Johann Christian Friedrich Hölderlin: 'Ormanın kapısında, altın öğle' / Hayati Baki
1. “nedir zorlayan zavallı yüreğimi?” diyen ve soran johannchristianfriedrichhölderlin (1770 wüttemberg- 1843 tübingen): ‘hipokandrik’ içlenmeler, sızılar, yakınmalar içinde geçen ömründe, yalnız ve çılgındı; anlaşılamadı. onun dünyasında tanrı, tanrılar kimseye ait değildi (ler). gerçek kutsaldı. doğa, başat dönüştürücüydü: sakinleştiriciydi; acının son sınırıydı; ne ki insanın sonsuz düşmanıydı da: “Yaşayan her şeyle yalnızca bir bütün oluşturmak ve çok mutlu bir biçimde kendini unutmada, doğanın oluşturduğu her şeye sığınmak, işte insanın cenneti buradadır.” diyordu. dionysos, isa, apollon, klasizmini besleyen kutsallardı. kılavuzu şair pindaros’tu: lirik, romantik, dışavurumcuydu. eski yunani olanla hristiyani olanı bağlamlandırmada teolojik olan kendine özgüydü. ‘esir’ kökeniydi, atasıydı. İnsan, insanlık, tanrılar, ruh, yuva, anne, yurt, aşık, yaşam, ölüm, karamsarlık, yalnızlık, acı, çocukluk, doğa: sular, otlar, ağaçlar; erinç umudu, inanç, görklüler, sevgi… tematikliğini oluşturuyordu. arkadaşları, onu apollon’a benzetirlerdi: dans etme arzusu uyandıran, cesaret ve strateji esinleyen; lir ve yay tanrısı; kendini şenliğin ve savaşın karşıt nitelikleriyle belli eden; aydınca öğütler veren ve bilgeliği dikte eden iç sesle uyumlanacak olan ışık ve sesten oluşturulmuş düşünce; sözün tanrısı,… (irigaray, 2000, s.195, ss.200-1) ve hölderlin şöyle diyordu; iduana dergisini tasarlama/çıkarma öncesinde: “Bilimleri, yaşamla; sanatı ve sağbeğeniyi, dehayla; yüreği, kafayla; gerçeği, ülküyle; uygarlığı, doğayla birleştirmek…”aslolan buydu, görevdi. ‘kendine’ ve ‘öfkeli ozana’ da şöyle sesleniyordu: “Yaşamdan sanatı öğren, sanat yapıtından yaşamı; “Ozandan korkma soylu öfkeye büründüğünde, 2. nietzsche ile hölderlin’in yaşamları ne kadar da birbirine benzerlik gösterir. adriane ile diotima: cosima ile sussette. cosima, nietzsche’nin aşık olduğu: ‘seni seviyorum ariadne!’ diye mektuplar yazdığı richardwagner’in eşi. sussette, hölderlin’in aşık olduğu ve aşkına karşılık bulduğu; adına mektuplar, şiirler yazdığı frankfurtlu banker gotard’ın eşi; yani diotima: sussette, şöyle yazıyor hölderlin’e: “Öyle sanıyorum ki; aşksız yaşamaktansa aşka kurban olmak yeğ! Daha neler olacağını kim bilebilir ki, Yazgı’nın yolları karanlık ne de olsa… Yalnız aşka karşı günah işleyelim ve her zaman dürüst olalım/davranalım birbirimize! Boş sözler! Çünkü başka türlü olursa artık sevmememiz gerekir. Doğanın, en yüksek amacına olgunlaşsın diye yüreklerimizi sevecenlikle yerleştirdiği aşka güvenerek… bizler, yakın görüşlü yaratıklar için bilmecedir bu amaç! Ama ona doğru çabalar ve daha büyük bir varlığın içinde yücelirken… Değersiz herhangi bir duyguyu besleyebilmekten uzak… En yüce aşk tutkusu doyuma eremez yeryüzünde! Benimle duy: bana kavuşmaya çalışmak aptallık olur… Birlikte ölmek!... Bekle, acayip görünüyor ama doğru: duyum budur işte. Gelgelelim bu dünyaya karşı kutsal görevlerimiz var. Birbirimize ve bize sonsuza dek görünmeden kılavuzluk edecek, bizi daha, daha da birleştirecek aşka duyduğumuz en mutlu inançtan başka bir şey kalmıyor bize!” (hölderlin, 1977, s.10) 22 haziran 1822’de ölen sussette için, hölderlin, ‘diotima’başlıklı şiirler yazar: diotima, sokrates’in hayran olduğu bir sevgi rahibesinin adıdır: sussette de, hölderlin’in aşkı bulduğu kadın, sevginin, aşkın adıdır. Bir ‘diotima’ (türkçesi: a.turanoflazoğlu) şiirinde şunları söyler hölderlin: “Susarak katlanırsın, onlarsa anlamazlar seni “Artık varolmayan o ince, büyük ruhlar! başka şiirlerinde (: ayrılış; bat, ey güzel güneş) de diotima’dan söz eder hölderlin. yine, diotima başlıklı bir başka şiirinde (türkçesi: a.turanoflazoplu) sussette’e şöyle seslenir: “Göksel perinin sevinci, eskiden unsurları uzlaştıran, 3. hölderlin, aşk konusunda ikircimlidir. 1787’de loisenat’la nişanlanıyor; üç yıl sonra, hölderlin nişanı bozuyor. eliselebret’e aşık oluyor. olmuyor, yürümüyor bu da. yalnızlık ve melankolisi başattır; hayattan sevinç duymama kronikleşiyor onda. her şey çocukuğunda mı gizlidir?: benedictinemanastırı’nınvekilharçlığını yapan babası, hölderlin, iki yaşındayken ölüyor. babanın ölümünden birkaç hafta sonra, bir kızkardeşi dünyaya geliyor. annesi, iki yıl sonra nürtingen belediye başkanı’yla evleniyor. hölderlin dokuz yaşındayken üvey baba da ölüyor. 1874’de ortadereceli manastır okuluna giriyor; iki yıl sonra yüksek manastır okuluna geçiyor. fransızdevrimi’ni benimseyen arkadaşları neuffer ve mangenau ile bir şiir derneği kuruyor. helmutvidhammer buna ilişkin şöyle der ‘günümüzde hölderlin’ çalışmasında: “ (…) kolpstock’un dinden esinlenerek ortaya koyduğu doğa-ayin ilahileri’ne, Yunan ve Spinoza panteizminin, Schiller’in uyaklı pan-erotik gençlik od’larının (kasidelerinin) etkisi altında kalan hölderlin’in gençlik şiirlerindeki coşkunun arkasında, birdenbire Fransız Devrimi’ne ilk yıllarındaki somut politik umutların gizlendiği görünüyor. Hölderlin’in ‘esentirit yörüngesini’ uzun süre belirleyen bu manyetik alanlardı.” (şiir atı, litap/7, 1994, s.149) hölderlin, rahiplik yapamayacağını anlıyor ve annesinden izin istiyor; ancak annesinin isteğini kıramıyor ve manastır okulunda kalıyor. “Eski Yunan’da Güzel Sanatların Tarihi ve Süleyman’ın Özdeyişleri ile Hesiodos’un İşler ve Günler’i üzerine bitirme tezi hazırlıyor ve okuldan mezun oluyor; elbette ‘tanrıbilimi’sınavlarını vererek, annesi şöyle yazıyor ona bir mektubunda: “Sana defelarca yalvardığım halde senden birkaç sayfalık mektup bile alma mutluluğuna eremedim gerçi, ama canım yavrum, seni ne denli sevdiğim ve seni her zaman nasıl düşündüğüm konusunda sana güvence vermekten kendimi alamayacağım. Bir kez bana yazsan da, beni, sevgili anneni, hâlâ sevdiğini ve hatırladığını bildirsen, nasıl bir sevinç, nasıl bir haz duyardım. Belki bilmeden ve istemeden, öylesine kolayca incinmene ve acı bir kin duymana yol açtım. Durum böyleyse, n’olur bildir de, pürüzlerini gidermek için elimden geleni yapayım.” (seçme şiirler, ss. 8-9) hegel ve schelling’le dostluk kuruyor. schiller’in aracılığıyla charlotten on kalb adında, edebiyat çevrelerinde etkili bir kadının oğluna özel dersler veriyor, ona eğitmenlik ediyor. hyperion ya da yunanistan’da bir yıldız romanı üzerinde çalışmaya başlıyor. (1793) fichte’nin felsefe derslerini izliyor. goethe’yle tanışıyor; ama goethe ona ilgi göstermiyor. empodekles’in ölümü adını taşıyan oyunu üzerinde çalışmaya başlıyor (1897). adı idunaolan bir dergi çıkarmayı tasarlıyor; fakat derginin yayımı gerçekleşmiyor. edebiyat yaşamından gittikçe uzaklaşıyor: yalnızlaşıyor. annesine dönüyor (1800 ölüyor. özel dersler vermek için isviçre’ye gidiyor (1801). özel eğitmen olarak çalışmak için bordeaux’a gidiyor (1802). sevgili sussettegotard (1822). hölderlin: sinirlidir, aşırı öfkeler içindedir, taşkınlıklar göstermektedir. kendisinden buonarotti, scardanelli, scaliggerroso diye söz ediyor ve şiirlerinde bu adları kullanıyor. sınırlı şizofren tanısı konularak annesinin yanına dönüyor (1802). sofakles’inkral oidipus’unu ve antigone’sinialmanca’ya çeviriyor ve bu çevirileri prenses auguste’ye adıyor. tubingen’de bir kliniğe yatırılıyor (1806). ernstzimmer adındaki bir marangoza emanet ediliyor (1807) ve ömrünün sonuna değin (1843) otuz altı yıl boyunca bu iyiliksever insanın bakımı altında yaşıyor: yakınları (annesi, kardeşi, üvey kardeşi) kendisiyle hiçbir zaman ilgilenmiyorlar. hölderlin’in marangoz ernstzimmer’le ilgili bir şiiri, ne kadar güzeldir: zimmer için (çeviren: ahmet cemal): “Bir insan için derim ki, iyi ve bilgeyse “Onu beslemeye? Demek ki şudur asıl mana: 4. nietzsche, pek seviyor hölderlin’i. stefangeorg ve çevresindekiler, onu pek ululuyorlar: “Yeni Tanrı’ya çağıran bir ses, dilin ve ruhun gençleştiricisi.” diyorlar hölderlin için. Giderek, ölümünden sonra ondan etkilenenler çoğalıyor: rilke, trakl, hesse, josefweinbehar, ona şiir yazan almanlar öne çıkıyorlar. yine fransız şair pierreemanuel; ingiliz şairler edwinmuir, stehenspender, herbertread, micheal hamburger, venonwatkins de şiir yazanlar arasında yer alıyorlar. 5. otuz altı yıl delilikle ikizkardeş gibi yaşayan Johann christianfriedrichhölderlin için hekim müller, 1805 nisan’ında şunları yazıyor: “(…) Şimdiyse ruhsal bozukluğu çılgınlık boyutlarına ulaştı; yarı Almanca, yarı Grekçe ve yarı Latince’ye benzeyen konuşmaları artık hiçbir şekilde anlaşılmıyor.”mauriceblanchot ise, hölderlin’in izlediği yol değinisinde şunları yazıyor: “Delilik tümüyle Hölderlin’in aklını kapladığında, şiiri de altüst olur. Son şiirlerinde neredeyse dayanılmaz olarak sertlik, yoğunluk, gerilim adına ne varsa erince, dinginliğe ve yatıştırılmış güce dönüşür. Neden? Bunu bilemiyoruz.” (şiir atı, kitap/7, 1994, s.181) ‘çekingenlik’ (türkçesi: a. turan oflazoğlu) şiiri, derin ipuçları mı veriyor yoksa?: “Her başına gelen, hoş gelsin sana! 6. martin heidegger, ‘hölderlin ve şiirin özü’ çalışmasında ‘beş kılavuz söz’ saptar hölderlin’de ve onun şiirinin çözümlemesine girişir. varlık, oluş, varoluş, zaman, şiir, düş, oyun, sözlerle oynama, eylemsizlik alanı, tarih, dünya, konuşma, söyleşme, sözleşme, söz, dil, adlandırma, dinginlik, bütünleniş, sağlamlandırma, dinleniş, kutsal, kutsallık,… sözcüklerinin anlam alanlarının altını çizerek vurgusunu bağlamlandırır. hölderlin’in şiirlerinden, çalışma taslaklarından ve mektuplarından veriler bulur ve çözümleme kurgusunu oluşturur. Beş kılavuz sözden ilki, 1799 ocak’ında annesine yazdığı bir mektuptandır: “Şiir Yazmak. Bütün uğraşların en masumudur.” der hölderlin. ikincisi dil-mülkiyet bağıntısı olarak öne çıkar: “Ama kulübelerde barınır insan ve utangaç giysiye bürünür, çünkü ruha gözcülük etmede daha içtendir/daha dikkatlidir de, tıpkı rahibenin göksel yalımı koruması gibi, onun anlayışı budur. Ve bundan ötürü ona keyfincelik/ve Tanrı’ymış gibi buyurmak ve tamamlamak için üstün güç verilmiştir; bundan ötürü, dil mülklerin entehlikelisi verilmiştir insana, yaratarak, yok ederek ve batarak, ve hep yaşamaya, sevgiliye ve aynaya dönerek kendisinin ne olduğuna tanıklık etsin diye/ona senden kaldı bu, sendeki en tanrısalı, her şeyi esirgeyen sevgiyi senden öğrendi o” burada, heidegger, ‘kimdir insan?’ sorusunu sorar ve açımlamasını yapar dil-mülkiyet bağıntısını kurabilmek için: tanıklık, bildirme ve güvence sözcüklerinin öne çıktığını görürüz. giderek yeryüzü aitliğine bağlanır insanın kimliği. nesneler, özgürlük, zorunluluk sözcükleri de içsellik kazanır ve tarih, tarihliğine insanla, insana verilmiş dille kavuşur. üçüncü kılavuz söz: bir şiir taslağından alınır, bitmemiş bir şiirin: ‘Hiç inanmamış uzlaştırıcı’ sözleriyle başlayan: “Çok şey öğrenmiştir insan. heidegger’in bu şiir bölümünden çıkarsadığı şudur: “(…) Tanrılar bizi söyleşiye sokalı, zaman ‘zaman’ olalı. İşte o andan itibaren varoluşumuzun temeli söyleşi olmuştur. Dil insan varlığının üstün bir olayıdır tümcesi, bununla kazanmıştır anlamını ve temelini. Ama hemen yükseliyor soru: biz olan bu söyleşi nasıl başlar? Tanrıların bu adlandırışını kim tamamlar? Yırtıcı zamandaki kalıcı bir şeyi kim kavrayıp söz içre yerleştirir?” (seçme şiirler, ss. 40-1) ve bağlantıyı dördüncü kılavuz sözle ilintilendiriyorhölderlin’in sözleriyle heidegger: ‘anımsama’ (seçme şiirler, s.152) şiirinin son dizesidir bu ilintiye kaynaklık eden: “Fakat, kalıcı olanı ozanlar kurar. “Burada, geçici olan-kalıcı olan değildir.” der heidegger ve “Fakat varlık ve nesnelerin özü hiçbir zaman hesaplanamayacağı ve hazır bulunandan çıkarılamayacağı için bunların özgürce yaratılması, konulması ve verilmesi gerekir. Böylesi bir özgürce veriş, kurmadır.”yargısına varır. şiirin özü ile varlığın özü arasındaki ‘söz’ vurgusunun değeri daha bir önem kazanır böylelikle. beşinci kılavuz söz: “Erdem dolu, yine de ozanca barınır / İnsan bu yeryüzünde.” Sözüdür. peki, nereye çıkar yolu hölderlin’in? şairce varoluşa mı?: masum bir uğraş alanı; mülklerin en tehlikelisi dile sahip olma; öğrenme ve söyleşme ve işitebilme zamanını adlandırma; kalıcı olanı kurma; erdemle birlikte şairce yeryüzünde barınma, evet, şairce varoluşa çıkan yolu hölderlin’in. “Ozan yazfısının üstün ayrılmışlığında böyle tek başına kalırken, halkı adına ve dolayısıyla gerçekten, halkı için sağlar gerçekliği.” (seçme şiirler, s.49) 7. stefanzweig, dünya fikir mimarları’nda (çeviren: gürsel aytaç) şöyle der hölderlin için: “(…) Ve günü birinde sessiz sedasız nasıl yatağa düşüp öldüğüne gelince, bu ıssız düşüş, Alman dünyasında bir hazan yaprağının sallanarak yere düşmesinde daha çok ses çıkarmaz. Eski püskü elbiseleriyle zanaatkarlar onu mezarına taşırlar, yazılı yapraklarının binlercesi kaybolur ya da öylece saklanır ve onlarca yıl insanlık için, bu son, kutsal kümenin bu saf adamının destansı haberi.” evet, bu ıssız düşüş: hölderlin şairce varoluşunu bırakır dünyaya, bize: - ah, işte soluyarak çınlıyor / kutsal yaşam sevinci. - öğüt isteyin biricik doğa’dan. - ah, çocukken yere bakardım sık sık. - yıpratır alışkanlık ruhlarımızı. - gizlice: gece, o coşkun gece gelir sonra. - ekmek yeryüzü meyvesidir fakat ışıkla kutsanır. - ve kavaklarıyla sen, sevgili ırmak. - güle güle! al da kutsa benim yaşamımı / ey yurdumun göğü, bir daha! - şakadan çalınmış gibi mi duyulmalı o ezgi? - yürekler vurur da geri mi durur söz? - saçmalıyorum. sevinç bu. (…) çok şey söyleyeceğim sizlere. 12 kasım 1798’de dostu neuffer’e yazdığı bir mektupta neler der hölderlin: “Başkalrından daha kolay yok edilebilir olduğumdan, benim üzerimde yıkıcı etkisi olan şeylere üstünlük sağlayabilmek için daha çok çaba harcamam gerektiğine inanıyorum.” düşünelim üzerinde ve ‘patmos’a dönelim: “ (…) ____________________ hölderlin, seçme şiirler, türkçesi: a.turanoflazoğlu, iz yayıncılık, istanbul,1997 deliliğin arifesinde, çeviren: ahmetcemal, 1.baskı yky, istanbul, eylül 1996 iuceirigary, nietzsche’nin deniz aşığı, çeviren: İsmail yergüz, 1. basım, kabalcı yayınevi, istanbul, şubat 2000 şiir atı: kitap / 7, aralık 1994: bu yazı yazılırken: 1) helmuthvidhammer’in‘günümüzde hölderlin’ s.149; ramazan şen’in‘hölderlin kulesi’ s.157; stefanzweig’ın‘hölderlin’ s.165; mauriceblanchot’nun‘hölderlin’in izlediği yol’ s.181 yazılarından yararlanılmıştır. Hayati Baki
“Birini doğru görürsen, görürsün ötekini de.”
“Harfleri öldürür, ama ruhu yaşatır ruhları.”
“Ey kutsal varlık! Solar gidersin susarak;
“Çünkü ah, boşuna ararsın barbarlar
“Arasında yakınlarını günışığı içre,”
“Fakat ivecendir zaman. Ama ölümsüz türküm,
“Ey diotima, görecektir o güne, tanrılardan sonra
“Kahramanlarla sei adlandıran, ve sana benzeyen!”
“Gel de dindir benim için bu çağın kargaşasını;
“Kuduran kavgayı göklerin ezgisiyle yarıştır
“Ölümlü gönülde ayrılanlar birleşinceye dek,
“Eski, sakin, büyük doğası insanın
“Tedirgin çağdan ağıncaya dek, güçlü ve duru.
“Dön yoksun yüreğine halkın, yaşayan güzellik!
“Dön şölen masasına, dön yine tapınaklara!
“Çünkü Diotima narin kış çiçeklerice yaşıyor,
“Kendi ruhu zenginse de arıyor güneşi.
“Oysa ruhun güneşi, o daha güzel dünya battı
“Ve soğuk gecede fırtınalar çekişmekte yalnız.”
“Neyi gereksinir daha? Doyurabilir mi ruhu
“Herhangi bir şey? Bir başak, yeryüzünün
“En olgunlaşmış üzümleri, yetişmiş midir”
“Çoğu zaman sevgilidir bir dost,
“Ama ondan da fazlası, sanattır. Ey sevgili,
“işte sana söylüyorum gerçeği. Sensin
“Dedalus’un ve ormanın ruhu.”
“Sevince yatkın ol, öyle ya, ey yürek,
“Ne incitebilir seni, karşına ne çıkabilir
“Orda, gitmen gereken yerde?”
“Göklülerden nicesini adlandırmıştır o,
“Biz bir söyleşi olalı
“Ve birbirimizden işitebileli.”
“ Ve çiçekle yüklü bahçe,
“ Sessiz bir ateş: fakat ışık içre
“ Çiçeklenir yukarıda gümüş kar;
“ Ve ölümsüz yaşama tanık
“ (…)”
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR