Muzaffer İzgü’yle “Karanlık Mizah”ın kapısında / Tahsin Şimşek
Büyük Taarruz’un başladığı günün yıldönümünde, 26 Ağustos 2017’de bu dünyaya hoşça kal dedi.
Bir cumhuriyet çocuğu olarak 10. Yıl Marşı coşkusuyla yaşadı hep. Bir ömrün zafer yürüyüşü,ancak böyle tamamlanabilirdi, en anlamlı biçimde.
O, kendisi için: “Muzaffer İzgü doğdu, okudu, düşler kurdu, yazdı ve gitti.” denmesini istemişti. Kartvizit ve kariyer meraklılarının, burun kıvırıp geçeceği bir yaşam özeti belki.
O, geldiği yeri bilen insandı. “Bu halk, bu devlet beni okuttu, sırtıma ceketimi verdi, elime kitabımı kalemimi verdi, okulumu gösterdi. Değilse ben çobandım. Bu borcu, ben ne yapsam ödeyemem.” diyen adamdı. Bir cumhuriyet aydınıydı. Sonradan görmeler için, bu da dinozorca bir takıntıbelki..Ah, şu okumaya kafayı takan dinozorlar yok mu? (!)
{C} [1]Etem Oruç, Çocukların Cıvıltılı Sesi Muzaffer İzgü’yle Bir Söyleşi, Afrodisyas Sanat, sayı 9 – Mayıs-Haziran 2008
[2]Damla Yazıcı, Muzaffer İzgü: Mizah Ezilenlerin Silahıdır (söyleşi), Aydınlık Kitap 29 Haziran 2012
[3] Yusuf Alpe, Yolda, Noktürn Yayınları 2014 (sayfa 10)
[4]{C}Metin Demirtaş, Hazırol Kalbim, Can Yayınları 2004 (sayfa 46)
Muzaffer İzgü, Cumhuriyet’in 10. yılını kutladığı gün doğmuştu, kendi deyimiyle “bando mızıkayla”, 29 Ekim 1933’te.
Okumadan, adam da olunmuyor, yazar da. Muzaffer İzgü, ‘yüz sayfa’ okumadan yatmazdı. Yatarsa, o eksiği, başka günlere dağıtır ve mutlaka tamamlardı.Okumak, gözlemek, onun olmazsa olmaz ikilisiydi; yazmaksa yaşamı… Bakın, bir söyleşisinden aldığım şu iki paragrafta ne diyor
“Yazmak isteyenler çok okusunlar. Şu kesin ki okumadan yazılmaz.
Gözlem yapsınlar. Kolay beğenmesinler. Yırtıp atıp, baştan yazsınlar. Yazarlık bir yaşam biçimidir. Yazarlıkta, ben şimdi ev babasıyım, ben şimdi pazarda gezen insanım, ben şimdi aşığım; yok öyle şey. Hep yazar olacaksın. Şu da kesin, yetenek belki yüzde yirmi falandır, ama geriye kalanı çalışmaktır. Usanmadan, bitmeyen bir enerjiyle çalışmaktır, okumaktır, araştırmaktır, gözlem yapmak ve düş kurmaktır.”
“Şimdi de köy okullarını kapattılar. Taşımalı eğitime başladılar. Niçin?
Öğrenci az diye. Caminin cemaati çok mu? Amaç oraya ışık saçan öğretmeni yok etmek. Taşımalı cemaat yapmadılar, taşımalı eğitim yaptılar. “[1]
Muzaffer İzgü savsözlerin değil eylemin / edimin adamıydı. Bilinciyle amacı buluşanlardan… Savsöz diyebileceğimiz tek tümcesi vardı:“Unutmayın, çocuk okuru olamayanın yetişkin okuru da olmaz.”
Muzaffer İzgü’nün, hem çocuk okuru vardı,hem yetişkin. Muzaffer İzgü okuyan bütün çocuklar bilir ki, “Hayri Potur Harry Potter'a Karşı”dır.Yetişkininpayınadüşen ise mizahtır. Ne güzel, çünkü mizahın yüreği sevgiyle atar. Sevgiyi arayan ne çok yetişkinimiz var.
Çocuk edebiyatıyla mizah arasındaki geçiş, hiç de zor değil.Akışkandır. İkisi de sapan taşını ve gülmeyi çok sever. İkisi de “Hokus Pokus”agülümser.İkisi için de yaşam tiyatrodur, somuttur. Çocukluğunu doyasıya yaşayanlar bilir; şakayı, çocuk dilini, duygudaşlığı (empati)…
Kanadına ip bağlayıp arı uçurmayı çocuklar,diliyle eşek arısına nanik yapmayı yetişkinler becerebilirancak; yani zehri panzehir yapmayı.
Muzaffer İzgü’ye göre:“Yenilmiş, ezilmiş insanın elindeki tek silah gülmecedir.(…) Zengine, varlıklıya gülmece yapılmaz. Eğer onlara yapmaya kalkışırsan yaptığın dalkavukluk olur.”[2] Gülmece halktan yanadır.
Demek ki gülmecede amaç,halkı sarsmak, uyandırmak, onun yaşama etkin katılmasınıistemektir.
“Mizah, ironi, karamizah, gülmece, yergi, hiciv, taşlama…” hangisi size daha sıcaktır bilemem. Ancak, hepsi de yenilmişin, ezilmişin elindeki silahtır. O silah, top gülle değil, sapan taşıdır.
Gülmece ustasını hep gülenlerden sanmayın. Güldüğüne, güldürdüğüne bakıp da aldanmayın..Bütün mizah ustaları, yaralıdır.
Kanserin gelip O’nu bulması rastlantı değildir. Kanserin en anlamlı adı halk dilindedir.Anımsadınız mı “incitmebeni”yi?
Ne diyor psikolojinin şairi Yusuf Alper: “Sempati sele kapılmaksa, empati seli görebilmektir / Sele kapılanın elinden tutup kıyıya çıkarmak” Kolay mı? Yürek ister, adanmışlık ister. Göz yumduğu olay olmadığı, girip çıkmadığı yürek kalmadığı içindir bütün bu başına gelenler.
Muzaffer İzgü’nün seveni çoktu; çocuklar, gençler, Türkçenin koylarını keşfe çıkanlar, boğazın kırk boğumunda rafting yapmayı sevenler, çapulcular, anasını da alıp gelenler…
Düşmanı da çoktu elbet, ‘padişahım çok yaşa’ diyenler, her devrin iti olmayı seçenler, orta direği yıkan ayılar… Onlar, Yusuf Alper’in başka iki dizesini anımsattı bana: “Cemal Abi ne de güzel söylemiş /Düşmanın yoksa adam değilsin bizde”[3]
O adamdı, hem de “Küçük dev Adam” Muzaffer İzgü, içimizden biriydi. Has adamlarla, ne Kültür Bakanlığı’nın işi vardır, ne sarayın. O da görmezden gelinenlerdendi. Yaşarken görmediler, öldüğünde de…
Haramın ağırlığı altında, şükür namazınaduran,“hamdolsun açız” tevekkülüyle mutlu olmayı seçen mübarek insanlarımızın gündeminde de yoktu Muzaffer İzgü.
Kuşkusuz her saraya soytarı gerekir.Bizim saraya şaklaban. Şaklabanlığın en iyisini, siz de tanıksınızdır, ezelden beri Orhan Baba bilir. Hakçası “Diva, Süper Star, Kibariye, Recep İvedik, Türk Malı Kuzu…”dan daha iyisini bulmak her zaman olası değildir.
Giuseppe Arcimboldo bile çok şanssız. Bu kadarını,aynı sofrada, o bile bir araya getirememişti. “Batsın bu dünya!...”
Üretmeyen insanatçı sayıldığı günümüz dünyasında, böyle bir tablonun, hiç de yadırganacak bir yanı yok.
Dünyaya parmak ısırtacak, hatta parmak sallattıracak kalite budur işte. “Hor Görme Garibi!...”
Garipliğin ölçüsü ne? Siz hangi anlamdaki garipten söz ediyorsunuz? Gel de sorma. Gömüldüğü günü anımsıyorum, 28 Ağustos’u. Gel de anımsama.
Gelin, Metin Demirtaş’ın “Enver Gökçe” şiirini birlikte okuyalım: “Kadersizdi /Kadersizliği Ölümünden sonra da devam etti /NatalieWoodile aynı günlerde ölmeseydi / TRT'de ona da sıra gelecekti /Bir ağlayan Eğin türküleriydi /Ona da şükretsindi”[4]
Muzaffer İzgü’nun cenazesinin kaldırıldığı gün de benzer bir durum yaşandı. Kanal D ve FOX TV’den TV8’e bütün kanalların bir tek konusu vardı; yıllanmış sevgilisi tarafından öldürülen V. Ş.
“Vatan” söz konusu olduğu için, sıraMuzaffer İzgü’ye bir türlü gelmedi. Gerisi teferruat(!)
Bu ülke,karamizahtan “karanlık mizah”a öyle kolay gelmedi; çağ atlaya atlaya geldi. Şu işe bakın ki, Muzaffer İzgü’yü yitirdiğimiz gün, dünya 3700 yıllık trigonometri tabletinden (Plimpton 322) söz ediyordu. Bizse sanatımızın / sanatçımızın o “Şaşmaz”ından, şaşmaz açısından.
“Karanlık mizah” ifadesini, Muzaffer İzgü, son yıllarda yaşadıklarımızı somutlaştırmak için kullanıyordu. Haklıymış, giderayak onu da iyice somutladı.
“Vaziyet ve manzara-i umumiye” bu olunca ben de şu “karanlık mizah”ın kapısını çalayım istedim. Neden mi, Muzafferİzgü’yle siyah-beyaz düşünmek ve gülümsemek / gülümsetmekiçin. Onun kitap adlarından yararlanarak aşağıdaki metni oluşturmaya çalıştım. Böylesinin O’na daha çok yakışacağını düşündüm.
Ortaya ne mi çıktı; karamizahtan çok, Türkiye’nin bugünüyle örtüşenkapkaranlık bir tablo, bir “karanlık mizah” tablosu:
***
[“Oturaklı Başkan” ve cümle ardılları-ardışıkları, “İcraatın İçinden İnsan Manzaraları”nı sunmaya başladıklarında, birden “Padişahım Çok Yaşa” çığlıkların duyulur. Siz de duymuşsunuzdur. Bu ilgiyle başkanın kendinden geçmesini fırsat bilen “Her Devrin İti” o hergeleler, bu memlekette “Devletin Malı Deniz” deyip “Hırsız Köpek”liklerinin hakkını eksiksiz verirler.
O “Ekmek Parası” derdindeki halkımızsa, “Azrail Nasıl Rüşvet Yedi” de “Devlet Babanın Tonton Çocuğu” böyle semirdi, ölümsüzlük kazandısorusuna yanıt arama derdine düşer. Nedense onun işi, şaşmak / şaşırmaktır hep.
Bu apışmış şaşkınlığı fırsat bilenler, “Demokrasi Parkımız”da, hemen “Herkese Bir Yastık” dağıtır. Dağıtmayı pek seven halkımız da “Dandini Vatandaş Dandini” ninnisi ve ‘Nataşa, yat aşağı’ düşüyle, üç vakti beklemeden dal öğleyinbir güzel uyur. Neden sonra anlarki, yaşamı piç edenler dünyasında, kendisi, dirgeni yiyen “Sıpa”dır vehâlâ çok masumdur.
Hişt “Dilber”, “Soyma Beni Utanırım” masumiyeti içindeki o “Gecekondu”çocuğu, o “Orta Direği Yıkan Ayı”, kestiği raconlar sayesinde vakt erişir,iktidarla tanışır. Daha koltuk ona alışmadan o, yeri göğü “İşte Mühür İşte Sen” çığlıklarıyla inleten amigolarının omuzlarında kendinden geçer. Nasıl bir alınganlık ve kindarlıksa önce “Ayıya Bak” demeyi yasaklatır, sonra da “Her Eve Bir Karakol” kondurmaya kalkar.
Bu raconu keskin ve bıçkın ustayı örnek alanlar için, Müjde Ar’ın Arabesk’inden ders almamış “Kaçak Kız”lara gönül indirmek, bulunmaz nimettir. O da kesmez, “Sen Kim Hovardalık Kim” demeden, “Kasabanın Yarısı” yumurtanın sarısı çağrıştırımlı “Öykülerden Oyunlar”düşlerler. “Utanmıyorum Üşüyorum” ve “Bütün Sabahlarım Senin Olsun” demek de işin başka bir raconudur.
Madem bu ülkede düş kurmak, “Üç HalkaYirmibeş” kuruşa, ben de yaşadıklarımı bir gün “İçimde Çiçekler Açınca” size anlatırım. Gerekirse “Nasıl Baba Oldum”, onu da…
“Kara Düzen”in “LüpLüp Makinesi”, o namlı “Bando Takımı” eşliğinde “Donumdaki Para”yı da lüp edince hemen “Tom Baba'nın Tombalası” devreye sokulur. Öncelik, “Deliye Her Gün Bayram” diyenleredir. Ayrıca “Hükümet Çiftetellisi”yle herkesin kendinden geçmesine olanak sağlanır.
Düzenle kafayı bozanlar, şayet bir gün “Ayvayı Yedik”, “Hamdolsun Açız” pankartlarıyla “Anamı da Aldım Geldim” deyip alanlara inerlerse, dahası “Çapulcu musun Vay Vay” halayıyla ve “İsrafil’in Düdüğü”yle ortalığı inletirlerse, bilin ki hepsi, “Bir Mayıs Polis Bayramı”nın ahengini bozmaktan, sorgusuz sualsiz “İt Adası”na sürüleceklerdir.“ İlyas Efendi”, “Milli Kahraman Matador Mahmut”, “Halo Dayı” ve gariban o“İki Öküz” dedahil… Onlara “Zıkkımın Kökü” bile çok görülecek, içlerinden biri demutlaka “Dayak Birincisi” seçilecektir.
Bu işe “İnsaniyettin” kardeşim ne der bilmem, bu “Gön” karasıyla bu toplumdan “Çanak Çömlek Patladı” sözünü, daha çok duyarız.“Lütfen Kızımla Evlenir misiniz” diyenler, eğer kızım rahat etsin diyorsanız, aman işe “Bir Namussuz Aranıyor” ilanıyla başlayın. Aman kaybetmeyin, “Reçetesi Peçete”de yazılı.
Bu millet adam olmaz diyorsanız, “Siz Bilirsiniz Paşam”.Biliyorsunuz geleneği: “Yıl Sıfır Darbe Hazır” Lütfen sorgulamayın, “Böyle Aşk Duydunuz mu?” da demeyin bana.Bizim darbe aşkımız “Sınır-Duvar” tanımaz.
Biz ancak bize benzeriz. Bir de Amerika’yı çok severiz; elbette bizim oğlanlar da.
Evet, “Bizim Ayılar Amerikaları Çok Sever” ve güzelim Anadolu’yu “Anadolar” olarak algılarlar. Dahası ABD’yi denicedir Anadolu Birleşik Devletleri olarak açımlarlar.
O zaman “Küçük Dev Adam” elbette soracaktır hepimize.Siz söyleyin, “Demokrasimiz Kaç Para Eder”
Yetmedi mi, “Bir Çift Yün Çorap” parası…
Yeter, yeter!...]
* Çağdaş Türk Dili, Sayı: 356 Ekim 2017
YORUMLAR