Son Dakika



Victor Hugo'nun 1827'de yazdığı beş perdelik manzum dramı Cromwell, oyun olarak değil -sahneye konması güç bir oyundu- daha çok "önsöz"üyle ünlüdür.

Victor Hugo, "önsöz"de romantizmin bildirisini yazmıştır; edebiyat tarihinde böyle anılır. Hugo bu ünlü yazısında, insanda kalmış olan hayvansılığın sembolü olan grotesk yanın, insanoğlunun tanrısal yanı olan yüce'liğe karşıt olduğunu, dolayısıyla da sanat eserinin, doğa kurallarına uyarak grotesk'le yüce'yi bir arada bulundurması gerektiğini öne sürüyordu.

"Grotesque" Fransızca bir isim sözcüktür. Sözlükler, "grotesk" sanatı, "tekin olmayan güçlerin, bir araya gelmez gibi görünen şeylerin, mesela trajikle komiğin, adilikle yüceliğin birleştirilmesi; insanların her bir özelliğinin harmanlanması" olarak tanımlamaktadır. Grotesk kahraman, zıtlıkları bünyesinde barındırır, gülünçtür ama insanoğlunun öte yüzünü göstermek üzere bir canavara dönüşür; özü gerçekte dehşetengizdir.

Klasik edebiyatta, gülünç görünüşlü kimseler, telaffuzlarının gülünçlüğüyle dikkati çeken kelimeler için kullanılırdı. Terimin yeni bir anlam kazanması, romantiklerle birlikte ortaya çıktı ve grotesk olan -yani "gülünç çirkinlik"-, romantik sanatın temel unsurlarından biri durumuna geldi.

HALK KÜLTÜRÜNDE GROTESK ÖĞELER

Ünlü Rus eleştirmen Mihail Bahtin, 20. yüzyıl groteski üzerine yaptığı değerlendirmede, Roma komedi geleneğinin Ortaçağdaki uzantısı olan ve açık havada halka oynanan oyunları (mimus) grotesk olarak değerlendirmiş, kimi varoluşçu eleştirmenleri ise “grotesk gerçekçilik” kavramını ortaya atarak, bu akımla Bertolt Brecht, Thomas Mann, Pablo Neruda’yı birlikte anmışlardır.

“Grotesk gerçekçilik” ve onun çağımızdaki bir açılımı sayılabilecek, “büyülü gerçekçilik” konusunda Köy Enstitülü yazarlar üzerinden kafa yoran yazar Alper Akçam,  Ortaçağ metinleri ve halk anlatılarındaki “yarı komik yarı ciddi” atmosferin, Marquez'in ünlü romanı Kırmızı Pazartesi’nin ana izleği olmuştur saptamasını yapmaktadır.

Türkçe latin harflerine kavuştuktan sonra, yazar ve şairlerimiz halkın konuşma dili olan Türkçe’yi kullanmaya, halk kültürünün sanatsal özelliklerini edebiyat dünyamıza, öyküye, romana taşımaya başlamıştır.

Halk kültüründe grotesk öğeler bolca vardır. Orhun Yazıtlarından Dede Korkut'a, Kaşgarlı Mahmud'un derlediği atasözü ve bilmecelerden Nasrettin Hoca fıkralarına kadar bu öğe Türk kültür yaşamının neredeyse ana eksenini oluşturmuştur.

Alper Akçam'a göre, halk kültürünün “grotesk” öğelerinin “yazınsal alan”da yaşam bulmasını asıl sağlayan yazarlar "Köy Enstitüsü çıkışlı" yazarlar olmuştur.

“Köy Enstitülü yazarlarla birlikte Anadolu halk kültürüne ait, çoğul gerçeklikçi, gülmecenin önde tutulduğu bir bakış açısıyla yaklaşım tarzı kültürel üstyapıya taşınacak, dilde ve düşüncede halk kültürünün bir tür yeniden doğuşa uğratılmasına dayanan yenilikler yeşerecektir.” saptamasında bulunan Akçam, “Köy Enstitüsü kökenli yazarların yazınsallıklarının ana damarını oluşturan halk kültürüne ait nitelik, ne yazıktır ki, yazın araştırmacılarımız ve eleştiri ortamımız tarafından hemen hiç algılanamamıştır. Seçkinci, derebeyci anlayışı yansıtan bir aydın kesimi, edebiyatımızda halk kültürü öğelerini taşıyan yapıtları 'Köy Romanı' yaftası ile karalayıp dışlamış ve türün kanon diyebileceğimiz genel anlayış içinde gözden düşmesinde önemli bir rol oynamışlardır.” demektedir.

Köy Enstitülü yazarlarımızın, insanla hayvan ve doğa arasındaki ayrımları silikleştiren biçemleri, “grotesk” öğeleri modern edebiyatta başarıyla kullanmanın tekil örneklerini oluşturmaktadır. Öyle ki, Nabizade Nazım'ın ilk “gerçekçi köy romanı” kabul edilen Karabibik'inden Yakup Kadri'nin Yaban'ına alışıldık türün dışında, hümanizmayla natüralizmin at başı gittiği başka türlü bir zengin dünyayla karşı karşıyayız.

Alper Akçam'a göre, Köy Enstitüsü çıkışlı yazarlardan Talip Apaydın, Dursun Akçam, Fakir Baykurt, Başaran, Ümit Kaftancıoğlu gibi yazarların ve şairlerin halka ait duygu dünyasına kolayca uzanabilmeleri ile "yazınsal alanın imgelem kurulumunda bir devrim" yaşanmıştır.

OSMAN ŞAHİN ve GERÇEKÇİLİK YANILSAMASI

Mersin'in Toroslar ilçesine bağlı Arslanköy'de 1940 yılında bir Türkmen obasında doğan Osman Şahin, tam anlamıyla halk kültürünün bir çocuğu olarak büyümüştür. Osman Şahin'in müthiş gözlem gücüne beş duyu organının özel yeteneklerinin eklenmesi, Türk edebiyatına bir büyük yazarın katılmasına yetmiştir.

Ne var ki Osman Şahin'i Osman Şahin yapan Köy Enstitüsü'nü kazanması ve burada okuma olanağı bulmasıdır. (Kardeşleri ya da köyündeki yaşıtları gibi Toroslar'a saplanıp yok olabilirdi de.) Böylece doğaya çoğu yazara nasip olmayan yakınlığa ve binlerce yıllık Türk halk kültürünün imbiğinden geçmiş bir ailede çocukluğu geçirmiş olmanın şansına modern Türkiye'nin yaşadığı tüm tarihsel toplumsal süreçlerin bir yazar için bulunmaz nimet olaylarının göbeğinde bulunarak tanıklık etmeyi de ekleyince, yazar Osman Şahin kozmogonisini anlamaya giriş yapabiliriz.

Osman Şahin bu zenginliğin ayırımındadır. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını anlattığı son romanı Ölümün Süt Dişleri'nin girişinde Fernando Pessoa'dan aldığı "Bir insanın gerçek boyu, görüp yaşadıkları kadardır" değerlendirmesi bunu kanıtlamaktadır. Bir yazarın yazar olabilmesi için çok okuması, yani kendinden önceki -yerli/yabancı- edebiyatı soğurmuş olması ve yazma yeteneği, olmazsa olmazlardır. Ancak yeterli değildir; buna zengin bir yaşam deneyimini de eklemek gerekir. Büyük yazar ve şairler "çekmeli", “yaşamalı”dır! Çoğu yazar ve şair başarılı bir yaratıcı olmak için, çok büyük acılara neden olması ve ruhsal ve fiziksel olarak öldürücü/yıpratıcı bir yol olmasına karşın böyle bir yaşamı -bilinçli ya da bilinçsiz- yeğlemişlerdir. Osman Şahin, böyle bir yaşamı “doğal” olarak yaşamıştır; bu açıdan Türkiyemiz -hakkını vermek gerekir ki- yazar ve şairlerimiz için eşsiz olanaklar sunmaktadır.

"Tanrılar istemişler de dokumuşlar yıkımı insanlara, gelecek kuşaklara destan konusu olsun diye!" (Odysseia, s. 579-580)

Osman Şahin'e, yaşadığı dönemin egemen ideolojik süreçlerine bakarak "gerçekçi" (realist) hatta "toplumcu gerçekçi" bir yazar denebilir.

"Hakikati baş aşağı çevirirsek, kendi başımızın da durması gereken yerde durmadığını ayrımsamayız genellikle." diyen Nietzsche'yi enstitü kütüphanesinde "Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi"nden mutlaka okumuştur. (Karışık Kanılar ve Özdeyişler, s. 96)

Bilindiği gibi gerçekçilik (realizm) bir estetik ve edebi kavram olarak 19. yüzyıl ortalarında Fransa'da ortaya çıkmıştır. Nasıl ki romantizm klasizme bir başkaldırı olarak doğmuşsa gerçekçilik de, hem klasisizme hem de romantizme bir başkaldırıdır. Gerçekçilerin amacı, günlük yaşamın önyargısız, bilimsel bir tutumla incelenmesi ve edebi eserlerin bir bilim adamının klinik bulgularına benzer nesnel bir bakış açısıyla ortaya konmasıdır. Gerçekçilik burjuvazinin kendisini var ettiği, yasallaştırdığı bir akım olarak değerlendirilir.

Gustave Flaubert, Emile Zola, Honore de Balzac, Stendhal, Rusya’da Lev Tolstoy, İvan Sergeyeviç Turgenyev, Dostoyevski, İngiltere'de Charles Dickens, Amerika'da Theodore Dreiser, Ernest Hemingway, John Steinbeck, İrlanda'da James Joyce önemli temsilcileridir. Gerçekçilik, 20. yüzyıl romanının gelişimini de önemli ölçüde etkilemiştir.

Osman Şahin'de analitik denebilecek müthiş bir gözlem gücü vardır. Örneğin aşağıdaki gözleme dayalı betimlemeler ancak her çağda kalıcı büyük yazarların özelliklerindendir.

"Gölün cam gibi parlak, temiz yüzünde en küçük bir kırılma, dalgalanma, akışma olmazdı. Derken bir kırlangıç belirirdi havada. Yumuşacık sessiz uçuşuyla göle dalar, gölün yüzünden bir damla su alıp gidince koca gölün yüzü hafifçe kırışır, göl uykusundan uyanırdı böylece." (s. 21)

"Sığırlar, özellikle sabahları açlıktan çıkmışlar gibi otlarlar, önlerinde yayılacak ot kalmayınca, ormana doğru yürürlerdi. Firuze mavisi gökyüzünün altında koyu yeşil ormanlar, sedir ağaçları öylesine yükselmişlerdi ki dallar birbirine tutunarak büyümüşlerdi sanki. Çok geniş bir alanı kaplayan dalların üstleri, sakızı terlemiş, çiğit yeşili kozalaklarla doluydu." (s. 22)

Sosyalist ülkelerin uygulamalarının olumlu yanlarını, kapitalist ülkelerin olumsuz yanlarını öne çıkaran "Toplumcu Gerçekçilik" akımının tersine Osman Şahin'de aslolan, romantik gerçekçiliktir. Romantizm, klasizme başkaldırırken burjuvaziye de teslim olmamış, arada, bu özelliğiyle de devrimci, bağımsız bir akımdır. Osman Şahin, grotesk öğeleri yapıtlarında bolca kullanan bir "gerçekçi" olarak, "Romantik Gerçekçi" akım değerlendirmesi içinde tanımlanabilir.

Bu nedenle, Osman Şahin'in kahramanları dünyaya kendi evrenlerinden bakarlar. Tıpkı Mihail Bahtin'in Dostoyevski için yazdıkları gibi:

"Dostoyevski için önemli olan kahramanının dünyada nasıl göründüğü değil, dünyanın kahramanına nasıl göründüğü ve kahramanının kendisine nasıl göründüğüdür. Yani kahramanın kendisiyle ilgili bilinci romanın düzenleyici ilkesi haline gelir. Kahramanın her şeyi yutan bilincinin yanına yazarın yerleştirebileceği yalnızca tek bir nesnel dünya vardır: Kahramanla eşit haklara sahip başka bilinçlerin dünyası.” (Dostoyevski Poetikasının Sorunları, s. 97-100)

Dünyamızda her şeyin insan açısından "güzel" olmadığını, güzelin yanında çirkinin, kibarın yanında biçimsizin, yücenin arka yüzünde acayipliğin bulunduğunu, iyinin kötüyle ışığın karanlıkla birlikte olduğunu, gerçek sanatçılar yapıtlarına mutlaka yansıtırlar.

ÖLÜMÜN SÜT DİŞLERİ ve ANA 

Osman Şahin'in Ölümün Süt Dişleri adlı otobiyografik romanı kırsal alanın romantik doğa betimlemelerinden kapitalizmin sistem ilişkilerine dek uzanan, ama merkezine insanın dünyaya bakışını koyarak gerçeğe ulaşan bir roman. Yapıt, bölüm başlıklarına bakarak bir anı/roman ya da küçük öykülerden oluşan bir toplam olarak değerlendirilebilir. Ne var ki bizce, özellikle insanın nefesini kesen son bölümüyle en son sayfaya bıraktığı merak duygusuyla kurgusal olarak da zekice kotarılmış başarılı bir romandır. Çünkü -Hugo'nun dediği gibi- çağdaş şiirde her şey drama ulaşır! Victor Hugo, "Yeryüzünde her zaman aynı toplum bulunmadı. İnsan türü, bizlerden biri gibi kendi bütünü içinde büyüdü, gelişti ve olgunlaştı. Çocuktu, adam oldu, şimdi de onun zorunlu yaşlılığına tanık oluyoruz." diye yazarken sanki Ölümün Süt Dişleri'ndeki kahramandan söz etmektedir.

Osman Şahin'i yakından tanıyanlar, onunla konuşanlar anlatacaklarına zaman yetiştiremeyeceğinden kaygılı sonsuz konuşkan, yaşam iştahlı bir insanla birlikte olduklarını görürler. Anlattığı akıl almaz öykücüklerle, başından geçenleri yazmayı unutmamak için sanki sözlü ders çalışmaktadır. Osman Şahin'de yaşamak, ölümlü, sıradan insanlardaki gibi rahat, geniş zamanlı değildir. O yaşadıklarını yazmak için yaşamaktadır; boşa geçirecek zamanı yoktur; yaşadıklarını diğer insanlara anlatmakla görevlendirilmiştir. Edebiyat da zaten insanın öyküsünü insana anlatma işi değil midir?

DOĞUM

Osman Şahin romana anası Şakire'nin görüntüsüyle başlar. Osman Şahin'in yapıtlarında ana imgesi kutsaldır ve Dede Korkut'daki "oğul"ların "ana"larıyla ilişkileri gibi destansı/grotesk neredeyse marazi bir ilişkidir.

"Kalçaların genişti; en çok çalışan yerin orasıydı çünkü; on üç kez göbek bağlarımız kesilmiş on üç kez yer açmıştın kalçalarının dibinde bize. Bu yüzden evimiz bir çocuk baskınıydı, memelerin soframızdı. Ve yalınayak izlerimizden tanırdın bizleri. Kıl keçeden beşikler örer, 'yaşam ağacı' figürler işlerdin üzerine. Çiçekli fistanlar giyer nohut iriliğinde, açık yeşil tokalarla süslerdin çemberin çevresini." (Ölümün Süt Dişleri, s.7)

Ana Şakire'nin oğul Osman Şahin'e söyledikleri:

"Alaman harbi vardı. Karlar yeni erimeye başlamıştı. Dağlar ala paraydı. Karım yüklüydü sana. Ağılda davar sağarken suyun boşanıverdi. Koyun ağılında, parlak, bulutsuz bir göğe doğdun sen oğul. Bulutsuz, açık göğe doğanların yazgılarının güçlü olacağına inanılırdı. Oğlan olduğun için gözüne kartal tüyü ile kara sürme çektiler. Kız olsaydın, güvercin tüyü ile sürme çekeceklerdi gözüne.” (Ölümün Süt Dişleri, s. 8)

Dede Korkut'da Burla Hatun'un “oğul”una söyledikleri:

"(...)

Oğul oğul ey oğul

Tokuz ay tar karnumda götürdüğüm oğul

On ay diyende dünyaya getürdüğüm oğul

Tolması altun bişikde beledügüm oğul."

(Dede Korkut Kitabı, s. 106)

Osman Şahin, Kolları Bağlı Doğan'da kitaba adını veren hikâyeyi de anasından almıştır. Bu kitabın ismini ölüm döşeğindeki anası koymuştur dersek yeridir. 12 Eylül sonrası Toroslardaki köyünde yaşayan yaşlı Türkmen anasını görmeye gittiğinde hapiste yatan küçük kardeşinin haberi üzerine ana Şakire, “Siz bilmezsiniz oğul. Sizin büyük dedeniz kuşçuydu. Çok iri doğan kuşları besler büyütürdü...” diye başlayan anlatımıyla kitaba adından başlayarak her satırında ağırlığını koyar.

Müthiş grotesk öğeler içeren, Kleist'in dünyasından, Don Kişot'un dünyasından bir parçayı andıran “Darağacı Avı” öyküsünde, Miran'ın, babasıyla amcasını öldüren, sevdiği kızı alan, bu yüzden düşman bellediği Hamey'i bir dere yatağında pusuya düşürüp vurması ve onu bir ağaca bacağından asıp kokana, çürüyene dek başında bekleyişini anlatır. Ne var ki herkes bu olaya karşı gelir. Anası da azık getirir, ama bir yandan oğluna kızar.

Osman Şahin'in Kara Hapa, Sultan Ana ve Ümmülü Ana adlı üç anlatıcı kadını anlattığı “Bey Analar” adlı öyküsünde de “ana” figürü başa oturur.

Kırsal dünyanın baş kişileri analardır. Osman Şahin'in yapıtlarında dişi (ana) hayvan da bir Türk kültü olarak değerlidir, kutsaldır.

ÇOCUKLUK

“Ne yapayım ki yeterince emziremedim seni. İkiz kardeşlerine hamile kalmıştım, sütüm kesildi. Boz düştün zayıf düştün. (...) Üşümelerin, açlıkların sürdüğü, oklavayı yaladığımız yıllar. Ve en çok duyduğumuz çan sesi. Hep bu üç ses yönetirdi bizi oğul. Ormanda kaybolmayasın diye küçücük oğlak çanı takıvermiştik boynuna. (...) Üç yaşına basınca aklımız kesti yaşayacağına... Ve sonra beslemeye başladık seni.” (Ölümün Süt Dişleri, s. 8-9)

Kahramanımızın başına daha doğarken, çocukluğunda inanılmaz, akıl almaz olaylar gelmektedir. Yaşaması, yaşayacağına inanılmasıyla ancak mümkündür! Ne var ki beş yaşında bir yılanın üzerine basar, yılan ayağının altını ısırır. Anasına göre, “Yılanın üstüne basmışsın; kimse kimseyi üstüne bastırmaz. O da mecburen ayağının tabanından ısırmış”tır. Anası ısırılan yeri kızgın demirle dağlar, sütle yıkar, süt içirir. Ayağı kırık ama, “Kır sakallı, erik gözlü, bol sütlü” bir keçinin kıl çadıra bağlanması kahramanımızı yaşatacak sütün pınarı olur.

Yapıtta grotesk öğelerden en önemlisi yer sofrasının çevresine yaş sıralamasına göre oturan kardeşlerin tek kaşığı iki kişi olarak sırayla kullanmasıdır. Gülünç gelen bu durum büyük bir ciddiyetle yaşanır ve anlatılır.

Gölpınar çobanlığı, kitapta en önemli bölümlerden birini oluşturuyor. 1950 Nisanında ilkokulu bitiren Şahin'e babasının biçtiği görev on kilometre yukarıda yüksek dağların ormanların ardındaki yörük yurdu Gölpınar'da sığır çobanlığıdır. Doğanın ortasında yapayalnız bir çocuk, kaldığı mağara, yağmur çamurda ayakkabısız ayakları, bitlenmesi, bitlerden kendi başına kurtulması, kır bekçisi Ağzıkör Amca'nın ölümü, Sarıöküz’ün, arkadaşı yoldaşı Karaöküz'e ağlaması gibi inanılmaz olaylar Osman Şahin edebiyatında temel izleklerdendir.

Yaşar Kemal gibi kutsal dağlar, kutsal hayvanlar, kutsal bitkiler yoktur Osman Şahin'de. Bir kızılderili mezarlığı gibidir doğa çoğu kez. (“Sonuncu İz” adlı öyküsünü burada anmadan geçemeyeceğim!) Doğum ve ölüm, acı ve sevinç birliktedir; grotesktir!

DİCLE KÖY ENSTİTÜSÜ

Dağda bitlenmenin umutsuzluğun tam ortasında kardeşi Ejder Mersin'e Köy Enstitüsü sınavına gireceğini müjdeler. -Sınava gidişi de inanılmaz olaylarla doludur.- Sınavı kazanır ancak bu kez okulda yer yoktur. Trenle Dicle Köy Enstitüsü'ne gönderilir. Enstitü yılları, başlı başına olaylarla doludur. Tatilde köye, anasına hediye götürmek için sakladığı sabunların herkesin gözü önünde yakalanması herhalde Osman Şahin'i tanıyanların da iyi bildiği efsane olmuş bir olaydır; çünkü yazmadan önce sayısız kez anlatmıştır!

Kaderi, geleceği, köydeki kardeşlerinden, kız kardeşlerinden ayrılmış, başka bir dünyanın çocuğu olmuş Şahin, okul tatilinde köye dönüşünde yaşadıklarını, romanın son bölümünü oluşturan “Ölümün Süt Dişleri”nde çarpıcı bir biçimde anlatır.

Bu bölüme değinmiyorum. Ölümün Süt Dişlerini okumak isteyen okurun kendisinin öğrenmesini istiyorum.

Büyük sanat yapıtları ancak doğadan, maddi gerçekten ve kendisi de bir gerçek ve bir doğa olayı olan esinden yaratılırlar. Osman Şahin en büyük yaratıcılarımızdandır.

KAYNAKLAR

Ölümün Süt Dişleri, Osman Şahin, Kırmızıkedi yayınları İstanbul 2012

Darağacı Avı, Osman Şahin, Can yayınları, İstanbul 2010

Kolları Bağlı Doğan, Osman Şahin, Can yayınları, İstanbul 2010

Sonuncu İz, Osman Şahin, Can yayınları, İstanbul 2007

Dostoyevski Poetikasının Sorunları, Mihail Bahtin, Metis yayıncılık, İstanbul 2004
Odysseia, Can yayınları, Azra Erhat - A. Kadir, İstanbul 2013

Karışık Kanılar ve Özdeyişler (İnsanca Pek İnsanca), Friedrich Nietzsche, Türkiye İş Bankası yayınları, çev. Mustafa Tüzel, İstanbul 2013

Dede Korkut Kitabı-1, Muharrem Ergin, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2011

"Victor Hugo'nun Romantizm Akımı'nı Cromwell Piyesinin Ön Sözünden Bildirmesi", Tengiz Yavuz, http://www.tilahan.net/

http://www.alperakcam.com/yozdavar.pdf

Ahmet Yıldız

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)