleri geliştirmişlerdir. Alman devleti Alman topluluklarını toparlayabilmek çizgisinde hareket ederken, Avrupa’nın orta ve doğu bölgelerinde büyük bir devlet arayışlarının gündeme geldiği görülmektedir. Dünya savaşları sırasında Hitler ve ailesine karşı olumsuz tutumlarını sürdüren Alman asıllı bazı kişiler, son dönemlerde dünyayı yıllarca uğraştıran bu adamın hem anne hem de baba tarafından Yahudi asıllı olduğunu ortaya koyan bazı belgeleri gündeme getirmişlerdir. Gerçek kimliğini devletinden ve milletinden saklayan bu savaş oyuncusu, güç merkezlerinin özellikle de Siyonistlerin etkisi altında hareket edebilmiş ve böylece içine girdiği bütün oyun sahnelerinde kendisine düşen rollerini aksatmadan yerine getirmiştir. Dünyayı yöneten imparatorlukların içinde her zaman var olarak yaşamlarını ekonomik sektör içinde geliştirmeye çalışan Yahudiler, geleceğin dünyası için yeni senaryo ve planları gündeme getirirlerken İngiltere ile İsrail arasında kalmaktadırlar. İngiltere dünya devletinin kurucusu olarak İsrail devletinin kurulmasına karşı çıkarken, bugün gelinen aşamada İsrail de kendisinin merkezinde yer alacağı bir büyük İsrail devletinin kurulmasına çaba gösterirken, İngiltere ile olan ilişkilerin yeniden düzenlendiğini ileri sürmektedir. Avrupa Birliği çatısı altında yapılan her referandum oylamasından İskoçlar için gündeme getirilen özerklik konusu yavaş yavaş Avrupa ülkelerinde yaygınlık kazanırken var olan Avrupa ulus devletlerinin çok zor durumda oldukları göze çarpmaktadır. Önümüzdeki aylarda İskoçya ile birlikte hareket edecek bir İsrail desteği, İskoçya’yı bağımsızlaştırarak Britanya imparatorluğunun yıkılmasına neden olabilir. (…) Siyonizm kutsal topraklarda kendi devletini kurarken, Alman milliyetçiliğinin zaaflarından yararlanmasını bilmiştir. İkinci dünya savaşına giden yolda, Alman milliyetçiliğinin konumunu Rusya karşıtı bir çizgiye çekerek savaş çıkarmayı iyi bilen Siyonizm, bugün de son yüz yıllık zaman dilimi içinde Türk milliyetçiliğinin zaaflarını benzer biçimde Türk Birliğini oluşturma gibi bir ulusal misyona terk etmeden, kendi Siyonist politikaları doğrultusunda bunlarla oyun oynamayı bir marifetmiş gibi göstererek, olayları yeni bir savaş sürecine doğru sürüklemektedirler. Almanların zor durumuyla oynamasını bilen Siyonizm, geçen yüzyılda Almanlar ile Rusları karşı karşıya getirirken, Almanya ve Almanları zor bir dönemeçten geçmeye alet etmiştir. Bugün de aynı oyun bu kez gene Armageddon savaşı senaryoları aracılığı ile gene Rusya ve Türkiye arasında cereyan edebilecek savaş senaryoları aracılığı ile gündeme getirilmektedir. Geçen yüzyıldan kalma bir sorun olarak Türk dünyasının bölünmüşlüğü ve dağınıklığı, bu yıl içinde alınan bir uluslararası toplantı kararı aracılığı ile Türk Devletleri Teşkilatı kurularak, Çin, Rusya ve Hindistan gibi Türklerin de büyük devlet yapılanmasına doğru yönlendirildiği bir aşamada bir Rusya-İran ve Türkiye savaşı çıkarılmamalıdır. Geçen dönemde Siyonizmin oyunu Rusya ile Almanya’yı savaştırarak ikinci dünya savaşına doğru dünyayı sürüklerken, aynı Siyonizmin benzeri bir savaş senaryosunu gerçekleştirme çizgisinde, Türkiye’nin Almanya’nın geçen yüzyılda yaptığı yanlışı yapmayarak, Alman devletini ve toplumunu çökertecek bir güce sahip olan Rus ordusu ile Türkiye devleti ya da ordusu yanlış bir hesaplaşma girişimine kalkışmamalı ve bu doğrultuda yeni bir kanlı senaryo ile hesaplaşma içine girmemelidirler. Başta Atatürk olmak üzere filler ile yatağa girilmeyeceğini iyi bilen Türk devletinin kurucuları, Türkiye’nin yoluna devam edebilmesi için Rusya ve İran gibi büyük devletlerle savaşmayı düşünmemelidirler. Hazar devletinin dağılması üzerine merkezi coğrafyaya gelen Selçuklular, eski bir Hazar kolu olarak dünyanın ortalarını işgal etmeye başlamaları sonrasında, Orta Doğu bölgesindeki siyasal gelişmeler sürekli olarak savaş olgusunu öne çıkarmıştır. Türkler merkezi alana egemen olma doğrultusunda üç kıtada savaş seferlerine çıkarken, dünya barışı sürekli olarak bozulmuş ve dünya egemenliğine soyunan Selçuklular ile daha sonraki aşamada dünya haritasında merkezi imparatorluk olarak Osmanlı devletinin bin yılı aşkın bir süre savaşlar ile uğraşmak zorunda kaldığı ve bu yüzden de kalıcı bir dünya düzeni kurarak, evrensel bir barış ortamını bir türlü gündeme getiremediği göze çarpmaktadır. Selçuklu ve Osmanlı çizgilerinde merkezi coğrafya halkı bir büyük imparatorluğun çatısı altında yaşama şansını elde ederek, toplumsal barış ve kişisel güvenlik sorunlarını çözmeye çaba göstermişler ama böylesine kutsal bir hedefi bölge jeopolitik yapısının kayganlığı yüzünden bir türlü gerçekleştirememişlerdir. (…) İkinci dünya savaşı öncesinde Kavgam isimli kitabın yazarı olarak Adolf Hitler’in Avusturya yaşamı, işsizlik ve açlık dönemi ile dolu geçen sefalet yılları Hitler’in sosyalizme yönelmesinin temelini oluşturmuştur. Avusturya yıllarında bir Yahudi ve zenginlik düşmanı olarak yetişen Hitler’in daha sonraki aşamada Almanya’ya gelerek Nasyonel Sosyalist partinin başına geçirilmesi ve yeni ülkesinde geleceğin önderi sıfatını kazanması, belirli bir program içinde hazırlanarak Siyonist merkezler tarafından yoğun eğitim programları ile Hitler’e aktarılıyordu. Sosyalist Hitler Alman milliyetçiliğinin başına geçince, Yahudi düşmanlığı gündeme getirilerek Nasyonel bir sosyalizm projesi öne çıkarılıyordu Hitler’in Avusturya yıllarında biçimlenen milliyetçi ve Faşist karakteri daha sonraki aşamada Avusturya Yahudilerine düşmanlık çizgisinde belirginlik kazanmıştır. Hitler’de Avusturya deneylerinin sonucu olan olarak gelişen saldırgan bir kişiliğin belirginlik kazanması, Nazi ordularının Avusturya üzerinden bütün doğu Avrupa ülkelerine saldırarak, Siyonizmin istediği merkezi coğrafya savaşı çizgisinde bir ikinci cihan savaşının dünyanın ortasında meydana çıkmasına giden yolu açmıştır. Siyonizm Hitler’in önderliğinde bir Nazizim hareketini Alman orduları üzerinden dünya kamuoyunun önüne çıkarırken, önce Atlantik ülkelerine karşı bir savaş senaryosu pompalanmıştır. Tarih boyunca birbirlerine karşı hiç düşman olmayan Almanlar ile Rusların son aşamada karşı karşıya gelmesi, Nazi ordularının Yahudi olmakla suçladığı bütün Doğu Avrupa ülkelerinin, tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolmuş “12 Kabile “ suçlaması ile birlikte, topluca Yahudilik suçlamalarını ve bu doğrultuda Siyonizmin tırmandırılmasını hızlandırmıştır. Hitler’in Avusturya incelemeleri Siyonizm olgularını ve suçlamalarını son derece hızlandırırken, bu yönden çıkartılan karışıklık ortamının sağladığı çamur atma senaryolarının günümüzde Rus düşmanlığını körükleyerek savaş ortamını gündeme getirildiğini göstermektedir. Hazar imparatorluğu uzantısı olan çeşitli göç dalgalarının Asya topraklarından Avrupa topraklarına doğru yönelişi gündeme getirilirken, her doğu Avrupalı insanın geçmişi açısından hesap vermesini ve kişilik sorgulamasını Siyonizmin iktidarı açısından zorunluluk kazanıyordu. Her Doğu Avrupalının Siyonistlikle suçlanması aslında Siyonizmin İsrail idealine hizmet ediyordu. Hitler Viyana merkezli bir Siyonizmi Avusturya yıllarında yaşadıktan sonra tüm Doğu Avrupalı topluluklara düşman olunca, Nazi orduları önce Polonya ve daha sonra da diğer doğu Avrupa topraklarına girerek batı bölgesinin içinden çıkan bir hegemon güç olarak tüm doğu bölgesini işgale kalkışıyordu. Bu yüzden Napolyon gibi bir Moskova senaryosunu sonu hüsranla biten bir macerayı yaşamamak üzere, eski Hazar imparatorluğunun merkezi olan Hazar bölgesini hedef olarak seçerek, Kırım üzerinden Hazar’a ulaşacak bir köprü kurmanın arayışı içine giriyordu. Bu nedenle doğu Avrupa ülkelerini çiğneyerek doğuya açılıyordu. Ne var ki, aynı Hitler “doğuya doğru” savaş senaryosu içinde Balkan ülkelerini ele geçirerek daha sonraki aşamada da Hazar bölgesine sıçrama yapmayı denemek istiyordu. Ne var ki, o aşamada Hitler’in Hazar yolu üzerinde bir köprü olarak duran Türkiye’yi pas geçtiği ve Türk ülkesine dokunmayarak, savaşın Türkiye üzerinden Orta Doğu bölgesine sıçramasının önlenemeyeceğini de Hitler iyi biliyordu. İki bin yıllık süre içinde Avrupa topraklarında kurulamayan İsrail’in Orta Doğu bölgesinde kurulabilmesi için, Avrupa kıtasındaki savaşın Orta Doğu bölgesine gelmemesi gerekiyordu. Hitler bunu iyi bildiği için Yunanistan işgali sonrasında Türkiye’ye girmeyerek savaşı Avrupa kıtasından Hazar bölgesine taşımış ve böylece Orta Doğu bölgesinde İsrail’in devlet olarak örgütlenebilmesi için elverişli bir barış ortamını, Orta Doğu bölgesine yönelik olarak korumaya çaba gösterdiği o dönemin koşullarındaki Nazi politikaları içinde açıkça belli oluyordu. Bu durumda yeni İsrail’in üçüncü kez eski İsrail toprakları üzerinde kuruluşu yolunda, Siyonistlerle Naziler arasında bir iş birliği, dayanışma ve ortaklık aşamasına gidildiği söylenebilmektedir. (…) Bugün gelinen son aşamada var olan sorunlar çerçevesinde, ikinci dünya savaşı öncesindeki Almanya’daki milliyetçilik olarak, Nasyonel Sosyalizm akımının iyi incelenmesi gerekmektedir. Halk kitlelerinin gereksinmeleri için geliştirilen bu siyasal hareketin nasıl bir anda Faşizme dönüştüğünün iyi incelenmesi ve bu çizgide provakasyonların önlenmesi, dünya barışı için bugün bilinmesi gereken önemli konular olarak ele alınmasında yarar vardır. Yüz yıl önceki koşullarda Almanya’nın milliyetçiliğe gibi yönelmesi bir durum, bugünün koşullarında Türkiye açısından önem kazanmaktadır. Alman devleti orta ve doğu Avrupa ülkelerinde yaşayan tüm Alman asıllı toplulukları bir büyük Alman devleti kurarak, tıpkı Rusya ve Çin’de olduğu gibi büyük bir şemsiye ya da çatı altında toplamayı hedeflerken, aşırı milliyetçilik nedeniyle Avrupa kıtasında ikinci cihan savaşının yolunu açmışlardır. Yüz yıl sonra ise bugün dün Sovyetler Birliği çatısı altında yaşayan bütün Türk ülkeleri ve topluluklarının bir araya gelerek, Çin ve Hindistan’da olduğu gibi bir büyük Türk devleti arayışı, günümüzde hedefe doğru tırmandırılmaktadır. Almanlar aşırı milliyetçilikle savaşa ve bölünmeye doğru sürüklenirken, yüz yıl sonra benzeri bir olumsuz siyasal süreçte, Türkiye’yi giderek içine alacak üçüncü dünya savaşı benzeri bir kıyamet senaryosu yaratılarak, tıpkı Almanya gibi savaş koşullarında Türk devleti dağılma tehlikesi ile karşı karşıya getirilebilir. Türk Devletleri Teşkilatının kurulması ile birlikte, Türk milliyetçiliği bütün Türk dünyasını Rusya ve Çin gibi büyük bir bölgesel Türk devletinin çatısı altında toplanması için harekete geçilmesiyle, Türklerin yeniden birleşmeleri sağlanarak ve diğer ülkelerdeki Türk topluluklarının Türk devletlerinin birliği içinde bir araya gelmeleri, yeni dünya düzeni içinde bütünleşmiş bir Türk dünyası ile yer alınması, dünya dengelerinin yeniden tesisi için zorunlu görünmektedir. Dün Hitler yüzünden Almanya’nın yaptığı hatayı bugün Türkiye tekrarlayamaz. Türkçülük ve milliyetçilik çizgisinde yapılacak çalışmaların tamamen tersi bir çizgide, Rusya ve İran ile Türkiye’nin savaşması artık düşünülemez. Bugün Irak ve Suriye üzerinden geliştirilen savaş stratejilerinin bundan sonra İran ve Rusya’ya karşı dayatılmasına, Türkiye hiçbir biçimde aracı ya da alet olamaz. (Bu yazı https://prof-dr-anil-cecen.blogspot.com’dan kısaltılarak alınmıştır) Prof. Dr. Anıl Çeçen Gerçekedebiyat.comHAZARLAR ve SELÇUKLULAR
HİTLER ESKİ HAZAR ÜLKESİNİ HEDEF SEÇTİ
YORUMLAR