Yalçın Hoca’nın, -izninizle biraz uzun olacak- “benzetmeye” yanıtı şöyledir ve devam etmek için gereklidir:

Felsefe ile şaka’nın ilişkisi var mı? Belki de ‘şaka’, şiddeti olmayan felsefe denemesidir. Belki de bu nedenle, ben, şiddetli eyleme dönüşmeyen faaliyetlerimde, yazı ve konuşmalarımda, ‘şaka’ ögesini çok kullanıyorum; bir de, gülmenin insan yüzüne dans etmek ve inanmak ile birlikte, en çok yakışan üç renk olduğuna inanıyorum. … Londra’daki toplantılarımızda, …‘cansız, ancak henüz ölmemiş ve bu nedenle umutlu bulduğum’ devrimci kütlelere, düşünce kadar şaka da sunmaya çalıştım;…devrim yoluna yeni girdiğini sandığım bir arkadaşımız, benim konuşmalarımdan hoşlanmamış olmalı, söz alıp, ‘Biz Yalçın Küçük’ü demokrat biliyorduk,  Nasreddin Hoca çıktı’ deyiverdi; kavlince beni hem övüyor ve hem de yeriyordu. Aklınca ‘demokrat’ diyerek övüyor ve ‘ Nasreddin’ diyerek yeriyor, ya da hakaret ediyordu. Aslında pek çok devrimcimiz örneği, sözlerini pek iyi bilmiyordu ve bana hakaret ettiğini sandığı zaman beni övüyor ve beni övmek isterken de, …hakaret ediyordu. Bana ‘ Nasreddin Hoca’ demek, beni bölgemiz halklarının bu ortak halk filozofu ile özdeşleştirmek, ….henüz haketmediğim bir övgü’dür. Bana ‘demokrat’ demek ise, … hiçbir zaman haketmediğim ve her zaman, şiddetle ve nefretle reddettiğim bir hakaret’tir. (Tarihçe, Yalçın Küçük, Akış Yayıncılık, İstanbul, 1. Baskı,1997, s.125)

Demokrat’lığı reddedişinin kökenine de açıklık getirerek konumunu özetleyen bir alıntı daha yapmak istiyorum Yalçın Hoca’dan :

“(…) Ben aydınım ve …sosyalist olmaya çalışıyorum. Ben demokrat değil…devrimciyim. Hiçbir demokrat devrimci değildir. Bu nedenle Lenin ve arkadaşları, Paris Komünü yenilgisi sonrasında, tıpkı bugünkü gibi, komünizm itibarını yitirince, o zamanlarda uydurulan anlamsız ‘sosyal-demokrat’ sıfatının da etkisiyle, ‘devrimci-demokrat’ lafını buldular; ancak zaman içinde bütün solumuz sağa kayarken, ‘devrimci’ kimliğimiz mezara gömülürken, bu talihsiz tamlamayı, ‘devrimci-demokrat’ tamlamasını, asıl sıfatından soyarak ortaya sadece ‘demokrat’ lafını bırakmış bulunuyoruz. (…) demokrat sözcüğünü, kendimize değil, ikiyüzlü zalimlere ve işe yaramaz gevezelere ayırmak durumundayız.” (Tarihçe, s.127)

Görüldüğü gibi, Yalçın Hoca “demokratlığa” hayır, Nasreddin Hoca’ya evet diyen bir pozisyon sergilemiştir. Yazının amacının Hoca’nın Hoca’ya benzetilişini anlamaya çalışmak olduğu baştan belirtildiği için, burada dile getirilen “demokrat” kavramı üzerine ayrıca bir değerlendirmeye girişilmeyecektir.

HOCA’YA ÜÇ KARALAMA

Yalnız, konumuz bağlamında, Yalçın Hoca hakkında harcıalem üç eleştiriyi, eleştiri demek ne kadar mümkünse, hatırlatmak şarttır.

Bir: Hoca, Türkiye yöneten sınıfların etnik, dini, kültürel yapısını araştıran çalışmaları nedeniyle, düşman kalemler ayrı, bazı solcularımızca köken avcısı, Yahudi karşıtı ilan edilmiştir.

İki: Özellikle sığ bir algı ile halkın koşullandırılmasını üstlenmiş merkezlerden “deliliğine” hükmedilmiştir.

Üç: Türk’ten çok Türkçülük taslayan türden etnikçi, dinci, anti cumhuriyetçi her soydan kriptoların nezdinde “darbeci” sayılmıştır.

Gerçi, şimdilik adına “Londralı eleştirmen” diyeceğimiz şahsın Yalçın Hoca ile Nasreddin Hoca arasında kurduğu paralelliği neye dayandırdığı pek net olmamakla birlikte, alıntıdan bir ipucu edinebiliyoruz: Hoca’ya gülünç, saçma, çılgın, gayriciddi yollu imada bulundukları anlaşılıyor.

Yukarda üç maddede zikredilenler dahil, bunları eleştiri değil küfür bildiğini biliyorum ve her birini eğilmez, bozulmaz, yorulmaz kavgasında çöpe göndermiştir. Üretken ve eylemli hayatı, yoğun emek dolu ciltlerce külliyatı Türkiye ilericiliğinin, aşılması, çürütülmesi imkânsız değilse bile, zor gözüken eserleri arasındadır. Uzun mücadele sürecinde teorik ve pratik zorunlulukların neredeyse zorlaması ile, çeşitli uğraklarda ortaya koyduğu duruşların/verimlerin/reflekslerin daima bedelini ödeye ödeye yürümüş Yalçın Hoca’nın deliliğe fazla itirazı yoktur. Çünkü “deliliği” -adeta müneccim türünden gelecekte Hoca’nın akıl sağlığına ilişkin kehanetlerde bulunan Aziz Nesin’e verdiği cevapta- “bir akıl düzeninden diğerine geçerken ortaya çıkan yapıya verilen ad ol(arak)” tarif etmiştir. (Estetik Hesaplaşma, Yalçın Küçük, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1987,s. 235)

Aydını, içinde dengesizlik bulunan yaratık olarak tanımlayan; dengesizliği, ilerlemenin potansiyel tetikleyicisi gören aydına sadık bir insan açısından, başka türlüsü beklenemez. Her gerçek aydın benliğinde ateşini taşıyandır. Aydının serüveni, deha ile, yaratıcılık ile, delilik arasındaki ince çizgidedir bir bakıma… Toplumsal düzlemde deli, doğru bilinen yanlışlarla uğraşan, statükonun sınırlarını zorlayan, vasatla çatışan, sırlı hesapları bozan adam demektir.

Özetle, egemen düzenin ahlakını, güvenliğini, hukukunu, mülkiyet ilişkilerini sürdürmek, “delilere” terstir. Yalçın Hoca’nın “köken avcısı” suçlamalarına hedef haline gelmesi ve kendi deyişiyle “yeni bir cumhuriyet için” sosyalist iktidar tutkusu ondaki “delilik” sevgisindendir: Öncelikle Türkiye’de siyasette, sanatta, bürokraside, ticarette, basında kastlaşmış tabakayı incelerken, söz konusu tabakaya mensup elemanlarda genellikle iki dinliliği keşfetmiş ve keşfinin peşindeki ısrarı onu uluslararası gizli Sabetayist bir şebekenin eşiğine getirmiştir.

Bu noktadan sonra bütün zehirli okların ona yöneltilmiş olması şaşırtıcı değildir. Üstüne üstlük halk iradesini gasp eden bizatihi iktidar öznelerinin ya daçeşitli sektörlerdeki beslemelerin ya da müzmin muhalif sol kesimlerin konforlarını yitirme korkusu içinde, alternatif her iktidar yolunu “darbecilikle” yaftalama bayağılıklarına muhatap kalmıştır.

HALK FİLOZOFU NASREDDİN HOCA

Muhtemelen en popüler yanı ile ezbere ve klişelere alışık olan Londralı “ciddi” devrimci eleştirmenimiz(!) için, Nasreddin Hoca da en fazla bir deli’den ibaretti. Türk mizahının bu zeki, parlak, hoşgörülü, hazırcevap, tok sözlü, nüktedan, bilge temsilcisine zamanında “deli” gözü ile bakılması ve halen “delilik” yakıştırılması, sanki her egemen düzenle çatışanların doğal bir kaderidir.  Nasreddin Hoca’yı anlamsız sözler söyleyen, akıldan noksan, düzü tersten gösteren “eşekli bir budala” gibi resmeden de aslında halkı uyutan, sömüren hegomonik sistemdi.

Oysa Hoca, dilin inceliklerini ustaca kullanarak, Anadolu kültürünün güçlü fıkra tekniği ile ahlak, töre, din kurallarındaki akıldışılıkları, yöneticilerin saçma, haksız uygulama ve davranışlarını teşhir etmeye, eleştirmeye çalışmıştır. “Delilik”, toplumsal önyargılardan, kıskançlıktan, işgüzarlıktan kaynaklı tepkiler bir yana, esasen tarihsel akış içinde Nasreddin Hoca türünden “aykırı” seslerin bir nevi durdurulamamasının, susturulamamasının, yok edilememesinin ödülü’dür. O’nu aşağılamaya, itibarsızlaştırmaya niyet edenleri aşağılayan, itibarsızlaştıran bir ödül. “Delileri” ölümsüz kılan, egemenleri gömen bir ödül… Bazen yaşamda gerçek anlamda insan kalabilmek ancak “deliliğe” yakalanmakla mümkün olabilmektedir.

Deliliğin patolojisi, çağına, mekanına, toplumuna göre değişse bile, işlevsel doğrultusu sabittir; yerleşik olanın zıddına, dışına doğru yönelen yahut da bu derece kesinliğe erişilemediğinde ise mutlaka çelişkilerin, uyumsuzlukların çeperlerine tırmanan bir sabite.

Tam da burada, Anadolu’nun bağrından uzak Asya’ya, Avrupa’dan Afrika’ya pek çok dilde ve ülkede yer alan/tanınan, hatta bazı halkların/ülkelerin kendilerine özgü folkloründe yeniden “kahraman” haline getirilip dünyanın Hoca’sı haline gelmiş bu halk filozofumuzun gerçek kişiliğini çok daha güzel anlatan ve hakkında önemli bilimsel araştırmalar yapmış Pertev Naili Boratav’ın klasik eserine başvurmakta yarar var:

Nasreddin Hoca, hicvettiği insanları birçok hikayesinde eşek olarak temsil etmektedir. Türkçemizde eşek kelimesi, bilindiği gibi, aptal ve ahmak kelimeleriyle eş anlamda kullanılmaktadır. (…)Eşeklerin sevgili Hoca’mıza bu azizliği hoş görülmelidir. ‘Ermişlerin biniti geyik, bilginlerin biniti eşektir.’ Bugün de, köylü, kentli nice insanlarımızın mihnet ortağı olan mübarek hayvan, … insanoğullarına ibret dersi olan birçok olayda baş rolü almıştır.” (Nasreddin Hoca, Pertev Naili Boratav, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 1. Baskı, 2006, s.31)

Halk fıkralarını, masallarını, efsanelerini inceleyenler ‘deli’ kelimesinin, birbirinden farklı iki anlamı ile karşılaşırlar: Birincisi, saçma sapan işleriyle ipe-sapa gelmez sözleriyle saf ve aptal göründükleri halde, gerçekte bilge niteliği taşıyan ve garip davranışların altında ders alınacak gerçekler gizleyen kişi.Hoca …birçok hikayede bu niteliği ile karşımıza çıkar. Rum’un (yani Anadolu’nun) delisi böyledir; uslusu nice olur? ‘Deli’, ikinci anlamı ile gerçekten akıldan noksan, saf ve aptal, saçma sapan işler yapan insandır. Sivrihisarlılar da bu türden,15. Yüzyıla kadar hikayelerin kahramanı iken şimdilerde tıpkı Kayserililer gibi, işini bilir, cin fikirli kişiler olarak ün salmışlar.” (Nasreddin Hoca, s.38-39)

İKTİDARI ELEŞTİREN, İKTİDARIN HEDEFİNDE İKİ HOCA

Sivrihisar, Akşehir Hoca’nın doğduğu, imamlık, kadılık yaptığı, öldüğü topraklar. Sosyal hayat, ticari hayat gözlemlerine özellikle Sivrihisar sahne. Boratav söylemiyor ama (para için dinin, milliyetin hep ikinci planda kaldığını unutmamak kaydıyla) ticari hayata hâkim eşraf çoğunlukla gayrimüslimlerden, Yahudilerden oluşuyor. Fıkralarına konu olayların içeriğindeki kurnazlık, hilebazlık, aldatma, aç ve açıkgözlülükleri besleyen bir nesnellikle iç içe… Dolayısıyla “dehalarının”, “deliliklerinin” dışında Nasreddin Hoca’yı Yalçın Hoca’yla buluşturan bir ortak nokta daha ortaya çıkıyor: Kripto etnik kimlikçi egemenlerin önce ve özellikle egemenliklerinin sorgulamasını yapmayı “köken avcılığı” ile karalamak, bastırmak, suçlamak!

Belki de başkalarının ayıbını yüzüne vurmamak için çoğu kere “budala”, “saf” rolü oynayan Hoca, gülünecekse kendine gülüyor, güldürecekse kendini güldürüyor, ama yalnız güldürme amacı taşımayan, yer yer müstehcenliği göze alarak ince alay kıvamında, metafizik düşüncelere, zorbalığa, şiddete, baskıya karşı çıkan, toplumsal eleştiri nitelikli fıkra üretmenin harika örneklerini de kazandırıyor evrensel kültüre. Hoca’nın heybesindeki her bir fıkrası insanlığı güldürürken düşündüren, etkileyen özlü, yalın sözcüklerden oluşmuş; kitlesel kabulleri, tanrı-kul inanışını, yöneten-yönetilen eşitsizliğini, birey-toplum ikilemini sorgulayıcı muzipçe incilerdir. Kuşkusuz asırların imbiğinden süzülüp gelmişler ve insanlığın ortak belleğine/mirasına emanet edilmişlerdir.

İki Hocamızda yoksuldan, zayıftan, haklıdan, bilimden yana. Onların kişiliklerini lekelemeye çalışanlara, en başta onların tarihi geçit vermez.

Bitirirken Londralının şahsında tüm kaba, sığ, kerameti kendinden menkul eleştirmenlerin aynayı kendilerine tutmasını tavsiye ederim.

Son olarak meramımızın kısmen somutlanmasına ışık tutması umuduyla yorumsuz iki Nasreddin Hoca fıkrası kaydedeceğim.

  1. Hoca, bir gün padişaha, kızarmış bir ördeği hediye götürür, ancak çok acıkır ve dayanamayıp yolda ördeğin bir budunu yer. Padişah, bir budun neden eksik olduğunu sorunca da, ‘Bizde ördeklerin tek budu vardır’ diyerek bahçedeki tek ayaklarını kanatlarının altına çekerek duran ördekleri gösterir. Padişah da davulcusunu çağırarak çalmasını söyler. Gürültüyü duyan ördekler iki ayaklarıyla koşmaya başlarlar. Bunun üzerine padişah da ‘hani sizin orda tek bacaklıydı?’, diye sorar. Hoca ‘Sultanım, odavulun tokmağını siz yeseniz, vallahi dört bacaklı olurdunuz’, der. (aktaran Selma Sol, "Nasrettin Hoca Fıkralarında Yoksulluk Eleştirisi", Folklor Edebiyat, internet kaydı, Cilt:25, Sayı:97, 2019/1 s. 64)
  2. Hoca’nın yanına gelen çocuklar, getirdikleri bir torba cevizi kendilerine paylaştırmasını ister. Hoca, Allah taksimi mi yoksa kul taksimi mi yapayım diye sorunca, çocuklar Allah taksimi olsun der. Bunun üzerine Hoca, birine bir avuç, diğerine iki avuç, bir diğerine ise hiç vermemiş. ‘Bu ne biçim paylaştırma?!’ diye soran çocuklara da: Allah taksimi böyle olur. O kimine az, kimine de hiç vermez demiş.”(Selma Sol, s. 67)

Durmuş Tiryaki
(Yeni Gelen dergi, Aralık 2020 N: 31)

Gerçek Edebiyat

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)