Son Dakika



“Halide! Halide kızım, neredesin? Müjde kızım, müjde…! Seninki geliyor seninki!” diyerek bir hışımla dış merdivenleri çıkıyordu annem. Heyecanının yoğunluğunu merdiven basamaklarının gıcırtısından anlıyordum. Her zamanki gibi bir eliyle ayağına takılmasın diye eteğini, diğer eliyle de merdivenin korkuluklarını tuttuğunu hayal ettim bir an. Öyle bir telaş içindeydi ki, az kalsın basamağa takılıp düşeceğini gıcırtı sesinin kesilmesinden anlamıştım. Allahtan son anda toparlamıştı da el aleme rezil olmaktan kurtulmuştuk.

O sırada kardeşim Nurcan ile birlikte, iç odada çeyizlik dantel işliyorduk kendimize. Annemi duymuş olmamıza rağmen karşılık vermek içimizden gelmemişti; onun çırpınışları bizi heyecanlandırmıyordu artık. “Bizimki yeni bir haber aldı herhalde; ‘senin ki’ dediğine, göre bana yeni bir kısmet peşinde yine.  Belki de sanadır, ne bileyim… Lakin anamın telaşını gören de, kısmet arayanın kendisi olduğunu sanır” dedim Nurcan’a. Nurcan ise hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi eli işte gözü nakışta devam ediyordu. Bir tepki vermedi, ne anneme ne da bana. “Buradayız anne! Nerede olacağız! Ya pencere kenarında ya da sobanın başında dantel işleriz, bilmez misin? Başka işimiz mi var bizim! On beş yıldır elimizden düşmedi sayende.”

Odaya nefes nefese giren annem yarı öfke yarı telaşla çıkıştı bize: “Daha ne oturuyorsunuz kızlar? Otura otura bıkmadınız mı? Geliyor diyorum size!  Kısmetiniz geliyor, kısmetiniz..! Siz daha durursunuz…” “Yine kim geliyor anne: Savcı mı, hakim mi, yoksa kaymakam mı?” “Hem savcı hem hakim… Hem de bekar, bekar…!” “Yahu anne bize hakim, savcı, kaymakam aramaktan bıkmadın mı? İlle de bunlardan biriyle evlendireceğim sizi diye bugüne kadar bütün kısmetlere yol verdin, hala da yılmadın! Daha ne diyeyim sana?...

“Komutanın karısından mı öğrendin bunları?” “He ondan öğrendim ne olmuş! Kadıncağız sizin için çabalıyor… Kararname çıkınca, merak edip araştırtmış kocasına” “Medeni hallerini de mi soruşturmuş adamların?” “Ne var bunda, soruşturuvermiş işte.” “Yuh gayri!.. Bari bir zahmet bizim için gelip gelmediklerini de soruşturuverselerdi! Yahu anne hiç vazgeçmeyeceksin değil mi? Kabul et artık, bizim için bir umut kalmadı; çağdışı kaldık biz! Gelecek olan bu adamlar daha gencecik çocuklar. Nerden baksan yaşları 26’yı geçmez. Nurcan neyse, daha bir iki yılı var; ben 30’u çoktan geçtim, unuttun mu? Bu yaşımızda bizi hangi hakim, savcı alır bir düşünsene! En iyisi bu sevdadan vazgeç artık! Yeterince dile düşüp rezil olduk, daha da rezil etme bizi, ne olur! Biz evde kalmış kız kurularıyız; boşuna koca arama!…”

Kendini daha fazla tutamamıştı annem. Bir yandan gözyaşları dökerken bir yandan da “Öyle demeyin kızım! Ben sadece sizin iyiliğinizi düşünüyorum. Sizin bu kasabada çürümenizi istemiyorum. Siz benim canlarımsınız!. Hem bu kasabanın da en güzel kızlarısınız! Sizler en iyisine layıksınız! En iyi evlilikleri yapmak sizin de hakkınız!” diye söyleniyordu. “İyi de anne, burada çürümeyelim derken ne hale geldik bir baksana! Hadi öğretmenlerin maaşı az dedin, doktorun nesi vardı da burun kıvırdın? Onu bile uygun görmedin kardeşime! İlle de hakim, savcı ya da kaymakam olacak dedin tutturdun. Bize değil de sanki kendine koca seçiyormuş gibisin!” “Tamam kızım, çare yok, doktora da razıyım şimdi. Varsa öyle bir aday gelsin, vereceğim sizi.” “Oh, anne! Geçmiş ola! Bu saatten sonra bizi doktor da beğenmez artık. Bizi alsa alsa…” “Sakın kızım, sakın ağzına alma onu… Bunca zaman beklediniz, biraz daha sabretseniz canınız mı çıkar. Herhalde benim de bir bildiğim var.” “Bildiğin ne anne senin bilip de bizim bilmediğimiz ne kaldı, söylesene? Beni yaktın barı Nurcan’ı tutmasaydın da verseydin o doktora…

“Kusura bakma anne! Konuşmayayım seni üzmeyeyim diyorum ama elimde değil! Ne güzel ikimiz de okuyacaktık. Kazanırız diye Öğretmen Okulu sınavlarına bile sokturmadın bizi. Babamızın mesleğini unutarak öğretmenliği küçümsedin.  ‘Liseyi okuyup da ne yapacaksınız, amacınız iyi bir koca bulmaksa ben size bulacağım’ deyip o yolu da kapattın. Babamı da kandırıp beklemeye aldın bizi, ne olacaksa şu kuş uçmaz kervan geçmez kasabada. Kaç yılda bir hakim savcı gelecekmiş de bize düşecekmiş. Ölme eşeğim ölme! Yol gözlemekten pencere camına asılı kaldı gözlerimiz anne!” “Niye öyle diyorsun kızım! Sırf beni üzmek için söylüyorsun bunları değil mi? Sizi burada tuttuysam keyfimden yapmadım herhalde; çocuk yaşta kız halinizle sizi nasıl gönderirdim ırak yerlere? El alem ne derdi? Hiç bunlar aklınıza gelmiyor mu sizin? Yazıklar olsun size verdiğim emeğe!” diyerek yine ağlamaya başlamıştı sulu gözlü annem.

Bizim annemiz böyleydi işte; sizi ille de hakim veya savcı ile evlendireceğim diye tutturmuştu bir kere. Takıntı haline getirmişti bunu. Hoş bir de kaymakam vardı adaylar arasında; ama yıllar sonra bu ihtimalin azaldığını görünce bir süredir ağzına almaz oldu. Kabahat bizde de vardı elbette. O yıllarda kasaba da liseyi bitiren kız çocuğu hiç yoktu; okuyabilseydik örnek olacaktık belki. Bu yüzden başlarda biz de gönüllüydük hakim, savcı, kaymakamla evlenme konusunda. Büyük bir heyecanla biz de ümit ediyor atamaları bekliyorduk dört gözle. Oysa boş hayallere kapılmayıp direnmemiz gerekirmiş. Nereden bilebilirdik...?

Okumamız için çok direnmişti babam; annemle az kavga etmediler bizim için. Her defasında da annemin gözyaşları durdurdu onu. Annem de bunu iyi bellemişti; işe yaradığını görünce çocuklar gibi sulu göz olup çıkmıştı. Sanki geçit vermeyen koca bir nehir olmuştu önümüzde. Oysa babamın bizimle ilgili çok hayalleri vardı. Çünkü o idealist bir köy öğretmeniydi. Bütün çocuklarını okutmak istiyordu. Hem de en yükseğine kadar… Şimdi Veterinerlik yapan ağabeyim erkek olduğu için şanslıydı. Ortayı ve liseyi yatılı olarak Erzurum’da okumuş sonra da ver elini Üniversite... Annemin, kız olduğumuz için bize yasakladığı bir fırsattı bu.

Biz iki kız kardeş saf saf inanmıştık annemize. Ne hayaller kurduk bunun için, ne de konaklı saltanatlar… Bize olur gibi gelmişti önceleri; kasabanın en güzel kızlarıydık. Bizi kim beğenmezdi ki?… Sıraya giren görücülerden belliydi bu. Ama bu durum uzun sürmedi; birden şebeke suyu gibi kesiliverdi gelenlerin ayağı. “Kız anam, bunların gözü pek yukarlarda, kapılarını boşuna çalmayalım!” diyerek çekilip gittiler. Bir gel-git yaşadık sanki. Uzun süre kapımızı çalan olmadı. Soğuk kış geceleri, bir türlü bitmeyen karanlık tüneller açtı içimizde. Baharımız çoktan gittiği gibi, yazlarımız zemheriye döndü beklemekten. Buz kesmeye başladı hayatımız. Ve yıllar geçtikçe hayallerimiz de söndü gitti peşi sıra… Tıpkı yüzümüzdeki güzelliğin solmaya başladığı gibi yüreğimizde açan çiçekler de soldu gitti.

Bir süre sonra da acı gerçeğimizle göz göze gelmeye başladık. Annemiz bizi aldatmıştı. Kimin annesi yapardı bunu? Açıkçası şunlarla bunlarla evlendirilme vaadiyle resmen kandırılmıştık. Genç kızlık duygularımız, bizzat anneniz tarafından tecavüze uğramıştı. Fakat annemizi şikayet edecek halimiz de yoktu. O hala sözünü tutacağına inanıyor, bu kez olacak diyor da başka bir şey demiyordu.

Ailecek dört gözle yeni atanan hakimi beklemeye başladık; bekar olan oydu. Duyduğumuza göre de bizim yaşlardaydı, hatta benden bir iki yaş büyük olma ihtimali de vardı. Anneme göre bu iyiye işaretti. Ben pek umutlu değildim. İçimden geçenleri saklamadım: “Bu yaşta bu kasabaya atanmışsa bunda bir iş vardır!” dedim bir akşam sofrada. Bunu söyleyince kızıverdi annem: “Kızım kısmet ayağına geliyor, senin ağzından çıkana bak! Adam hakim mi hakim, gerisinden bize ne? Sen al kısmetini tepe tepe kullan kızım! Kullanamasan da koyarsın bir kenara… Millet defosuna bakmadan bulduğunu alıyor da…” diyerek bana akıl vermeye çalışıyordu. Babam ise benim gibi düşünüyordu. “Hanım sen de kafayı savcı, hakimle bozdun iyice. Sana kaç kez dedim, bırak bunları diye... Hemen de damat yaptın, hakim diye elin adamını. Kız haklı olabilir; bana da garip geliyor bu tayin! Acele etmeye gerek yok! Yılları sabırla tükettiniz, biraz daha bekleyiverin!.. Hele bir gelsin tanışalım, öğreniriz her şeyi.”

Çaresiz ben de katıldım bekleme kervanına. Hadi ben neyse de koskoca İlköğretim Müdürünü de ayartmış olmamız bayağı bir acıklı gelmişti bana. Nasıl etmişse etmiş, annem en sonunda onu da kendine benzetmişti. Koca Müdürü, adeta oyuncak yapmıştı kendisine… Eskiden eğlenceli gelirdi de gülerdim bu durumlara; şimdilerde gülemiyorum da… Olay komediden drama dönmeye başlamıştı çünkü. Demek ki, çaresizlik her şeyi yaptırıyormuş insana. Babamın bu hale düşmesi bizim yüzümüzdendi elbette; bu beni fazlasıyla üzüyordu. Babamı çok severdim ve işlerin buraya gelmesini asla istemezdim.  

Durumumuz oldukça sıkıntılı bir hal almıştı. Duyan da hacı beklediğimizi sanırdı. Şu dağların arasından ha geldi ha gelecekti… Ya bir de gelmezse! İşte o zaman hali dumandı annemin; ya gider kendini uçurumdan atardı, ya da bir yanına inme inerdi Allah korusun! Neredeyse “Her ihtimale karşı gidip kendimiz alıp gelelim!” noktasına gelmişti... Bu halde bekliyordu yani… Annem işte...!

Üç hafta sonra Savcı göreve başlamasına rağmen bizim hakim’den ses seda yoktu. Gelip gelmeyeceği bile belli değildi. Hakkındaki söylentiler alıp başını gitmişti. Her kafadan bir ses çıkıyor, kasaba dedikoduyla çalkalanıyordu. Kimisi “Tayinini geri aldırmış” derken, kimisi “Düğün yapacakmış o yüzden gecikmiş” diyordu. Bir başkası “İstifa etmiş avukatlık yapacakmış” derken, “Adam kahrından hastalanmış, hastanede yatıyormuş” diyen olduğu gibi “Gelirken kaza geçirmiş!” diyen bile çıkıyordu.  Annem bunları duydukça deliye dönüyor, ağzına geleni söylüyordu. Bizim bir de Atiye hanımımız vardı komşu. Hele onun “Kız komşu seninkisi gelmekten vazgeçmediyse de karın eli kulağındadır; yağar da yollar kapanırsa, bahara kadar gelemez de…” demesine daha bir harlanıyordu. Kadıncağız yataklara düşecek kadar hasta oldu neredeyse. Ağrısını dindirmek için çatkı bile çattı başına garibim…

Babam ise işin aslını Hakim’in geldiği ilçedeki meslektaşlarından öğrenmişti çoktan. Adam rüşvet almaktan ve görevini kötüye kullanmaktan soruşturma geçiriyormuş. Bu yüzden sürülmüş bizim kuş uçmaz kervan geçmez kasabamıza. Ayrıca bekar da değilmiş; evliymiş ve bir de çocuğu varmış. Hakkında soruşturma başlatılınca karısı çocuğunu da almış gitmiş babasının evine. Yani terk etmiş bizim Hakim’i.

Gelin de bunları anneme anlatın bakalım… “Tüm bunlar yalandır; çekemeyenler tarafından İftiraya uğramıştır. Koskoca hakim üç kuruşluk rüşvete mi kalmış! Siz dedikodulara bakmayın!  Bakın şuraya yazıyorum: yakında her şey aydınlığa çıkacak, dedikodu yapanlar da yaptıklarına pişman olacaktır, görürsünüz! Bir de görevi kötüye kullanasıymış! Gül gibi görevini yapmak varken neden kötüye kullansın ki adam! Ben söylenenlerin hiç birine inanmıyorum. Hele bir gelsin ben ona ne yemekler yapacağım ve açıktan soracağım; bir kanun adamı olarak yalan söyleyecek değil ya…” diyerek kendi kendini ve de bizi ikna etmeye çalışıyordu. Ne dediysek inanmadı, projesinden de bir gıdım taviz vermedi.

Bizim Hakim, nihayet elli dört gün sonra, karla karışık bir havada, Kasabaya teşrif ettiler. Annem tek tek gün saymış, sonunda muradına ermişti. Utanmasa zil çalıp oynayıp göbek atacaktı. Biz ise bütün umudumuzu kesmiş, neredeyse unutmaya başlamıştık. Gelişiyle büyük bir sürpriz yaşadık. Ve babam ilk talimatı aldı annemden: “Bugüne bugün İlköğretim Müdürüsün; hoş geldine giden ilk kişi olmasan da protokole göre üçüncü dördüncü adam olmalısın…!”

Babam göreve başladığının ikinci günü ziyaret etti Hakim Beyi. Biz evdekiler merak içinde babamı bekliyorduk. O akşam alı al moru mor geldi eve. Adam patavatsızın tekiymiş! Daha kendisini tanıtır tanıtmaz başlamış gevezeliğe, “Müdürüm duydum ki iki kızın varmış birini bana saklıyormuşsun, doğru mu?” Adam nerden nasıl duymuşsa duymuş işte. Memlekette boşboğaz mı yok? Elini sallasan ellisi… Ne diyeceğini şaşırmış babam, bir an odadan çıkıp gitmeyi düşünmüşse de, çabuk toparlamış kendini. Bir rezalet çıkmasın diye de alttan almış tabi. “Birisi size kötü bir şaka yapmış olmalı beyefendi. Bizim insanımız biraz şakacıdır da… Hem sizin gibi değerli bir devlet adamına bizim kızlar yakışır mı hiç efendim?” diyerek atlatmaya çalışmış krizi. Adam boşboğaz sırnaşık; biraz da sürülmenin ezikliği, moral bozukluğu da var tabi… Şımarıklığı üstünde, ağzına ne gelirse konuşuyor. Daha ötesine sürülecek değil ya… Biraz da kafa gitmiş gibi… Uzatmış da uzatmış işi… Allahtan başka kimse yokmuş da… Ama yine de kan ter içinde kalmış, yakasını zor kurtarmış zavallı babam. Bu yetmezmiş gibi, aldığı yeni bir bilgiye göre bizim Hakim iki yıl önce de görev yaptığı adliyedeki bir bayan memura sarkıntılık etmekten dolayı soruşturma geçirip sürülmüşmüş.

Annem hala, “Tüm bunlar yalandır; çekemeyenlerin uydurmalarıdır” diyordu da başka bir şey demiyordu. Birilerinin Nuh deyip de peygamber demediği gibi… Babam ise “Bir daha beni bu adamla muhatap etmeyin! Ben ömrümde böyle bir hakim görmediğim gibi adam da görmedim. Adamın ağzından çıkan lafa bakar mısınız! Güya kızımı onun için saklamışım!.. Böyle şaka mı olur canım!.. O an beynimden vurulmuşa döndüm! Allahtan kendimi tutmayı bildim de... Yoksa… Hanım bak bir daha söylüyorum: Tüm bu yaşadıklarımızın sebebi sensin! Aklını başına topla ve bu takıntılarından da vazgeç.” Annem sus pus babamı dinliyordu. Bir süre de ağzını açmadı. Belki de, babamın ilk kez bu kadar sinirli ve kızgın olması etkilemişti onu.

Fakat annemin suskunluğu fazla sürmedi. Bir hafta sonra ortalık yatışır, babam da sakinleşir gibi olunca aklından geçeni söyleyiverdi: “Bey! Artık Hakim Beyi yemeğe davet etmeyecek miyiz? Adam bekar haliyle ne yer ne içer… Hem Müdür hem de buranın eşrafından biri olarak umursamamak bize hiç yakışır mı? Adam iki şaka yaptı diye görevimizi yapmamak olur mu hiç? Değil mi iki gözüm?” Bu iki gözüm lafı sihirli kelimelerdi. Babamı ikna etme konusunda sıkıntı olduğunda hep bu yola başvururdu annem. Her zaman da sonuç almıştır. Bu kelimelere dayanamayacağını da çok iyi biliyordu. Babam şöyle bir baktı anneme, daha hazır olmadığı belliydi. “Maazallah hanım, eğer yemeğe çağırmazsak görevi ihmalden hakkımızda dava açar diye mi korkuyorsun? Olur ya, ne de olsa adam hakim!” diye lafı yapıştırdı babam. Başka da bir şey demeden kalktı gitti. Anneme göre bu iyiye işaretti ve bir iki gün sonra yanıt alacak demekti.

Nurcan’la ben o gün akşama kadar babamın lafına güldük. Arada bir de “Olur mu olur, adam hakim, hakkımızda açar bir dava, işin yoksa mahkeme mahkeme sürün dur!” diyerek anneme takılıyorduk. Telaşlanan annemin “Sahi kızlar, yapar mı?” demesi de eğlencemizin tuzu biberi olmuş, yaşımıza başımıza bakmadan adeta bayram yapmıştık.

Nihayet beklenen gün gelmişti; Hakim Beyle biz de tanışacaktık. Babam annemi kırmamış, akşam yemeğine davet etmişti onu. O da hemen kabul etmişti anlaşılan. Kendisini bekleyen geçkin kızları bir an önce görmek istiyordu herhalde. Hiç de heyecanlı değildim. İster savcı, ister hakim, isterse vali olsun; böyle bir adama varacak değildim herhalde. Ama merak ediyorduk işte… Hakimin patavatsızlığını bilen babam bayağı gergindi. Duruma göre konuklarına rakı ikram eden adam bu akşam, üzerinde durmadı bile. İkinci sınıf bir konuk muamelesi yapıyordu sanki.  Etekleri zil çalan annem ise bunu fark edecek durumda değildi. Bizim de aldırdığımız yoktu zaten.

XXX

Hakim Bey kapıdan girer girmez yaptı ilk atışını: “Ooo Müdürüm!  Söyledikleri kadar varmış; hatta daha da güzellermiş kızların. Anaları güzel olunca… Ne demişler anasına bak kızını al!…” Adam, gözleri bizde, ha bire konuşuyordu. Babam kıpkırmızı oldu. Annem ise kendinden geçmiş gibi Hakim Beye bakıyordu. Her zamanki gibi hoş geldin demenin ötesinde şerefle karışık iltifata ilişkin konuğu övücü laflar geveliyor, bir yandan da babamı yokluyordu. Babam ise, “İltifat ediyorsunuz efendim! Bu kadar abartacak bir özelliği yok kızlarımın” sözcüklerini sıkıştırabildi sadece, adamın lafları arasına.

Hakim Bey yemek boyunca hem konuştu hem de bizi kesti karşıdan. Benden çok kardeşime takıldığını fark ettim bir ara. Bu iyiydi işte! Ne de olsa ilgi alanından çıkmış görünüyordum.

Annem dışında üçümüz diken üstündeydik. Hakim Beyin patavatsızlıkları sürgit devam ediyordu. Ateş hattındaki askerler gibiydik adeta. Annemin “Kasabamızı nasıl buldunuz, beğendiniz mi? Hoş iyi bir zamanda gelmediniz ama…” sorusuna “Efendim küçük ve şirin bir kasaba; insanları güzel, sıcakkanlı, sevecen, saygılı, yardımsever, misafirperver… İnanır mısınız, şuraya geleli iki hafta oldu, kendi başıma oturup bir şey yemiş değilim daha. Her gün birine misafirim… Sağ olsunlar hiç yalnız bırakmadılar beni. Ama sizin misafirperverliğinizin üzerine söyleyecek sözüm yok vallahi. Hele şu sıcak aile ortamında sizin ve iki güzel kızımızın elinden çıkan nefis yemekleri tatmak beni bambaşka dünyalara götürdü. Ne saklayayım bu kasabanın en çok da kızlarınızı sevdim. Kardelenler gibi duruyorlar maşallah. Memleketin kuytularında saklı ne güzeller varmış da haberimiz yokmuş… Bu kasaba beni sarhoş etti desem azdır, inanın!” derken gözü yiyecekmiş gibi bizde, daha çok da Nurcan’daydı.

Bu ne rahatlıktı böyle; sanki kırk yıllık dostumuz, ahbabımız, arkadaşımız gibi bize ismimizle hitap ediyordu. Bu da yetmezmiş gibi bir de isimlerimizin sonuna, …ciğim, …cığımları eklemez mi… İşte o zaman kan beynime çıkıyor, kalkıp gitmek geliyordu içimden. Adamın ağzından çıkan sözcükler sadece iltifat olsun diye çıkmıyordu. En safımız bile bunların birer yem olduğunu hemen anlardı; resmen bize asılıyordu… Buna geçici bir his deyip geçmem zordu. Adamın, bir tek yüzümüzden makas almadığı kalmıştı. Durum oldukça rahatsız ediciydi… Düşününce adama da hak vermiyor değildim. Öyle ya evlenme çağını biraz geçmiş iki kızı olan bir eve huyunu suyunu az çok bildiğimiz bir adamı biz çağırmıştık; biraz şımarması doğaldı. Fakat bu kadarı da fazlaydı. Zavallı babam kan ter içinde kalmıştı yine. Annemin ise keyfi yerindeydi.  

Çaylar içilirken başladı sorgulama? Öyle kırıcı bir yanı yoktu; hafiften yokluyordu annem. “Hakim Bey evladım, çoluk çocuk nasıllar, ne zaman teşrif edecekler? Biran önce gelseler de onlarla da bir tanışsak” diyerek başladı. Aklı sıra hal hatır soruyordu. “Efendim ortam malum, kış kıyamet! Hele bir bahar gelsin, onları da getiririz inşallah!” demesini bekledi. Ama bir süre ses çıkmadı bizim Hakim’den. Duymadığını düşünerek, “Çoluk çocuk diyorum, inşallah onlar da gelir yakında diyorum…” diye üstüne gitti annem. Bu kez kaçamadı bizimkisi, yılışık bir kahkaha arasında, “Efendim, çok isterdim ama maalesef biz hanımla çoktan ayrıldık, boşanma davası açmış; yakında mahkeme kararı da gelir arkamızdan herhalde” deyince, annemin içinden “oh, oh; çok şükür!” dediğinden emindim. Benimse midem bulandı, karşımdakinin aldırmıyormuş gibi davranmasından.

Birinden ilk kez tiksiniyordum. Bir an babamla göz göze geldik: Ya sabır diyordu bakışları. Nezaketen de olsa, “Üzülmeyin efendim, yakında barışırsınız inşallah! Sizin gibisini bir daha bulacak değil ya! Karı koca arasında bu tür küslükler olur bazen. Zaman her şeyi telafi eder üzülmeyin siz!” dedi annem. O kendi havasındaydı; vazgeçmiyor, yoluna devam ediyordu. “Yok efendim yok! Artık geri dönülmez bir yola girdik biz. Hem kocasına inanmayıp onun bunun ağzına bakan birini ben ne yapayım bundan sonra? Değil mi efendim?” diyerek babama baktı. Bir yanıt gelmedi babamdan. Renk de vermedi. Annem ise üzülür gibi yaptı; yüzündeki ifadeden anlamıştım bunu. Oldum olası saklayamazdı duygularını. Bir kez daha içinden, “Oh; çok iyi, çok iyi!” dediğini biliyordum. Utanmasa kalkıp oynayacak kıvama gelmişti. Oturduğu yerde şöyle bir yaylanmasından belli oluyordu bu… Bizim ise sesimiz çıkmıyordu; elimiz, kolumuz, dilimiz sımsıkı bağlanmış, adeta çarmıha gerilmiş gibiydik. Yaşadığımız işkence dayanılır şey değildi: Bir adam, nasıl bu kadar itici olabilirdi? Daraldıkça, çay bahanesiyle mutfağa kaçıyordu Nurcan. Ondan önce davranıp ben de kaçtım bir iki kez.

Annem için yeterli görülmüştü ki, bu konuyu daha fazla uzatmadı. Alacağını almıştı; adam bekar sayılırdı. Nezaketen üzülür gibi yaptı. Karısının yaptıklarına dayanamayıp evi terk ettiğine inanmamıştı bile. Koskoca Hakim kocasına değil de, dedikodulara inandığını düşünüyordu besbelli.

 Hakim Bey çayından iki yudum alıp tam bir şey diyecekti ki, annem ağzında bıraktı çıkmaya hazırlanan sözcükleri. Bu kez susuşuna hayret ettim Hakim’in. Annemin ne diyeceğini merak etmişti şüphesiz. Sadece onunla diyalog kurabileceğini o da anlamıştı. Ve de sorgulama devam ediyordu. Annem, “Hakim oğlum, ben hiç inanmadım ama merak ettim:  Size iftira edilmiş diyorlar, o yüzden buraya gönderilmişsiniz güya. Doğru mu?” diyerek ikinci sorusunu soruverdi. “Efendim tam da dediğiniz gibi, kuru iftira… Ayağına bastığımız birinin aslı astarı olmayan şikayetlerinden ibaret hepsi. Ayrıca beni çekemeyen meslektaşlarımız da var tabi… Soruşturma sonunda her şeyin ortaya çıkacağından adım gibi eminim. Bundan hiç şüphem yok!” sözleriyle karşıladı ilk atışı Hakim Bey. Annem hemen, “Bizim de efendim bizim de… Sizin gibi bir beyefendinin böyle işlere karışacak hali yok ya!... İftira sahiplerinin dilleri tutulur, kalemleri kırılır inşallah!” sözleriyle destekledi onu.

Arada bir babamın da araya girmesiyle annemin meraklarına gidermeye yönelik sohbet uzadıkça uzadı. Hakimin canına minnetti; konuştukça konuştu… Soğuk esprileriyle bizi de almaya çalıştı ortama ama, biz de hiç heves yoktu. Ara da bir bize de iltifat yağdırmaya devam etse de kendini öğe öğe bitiremedi. Bol bol yılıştı, kahkaha attı. Birinci demlik bitince annem yeniden çay demletti…  Arkasından meyve servisi derken vakit gece yarısını geçti. Babam esnemeye başladı. Koyuversek çoktan uyuyacaktı. Adamın gideceği yoktu. Biz izin alıp çekilelim derken, saatine bakmayı akıl etti bizim Hakim de, “Geç olmuş; artık ben de gideyim” diyerek ayaklandı. Kimsede, “İyiydik, ne güzel laflıyorduk; biraz daha kalsaydınız” deme cesareti de isteği de yoktu. Oysa konuğumuz bunu bekler gibiydi. Ağzımızı açsak içine dalıp oturacaktı sanki…

Odamıza çekilince “Kısmetin hayırlı olsun Nurcan! Kendi ayağıyla gelene hayır denmez, ona göre ha! Adam seni bir gördü, başkasını görmez oldu vallahi. Takıldı kaldı sana! Kıskanmadım desem yalan olur. Şimdiden hayırlı olsun!” diyerek takıldım kardeşime. Bana yerinden fırlayacakmış gibi duran gözleriyle öyle bir baktı ki, koktum vallahi. “Niye benim kısmetim olacakmış abla! Bal gibi de senin için gelmiş o adam! Hem bugüne kadar önümde sen varsın diye kısmetlerime yol verilmedi mi? Ayrıca bırak böyle biriyle evlenmeyi, sen evlensen bile asla enişte demem, bilmiş ol! Böyle bir adamla hayat mı geçer be? Allah yazdıysa bozsun! Baştan aşağı pislik gibi ya… Onunla geçen her anı işkenceye döner insanın!.  Hakim’miş! Onun hakimliği batsın! Böyle hakim mi olurmuş?” “Tamam kardeşim tamam, al benden de o kadar. Ama annemiz pek hevesli görünüyor, baksana. Onun bu hevesi de kolay kolay geçmez bilesin!” “Bu durumda annem de fazla zorlayamaz. Bir kere adam resmen evli! Ayrıldık diyor ama hiç belli olmaz… Bunlar böyledir; bir ayrılırlar bir birleşirler. Bu gibilerin mezhebi geniştir…”

Uykumuz kaçmıştı bir kere. Kaçmayacak gibi de değildi… Adam tam da uyku kaçırıcı tiplerdendi. O gece babam bile uyumamıştı neredeyse. Sabaha kadar iki kardeş dertleştik. Tam uykuya geçecekken Nurcan, “Abla sana bir sır vereceğim, ama kimseye söylemek yok ha!” dedi fısıltıyla. Merakla, “Kız söyle bakalım ne sırrıymış o?” deyince anlattı: “Ben aslında birini seviyorum abla! O da beni seviyor.” “Vay vay vay! Demek kendine birini buldun ha! Vay seni yere bakan yürek yakan vay! Ablanı beklemeden baş göz olmak istersin ha!.. Dur kız dur! Hemen de alınma öyle! Anlasana kız, şaka yapıyorum şaka! Kız aferin sana! Sonunda kedi olalı sen bari bir fare tuttun! Kimseye de danışmadan kendine birini buldun ha? Şimdi öperim işte seni… Söyle de biz de bilelim, kimmiş bu şanslı delikanlı?” “Söylerim ama kimseye söylemek yok abla! Lakin annem üzerime gelir, karısından ayrılınca ille de Hakim’le evleneceksin derse, kimsenin gözünü yaşına bakmam kaçarım vallahi…” “Dur kız, hemen de celallenme!” “Önce kim olduğunu söyle! Hakim savcı olmadığı belli de, yine de bakarsın annemin kabul edeceği biridir.” “Orhan Astsubay abla!” “Şu bizim jandarmadaki değil mi?” “Evet o…” “Hım… eli ayağı düzgün bir çocuğa benziyor ama jandarmalar için ne dendiğini bilirsin… Lakin bu çocuk hakkında kötü bir şey duymadım doğrusu.

“Bu işin içinde kim var? Yani aranızı kim buldu? Yoksa bizim komutanın karısı Saliha mı?” “Evet abla, o bir gün bana söyledi, şey işte ‘Orhan Astsubay seni istetecekmiş gönlün olur mu’ diyerek ağzımı aradı. Ben de ne diyeyim ‘Allah yazdıysa neden olmasın. Ama yine de büyüklerim bilir!’ deyiverdim. Sonra da acele mi ettim’ diye kendi kendimi ayıpladım.” “Kız sen deli misin? İyi yapmışsın! Bu işin acelesi mi olurmuş. Bunca yıl beklediğin yetmedi mi? Biraz düşününce benim de aklım yatmaya başladı bu işe. Hem artık beni falan beklemeye kalkmayın, kimseyi de dinlemeyin! Al işte ben izin veriyorum kıyın nikahınızı!”

İşler hemen öyle aceleyle olmadı tabi. Annem Hakimin medeni durumunda bir değişiklik olup olmayacağını beklemeye başladı umutla. Fakat bizim Hakim ağzının tadını çok iyi biliyor, iki de bir damlıyordu bize, “Müdürüm sizin güzel yemeklerinizi özledim!” diyerek. Yemek bahane tabi, derdi Nurcan! Adam yüzsüz mü yüzsüz? Babam kasabanın ilköğretim Müdürü ya Hakimi amiri olarak kabul ediyor. Annemse dünden razı… Bütün derdi, beni onunla baş göz etmek. Adamın Nurcan’a takıldığına aldırmıyor bile. Bütün bu yemeklerin benim marifetli ellerimden çıktığını, sofrayı benim kurduğumu, ayrıca başka pek çok marifetlerimi sayıp döküyor. Adam ise kilitlenmiş gibi bana değil Nurcan’a bakıyor. Sanırsınız bizi karıştırıyor… Cin gibi adam karıştırması mümkün mü? Annem resmen evli barklı adama beni pazarlıyor, o ise başka havalarda. Hoş, umurumda değil, ama orada değilmişim gibi davranması da kanıma dokunuyor.

Zavallı Nurcan; her gelişinde adamın göz hapsinde kalıp kıvranıp durdu. Bahaneler bularak arada bir kaçtıysa da, annem ayıp oluyor diye engelledi onu; her ihtimale karşı onu da yedekte tutuyor gibi davrandı. Bu durum böyle daha fazla gidemezdi. Bir şeyler yapmam gerekirdi. Ortada kalmış oyuncağa dönmüştüm. Hakim umurumda değildi; o bir şarlatandı ve adam yerine de koyduğum yoktu zaten. Amacım kardeşimi korumak ve kollamaktı. Bu yüzden annemle Hakim arasında oynanan oyuna dahil olmaya karar verdim. Biraz da ben oynayacaktım; kendi kurduğum oyunda. Bakalım el mi yaman bey mi yamandı!..

Hakimi, yemeğe daha sık çağırmaya başladı annem. Kapıda, süslenmiş püslenmiş vaziyette ilk kez ben karşıladım onu. Beni görünce şaşırdı, “Nurcan yok mu?” dedi yekten. “Yok, onun işi var” dedim hafiften kırıtarak. Oysa her zaman annem karşılardı ve bildiğim kadarıyla da Nurcan hiç karşılamamıştı. O zaman neden Nurcan’ı sordu acaba diye düşündüm. Yanıtını yine ben buldum: Ya şaşırdığı için öyle dedi. Ya da annen karşılamayacaksa niye Nurcan karşılamıyor da sen karşılıyorsun demek istiyordu. Yani ben Nurcan’ı istiyorum, sen aradan çekil der gibiydi… Avucunu yalardı!…

Bu arada Astsubay Orhan haber bekliyordu. Annem ise bir türlü onay vermiyor, hayır da demiyordu. İki arada bir derede kaldık derken, Astsubay Orhan ihtiyaca binaen başka bir ilçeye görevlendirilmesin mi? Aldı mı Nurcan’ı bir telaş; ya dönmezse...? Kızın gözleri yine asıldı pencereye. Kasaba yolunu gözledikçe gözlüyor; radar gibi tarıyordu zavallı. Neyse ki uzun sürmedi bu iş; iki ay sonda geri döndü komutan da, Nurcan‘la birlikte derin bir oh çektik.

Annemle konuştum ve bir planımın olduğunu söyledim. “Ya beni tercih eder ya da çeker gider” dedim. “Ya Nurcan ne olacak? Belki onu..” “Anne sus Allah aşkına! Onu daha sonra düşünürüz” diye yanıtladım. Biraz sert olmuştu ama olsundu. “Peki kızım, istediğin gibi olsun!” dedi.

Artık ipler benim elimdeydi: Her gelişinde yeni bir kıyafet giyiyor. Saçımı farklı tarıyor. Allı mallık derken hafiften makyaj yapıyordum. Yemekte ona göz açtırmamak için daha çok ben konuşuyordum. O Hakim’di ama ben de boş değildim. Babam sayesinde az kitap okumamıştım. Misafir demedim,  bildiğim konularda sorguya çektim onu. Hem artık misafir de sayılmazdı; aileden biri olmuştu herif. Onu iyice bir benzetmeye karar verdim. Hep o sorgulayacak değildi ya, bir kez de biz sorgulayalım dedik.

Nurcan’ı bir iki haftalığına köydeki dayımlara gönderdik. Plan gereğince iki akşam yemeğe üç akşam da çaya davet ettik Hakim Beyi. Her geldiğinde de Nurcan’ı aradı gözleri. “Erzurum’a dayısına gitti” dedik. Köye gitti dersek gider rahatsız eder diye korktuk, yalan söyledik. O gelmeden önce hazırlanıyor, okuduğum roman, hikaye, şiir ve araştırma kitaplarından aldığım alıntılarla ilgili ne düşündüğünü sorarak terletiyordum… Kısa zamanda pek fazla okuyan biri olmadığını görüp, üzerine daha çok gitmeye başladım. İnadına, ilgilenmediği konuları açıyor, eline almadığını düşündüğüm kitap ve yazarlarından alıntılar yapıyordum. Bu taktiğim tutmuştu: İki hafta kadar ne biz davet ettik ne de o geldi. Tamam planım tuttu; Hakim Bey bizi rahat bırakmaya karar verdi derken, öğrendik ki, bizimki meslekten atılmış ve kimseye görünmeden apar topar Kasabayı terk etmişti

Nurcan, ben ve babam “Oh kurtulduk, çok şükür!” derken, Annem, “Vah vah, kaçırdık avucumuzdaki gül gibi Hakimi” demez mi?..” Kahrından neredeyse yataklara düşecekti de Astsubay Orhan yetişti imdadına. Yine de bir ay kadar bekletti çocuğu. Belki döner gelir diye Hakimi bekledi besbelli. Kolay değildi; yıllardan sonra yarım yamalak da olsa bir av yakalamıştı, olurdu belki diye hayal kurdu bir süre daha. Lakin sonunda olmayacağını o da anlamış olacak ki pes etti. Bir sabah rüyasında mı gördü ne oldu, “Haber salın bakalım şu komutana da gelecekse gelsin. Daha fazla beklemeye benim de gücüm kalmadı. Şu kızı bari baş göz edelim de kendine bir ev kursun” demesiyle ortalık canlanıverdi.

Astsubay Orhan’la o yıl, yaz başında evlendi Nurcan. Düğünleri hem kasabada hem de Orhan’ın memleketinde oldu. Mutluluktan yüzü gülüyordu kardeşimin. Son kez evden çıkarken pencereye asılı gözlerini de alıp gitmişti yanında. Bir yıl daha Kasabada kalmaları gerekirken. Güneydoğuda başlayan terör olayları nedeniyle o bölgedeki bir ilçeye görevlendirdiler Orhan’ı. Birkaç ay sonra Nurcan’ı da aldı götürdü ateşin ortasına. Böylece yüreğimiz ağzımızda yeni bir hayata atıldık hep birlikte. Çok şükür, oradaki iki yıllık hizmetlerini başlarına kötü bir şey gelmeden tamamladılar ve batıda bir ilçeye tayin oldular. Artık üç kişiler; bir de iki yaşında kızları var.

Bana gelince: Annemin hakim, savcı hayali gerçekleşmeyip, yelkenleri indirince yeniden kısmetim açıldı.  Ve üç yıl önce hastalıktan dolayı eşini kaybeden, evlilik talebiyle kapımızı ilk çalan Hayri öğretmenle,  Nurcan’dan yedi ay sonra evlendim. Şimdilik delikanlı bir oğlumla bir kızım var. Bir de yolcumuz var yolda… Onlarla birlikte kaybettiğim yılların acısını çıkarıyorum evimde. Annemin sağ yanına kısmi bir felç geldi. Zamanımın bir kısmını ona ayırıyor, doktorların tavsiyesi üzerine eksersiz yaptırıyorum… Babam ise İlköğretim Müdürlüklerinin kaldırılması üzerine emekli olmaya karar verdi. Hakim’in gitmesine en çok da o sevinmişti; hatırladıkça soğuk terler döktüğünden eminim. Cama astığım gözlerimi ben de aldım; ne de olsa yolunu gözlediğim kimse yoktu artık.

Celal Ulusoy
Gerçekedebiyat.com 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)