Son Dakika



Şiiri düşüncenin, anlamın değil, duygunun ve nağmenin emrine veren, edebiyatımızın önemli sembolistlerinden Ahmet Haşim, “Merdiven” değil de “Ömrün Aşamaları” başlıklı şiirine “Ömrünün sonuna yaklaşırken zaman zaman yaşadıklarını anımsayıp hüzünleneceksin.” diye başlasaydı "Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, / Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak, / Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak...” dizelerindeki etkiyi yaratabilir miydi?

Ya da şiiri “kelimelerle güzel şekiller kurma sanatı” biçiminde tanımlayan, dizeleriyle yaşama sevincini de ölüm temasını da taşımaktan yılmayan, Cumhuriyet dönemi Türk şirinin en hüzünlü şairlerinde Cahit Sıtkı Tarancı, Otuz Beş Yaş Şiiri’nde “Otuz beş yaş ömrümüzün yarısında olduğumuzun işaretidir. Gençliğin verdiği yaşama sevinci, bütün yalvarmalarımıza karşın artık bizi terk ediyor.” deseydi, “Yaş otuz beş! yolun yarısı eder. / Dante gibi ortasındayız ömrün. / Delikanlı çağımızdaki cevher, / Yalvarmak yakarmak nafile bugün, / Gözünün yaşına bakmadan gider.” dizelerindeki duyguya yükseltebilir miydi bizi?

Ya da şiirleri elliden fazla dile çevrilerek ulusal edebiyatımızdan dünya şiirine taşan Nazım Hikmet, “Ceviz Ağacı” değil de “Vatanına Bağlı Özgür İnsan” adlı şiirinde “bulutları ve denizi seyrediyorum, yalnız ama özgürüm, hayatta çok şey gördüm geçirdim; bunların ne siz farkındasınız ne de suçlandığımdan olayı beni arayan peşimdeki polis!” diye yazsaydı, "Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz, / ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda, / budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz. / Ne sen bunun farkındasın ne polis farkında. dizeleriyle okuru fırlatıp attığı o duygu deniz"ine, sıçrattığı düşünce dünyasına ulaştırabilir miydi?

Bu üç sorunun yanıtları sırasıyla şöyledir: Yaratamazdı, yükseltemezdi, ulaştıramazdı! Çünkü şairler, seçtikleri sözcük ve ifadelerle her günkü dilden farklı bir dil yaratarak okuru, dizelerin amaçladığı anlam ve duyguya yükseltirler. Hatta kim bilir, belki ben de bu üç şairi nitelerken kullandığım “Şiiri düşüncenin, anlamın değil, duygunun ve nağmenin emrine veren”, “dizeleriyle yaşama sevincini de ölüm temasını da taşımaktan yılmayanve “ulusal edebiyatımızdan dünya şiirine taşan sıfat gruplarıyla, söz konusu şairlere ilişkin daha etkili ve anlaşılır bir betimleme yoluna gitmiş oldum.

Edebiyatın her türünde, daha çok da düşünceyi derinlikli, anlamı katmanlı ve etkili kılmanın gerekli olduğu türlerinde şair ya da yazar, dilsel bildirişimin, iletişimin kaçınılmaz anlam boşluklarını doldurmak için dil içinde bir seçme, hatta bir çeviri yapmak gereğiyle karşı karşıya kalır.

Bu seçme ve çevirme yollarından biri, belki de en yaygın olanı metafordur. Metafor, bir sözcüğün ya da sözcük öbeğinin gerçek anlamı dışında (değişmece/mecaz) kullanılarak, benzetme yoluyla bir başka nesne, durum veya kavramı anlatmaya yönelik, söz söyleyenin yaratıcı ifadesi olarak retorik bir biçimdir.

Kavram ve düşünceleri zenginleştirmenin, anlatımın daha canlı, etkili ve renkli hale getirmenin bir olanağıdır.

“Metaphora” (bir yerden başka bir yere taşımak), Grekçe “meta” (öte) ve “phrein” (götürmek) sözcüklerinin birleştirilmesiyle yapılmış, bir göstergebilim terimidir. Türkçede “eğretileme/istiare” ile karşılanan metaforda, taşınan sözcüğün anlamı değişir ve sözcük mecaz (değişmece) bir anlam kazanır. Benzer biçimde, “mecaz” terimi de tıpkı “tecâvüz” sözcüğünde olduğu gibi “sınırı geçmek” anlamına gelen Arapça “cvz” kökünden “aşma, geçiş izni” anlamındaki “cevaz”dan türetilmiştir. Yani bir sözcüğün, gerçek anlamının dışında, ilişkili, benzer, başka bir anlamda kullanılmasıdır.

Örneğin “yürek” sözcüğü, “kalp” organımızın adından “cesaret” anlamına böyle geçer, taşınır.

Metaforlar, soyut kavramların somut nesneler veya görsel imgeler aracılığıyla daha iyi anlaşılmasını sağlayarak karmaşık düşünceleri ve duyguları erişilebilir kılar.

"Gözlerindeki ışık" ifadesi, birinin sevgi, mutluluk ve umudunu daha güçlü anlatır.

Üstelik metafor, mizah ve yaratıcılığı teşvik eder; kelime oyunları, ironi ve çift anlamlılıklar yaratarak sözü ilgi çekici bir hale getirirken kişinin kendini daha açık ifade etmesini sağlar ve sözdeki derinlikli anlamı keşfetmemize yardımcı olur.  

Monroe Beardsley’in “minyatür şiir” dediği metafor, dilin etkili bir iletişim, bildirişim yolu olarak kullanılmasını olanaklı kılar.

Retorik bir biçim olmanın ötesine geçer ve günlük konuşmalarımızda, sözlü anlatımlarımızda düşüncelerimizi, duygularımızı daha etkili anlatabilmemize yardımcı olur.

Örneğin çok “sıkıştığımız” durumlarda “kafayı yeriz”, birini uzun süre beklersek “ağaç oluruz”, bazen de söylenenleri bir türlü “kavrayamayız”

1960’larda Marquez’le yükselişe geçen Latin Amerika edebiyatının Vargas Llosa, Carlos Fuantes gibi yazarları yanında parlayan yıldızı Antonio Skarmeta, Şili’nin Nazım’ı Neruda’nın Pinochet faşizmi nedeniyle sığındığı Okyanus kıyısında, Isla Negra bölgesinde bulunan küçük bir balıkçı kasabasındaki yaşamına odaklandığı; önce roman olarak yazdığı, daha sonra Il Postino (Postacı) adıyla sinemaya aktardığı ve oyun olarak da kaleme aldığı Ateşli Sabır, büyük şairin şiire meraklı postacısı Mario’yla “metafor” üzerine diyaloglarıyla açılır (italikler metafor):

Pablo: Çakılıp kalmışsın.

Mario: Başıma yıldırım düşmüş gibi mi?

Pablo: Hayır, ağaca mıhlanmış gibi.

Mario: Fare yutmuş kedi gibi?

Pablo (Güler): Metafor yapıyorsun sen.

Mario: Efendim?

Pablo: Metafor, yavrucuğum, metafor.

Mario: O da neyin nesi?

Pablo: Bir şeyi bir başka şeyle, aralarında benzetme yaparak anlatmak. Anladın mı?

Mario: Bir örnek versenize.

Pablo: Mesela, “Gökyüzü ağlıyor.” dediğim zaman, ne anlam çıkar bundan?

Mario: Ondan kolay ne var. Yağmur yağıyor anlamı çıkar tabii…”

Yerine koyma, karşılaştırma yapma ve ilişki kurma yoluyla işleyen metafor, geleneksel felsefede somutlayıcı anlatıma duyulan kuşku nedeniyle, dilin ve sembolizmin bir parçası olarak felsefi düşünme süreçlerinin dışına sürülmüştür.

Aristoteles, metaforu şeyler arasındaki benzerliklere dayanan, sözcük düzeyinde çalışan dilsel bir sapma olarak değerlendirir. Dolayısıyla geleneksel görüşe göre metafor iletişimin, gündelik düşünme ve akıl yürütmenin ayrılmaz bir ögesi değil, konuşmanın özel yetenek gerektiren olmasa da olur bir rengidir.

Oysa dilbilimci George Lakoff ve filozof Mark Johnson’un 1980’de yayımladıkları ve terimi bilişim bilim temelinde ele aldıkları “Metaforlar: Hayat Anlam ve Dil” adlı çalışmalarında ortaya koydukları çağdaş kurama göre metafor sözcüklerin değil, kavramların bir niteliğidir.

İşlevi de sanatsal ve estetik kaygılarla ifadelerin retorik etkisini artırmakla sınırlanamaz. Hatta bu kuram, metaforun çoğunlukla benzerliğe dayanmadığını, benzerlikleri yarattığını ileri sürer.

Öte yandan çağdaş kuram, metaforların özel bir yetenek gerektirmediği, sıradan insanlarca gündelik hayatta kullanılabildiğini savunur.

Sonuç olarak geleneksel kavrayışın tersine metafor, dilbilimsel bir süs, gereksiz bir dekor değil, insan düşüncesinin ve akıl yürütmenin ayrılmaz bir ögesidir, onlara göre.

Taşıdığı değişmece anlamlar sayesinde düşünceye canlılık, derinlik ve güç kazandıran metafor, dolaylı ve yer değiştirici anlatımıyla sınırı aşar, bilincin direncini kırar, bilinçaltına yönelir.

Bu özellikler onu salt dilbilimsel bir unsur olmaktan çıkarır ve resim, heykel, fotoğraf, film gibi görsel sanatların da bir anlatım olanağı haline getirir:

Avatar filminin kurgusal evreni Pandora, Avrupalı yerleşmecilerin Amerikan yerlilerinin soykırımını anlatan bir metafora dönüşür örneğin ya da Salvador Dali’nin Belleğin Azmi tablosunda eriyen saatler, insan belleğinin geçip giden zaman karşısında eriyip yok olmasının metaforudur.

Sinema ve fotoğraf sanatında, görsel medyada kamera açıları, çerçeveleme ve diğer görsel olanaklar sıklıkla metafor oluşturmak için kullanılır. Bir karakterin yaşadığı zorluklar, onu çevreleyen yüksek duvarların yukarıdan çekimiyle sağlanan görsel metaforla anlatabilir.

Yaşamımızı, düşünme ve ifade süreçlerimizi bu denli doldurmuş olan metaforları, beyin-ceviz gibi iki somut nesne arasındaki mecazsız benzetmeler olan analojilerle karıştırmamak gerekir.

Analojilerde söz konusu olan, benzerliklerin farklı bağlamlardan veya konulardan birine diğerinin, karşılaştırma yoluyla bir çıkarıma ulaşmak için aktarılmasıdır.

Örneğin algoritmalar, bilgiyi işleme özellikleri nedeniyle insan zekâsına benzetilebilir. Öte yandan daha derin ve geniş anlamlar taşıyan, sembolik hikâyeler içeren, ayrıntılı bir düşünceyi temsil eden, sıklıkla ahlaki, politik veya felsefi temalar için kullanılan alegoriler de metaforlardan farklı ifade olanaklarıdır.

George Orwell'ın 1984 adlı distopik romanı, totaliter rejimlere yönelik eleştirinin bir alegorisidir. Tıpkı Dante’nin “İlahi Komedya”sı, Şeyhi’nin “Harname”si, Şeyh Galip’in “Hüsn ü Aşk”ı gibi.

Özetle dilsel iletişimin anlamda bıraktığı boşlukları doldurmanın türlü yolları var. Ancak bunların ne olduklarını, farklarını, benzerliklerini ve özgülüklerini bilmek; onları doğru kullanmak ve ifade ettikleri anlamı doğru anlamak için zorunludur.

Değilse, “emek, işçi, eşitlik, sınıf” gibi kavramları gördüğü her metnin yazarını “komünist” diye niteleyen Mehmet Kaplan gibi edebiyatsız eleştirmenlerin düştüğü komik duruma düşmek de var. Zira o, göstergebilimin kurucu adlarından Roland Barthes’in “Ama dil, her anlatım yeteneğinin edim haline getirilmesi olarak ne gericidir ne de ilerici, yalnızca faşisttir; çünkü faşizm söylemeyi engellemek değil, söylemeye zorlamaktır.” (Roland Barthes, Bir Deneme, Bir Ders: Eiffel Kulesi ve Açılış Dersi, 2008) cümlesindeki “faşizm” metaforundan dolayı Barthes’i komünist sanarak şöyle yazmıştı: “Fransa’da dil üzerine yaptığı araştırmalarıyla tanınan ve bizim aşırı öztürkçecilere de tesir eden komünist Roland Barthes bakınız ne diyor...” (Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil, 1985)

GAZZELİ ÇOCUKLAR ve ZEBRA

Metaforu doğru anlamak kadar bütün derinliğiyle anlamak da önemli. 2019’da Filistin’in Gazze kentinde hayvanat bahçesi sahibi, İsrail ablukası nedeniyle bahçeye gerçek bir zebra getirmenin olanaksızlığından, hiç zebra görmemiş çocuklar için eşeği saç boyasıyla boyayıp zebraya benzetti (Yeniçağ, Şalom ve başka gazeteler). Zebrayı bilenler için “boyalı eşek” bir analoji (benzetme), hiç zebra görmemiş Gazzeli çocuklar için bir gerçekliktir. Aydınlanmış, duyarlı ve insanlık adına sorumluluk sahibi biri ise, bu “boyalı eşek”te İsrail’in Filistin’i işgali karşısında Gazzelinin yokluklar ve yoksunluklar içinde direnişini görecektir, yani metaforun yarattığı derin anlamı!

Biri de metafor olan dilin anlamlandırma olanakları saymakla bitmiyor, ta ki onu kullananların idrak “yolları” açık olsun!

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)