Yarım kalan öykü / M. Topaloğlu
Kadın da adam da birbirlerini tanıyamamışlardı… O an, ikisinin de yüzünde aynı anda beliren şaşkınlık… Ortamı yavaşça örten bu sessizlik, üçüncü kişinin hafif telaşlı sözleriyle bozuldu: Sanki bu tespit, üzerlerindeki o ince mahcubiyet perdesini aralamıştı. Ama ikisi de orada, o anın içinde değildi… Konuşmalar kesilerek sürdürülebiliyordu, çünkü içlerindeki sessizlik, sözcüklerden daha etkiliydi. Adam iç dünyasına dönerek aklından ışık hızıyla geçen zor sorulara yanıt aradığından pek de önemli olmayan bu yapay sohbet bir türlü kesintisiz sürdürülemiyordu. İçten içe sessizce sorulan sorular ve yanıtlar, durdurulamayan istem dışı bir beyinsel faaliyete dönüşmüştü. Onlar geçmişi hatırlamak, sorgulamak belki de unutmak için istemeden gülümserken, gözlerindeki o tanıdık ama bir o kadar yabancı parıltı, kelimelerden daha fazlasını söylüyordu. Ortak arkadaşları, havada asılı kalan o sessizliği dağıtmak, sohbeti derinleştirip renk katmak için çabalıyordu. Konudan konuya atlıyor, önemsiz anılarla, yarım kalmış öykülerle ortamı ısıtmaya çalışıyordu. Onlar, sanki dış dünyadan kopmuş gibi, kendi sessiz âlemlerinde gezinmekteydiler. Zihinlerinde, çok önceleri yarım kalmış bir öykünün sayfaları aralanıyor, eski bir defterin sararmış yaprakları gibi anılar usulca önlerine düşüyordu. Belki de o gün… Evet, yıllar önce, sadece küçük bir cesaretin eşlik ettiği o an, bambaşka bir yöne sapabilirdi. Hayatın akışı, ince bir çizginin üzerinden, bütünüyle farklı bir manzaraya uzanabilirdi. Şimdi ise, geriye yalnızca bu sessizlik ve söylenmemiş sözlerin ağırlığı kalmıştı. Ama hayat, insanın iç sesinden daha gürültülüydü. Her türlü çabasına karşın orada bulunmanın anlamsız olacağını düşünen ortak arkadaşları, eski dostları yalnız bırakmanın daha doğru olacağını düşünerek ortamdan ayrıldığında sessizlik iyice derinleşmişti. Adam, yıllar boyunca kendini geliştirmeyi bir yaşam biçimi haline getirmişti. Okudukça, öğrendikçe, deneyimlerini çoğalttıkça hem hayata hem de insanlara bakışı değişmişti. Bilgi biriktirdikçe dünyası genişlemiş, bakış açıları derinleşmişti. Kadınlar ve aşk hakkında düşünceleri de değişmişti. Daha doğrusu düşünceleri bir sonuca ulaşamadan gelişerek olgunlaşmıştı. Geçen yıllar, bu eski arkadaşında da aynı olgunlaşmayı sağlamış mıydı diye umutlanırken bir yandan da iç sesiyle kendi kendine konuşuyordu: ‘’Aslında hatırlamak istemiyorum. Ne o ilk karşılaşmayı, ne de yıllar önceki o eski aşkı. Sanki hiç yaşanmamış gibi davranmak daha kolay geliyor. Kalbimde en ufak bir sızı yokmuş gibi yapıyorum ama biliyorum… ruhumun derinlerinde sessiz çığlıklar dolaşıyor. Hayatım boyunca ona benzeyen kadınlar çıktı karşıma. İyi de, ben ne sanıyorum kendimi? Hâlâ neden yalnızım? Aradığım nasıl bir aşk ki bir türlü karşıma çıkmıyor? Yoksa sorun bende mi? Belki de gerçekten… kimseyi beğenmeyen, burnu havada biriyim. Bilmiyorum. Bu sorular… damarlarımda dolaşan bir zehir gibi. Ne kadar uzaklaşsam, kalabalıklardan kaçsam da bu sorular zihnimin içinde yankılanıp duruyor. Belki de çevremden uzak durmamın en büyük nedeni bu: Kendimi çözmeden huzura eremeyeceğimi biliyorum. İçimi susturmadan, kendimle barışmadan huzur gelmeyecek. Bir karar vermeliyim. Ya bu soruları yanıtlayacağım… ya da hayatımı sessiz bir boşlukta eriteceğim. Çünkü biliyorum; huzur ancak içimde bir barış ilan ettiğimde kapımı çalacak. Bir kadına karşı duyulan aşk… İnsan aşkı nasıl tanımlar, nasıl yaşar? Sevgi karşılıksızsa bir amacı yok. Mutsuzluktan başka bir şey üretmez. Evet, yakınlık, tensel temas… önemli. Ama kalıcı değil. Günümüz hayatında aşka vakit bile yok. “Boş zaman” dediğimiz şey bile tüketim alışkanlıklarımızla dolu. Oysa biliyorum ki sevgi, ancak karşılıklı üretimin olduğu yerde yaşar, gelişir. Zihnimde bu ve benzer düzensiz aforizmalar dönüp duruyor. Ruh ikizini aramak yahut bulduğunu sanmak, aslında aşkın sessizce tükenişidir. Çünkü aşk, birbirine benzeyen iki ruhun yansımasında değil; farklılıkların çatışmasından doğan gizli bir güçte saklıdır. Karşımızdaki insanda, bizden daha fazla ne olduğunu bulmaya çalışmalıyız. İnsan, karşısındakinde kendinden öte olanı, kendi ufkunu aşan tarafı aramalıdır. Bu keşif, birbirine benzeyen kişilerle değil, farklı insanlarla olanaklıdır. Belki de aşk, insanın kendini diğerinde gerçekleştirmesi; iki ruhun birbirinde eksik parçalarını bulup tamamlamasıdır.’’ Adam, son zamanlarda aşkı ve ona dair her şeyi düşünür olmuştu. Fakat şu an, bütün bu düşünceler zihninden bir sinema şeridi gibi akıp geçerken, sessizliğin içinde bulunduğu mekândan uzaklaşıp kendi iç dünyasına çekilmişti. Yıllar sonra karşısındaki arkadaşının değişimini merak ediyor, kaçırdığı bir fırsatın izlerini arıyor, kalbinin derinliklerinde ise “Acaba yeniden başlayabilir miyiz?” sorusu fısıldıyordu. Sessizlik öylesine derinleşmişti ki, adam kendi iç sesinin yankısında kaybolmuştu. Bulunduğu yer, etrafındaki insanlar… hepsi silinmişti sanki. Yan yana duran tanıdık iki insan değil, sanki rastlantıyla bir araya gelmiş iki yabancı gibiydiler artık. Kadının sesi bu donukluğu yarıp geçti: “İyi misin?” Sonbaharın pastel tonları ve hafif serinliği, iki insanı usulca sarıp sarmalıyordu. Bakışları bir noktada buluştu; adamın gözlerinde dalgın bir gölge, dudaklarında ise belli belirsiz bir tebessüm belirdi. O an, zaman hafifçe yavaşladı. Sessizliği bozan, aynı zamanda ona yeniden hayat veren davet kadından geldi: Bir kafeye oturdular. Masada ince belli bardaklar, dumanı tüten çaylar… Adam, karşısındaki kadını yeniden tanımaya çalışıyordu. İlk başta geçmişe özlemin o tatlı büyüsü her şeyi yumuşatıyordu. Ama sohbet derinleştikçe, büyü dağıldı. Adam: “Farkında mısın? Çevremiz, yaşadığımız kent… Gençliğimizdeki günlere göre bambaşka bir hâl aldı. Biz de çok değiştik. Sen de öyle düşünmüyor musun?” Kadın (umursamazca): Bilmiyorum… Aslında herkes senin gibi söylüyor. Ben de başımı sallayıp katılıyorum işte. Adam: Ama neden öyle? Her şey kötüye gitmedi ki. Önceden olmayan, şimdi hayatımıza giren iyi şeyler de var. Hiç düşündün mü bunları? Kadın (hafif gülümseyerek): Belki de haklısın. Ama ben sorgulamadan yaşamakla mutluyum. Adam (ısrarla): “Gerçekten böyle mi düşünüyorsun? Yoksa sadece duyduğunu mu tekrarlıyorsun ? Kadın (kendi kesinliğiyle): Sanırım evet. Değişmeden, aynı fikirlerle yaşamaktan memnunum. Kadının olaylara bakışı, hayata dair yorumları, seçtiği kelimeler… Hepsi yüzeyde dolaşıyordu. Konulara derinlemesine girmiyor, merak etmiyor, sorgulamıyordu. Adam için bu, en ağır hayal kırıklığıydı. Adam, yıllar içinde ki değişimi anlamlandırmak istiyordu. İnsanlar dönüşüyor, zaman her şeyi sürükleyip başka bir yere taşıyordu. Ama karşısındaki kadına baktığında, hiçbir değişimin ona uğramadığını görüyordu. Birden sustu. Sohbeti bir türlü sürdüremiyordu. Gözlerini kadından ayırıp yağmur taneleriyle ıslanmış pencereye çevirdi. İçinde tarifsiz bir boşluk hissetti. İkisi arasında duran mesafe, artık kelimelerden çok daha büyük bir uçuruma dönüşmüştü. Zihni geçmişe gitti. O yıllarda kendi donanımı da eksikti, belki de bu yüzden kadının derinlikten yoksun hâlini fark edememişti. Aşkın, insanı bazen ne kadar kör edebildiğini şimdi daha iyi görüyordu. Asıl dikkat çeken, kadının tüm yetersizliklerine rağmen kendini sanki sisler ardındaki bir zirvede, erişilmez bir figür olarak görmesiydi. Kendini ben buyum değişemem olarak ifade ediyordu. Konuşma boyunca, en sıradan ayrıntılara bile fazlasıyla anlam yükleyerek konuyu önemsiz olaylara çekmesi, ortamda asılı duran o ince büyüyü bir anda dağıttı. Dudaklarının kenarından eksilmeyen hafif gülümsemesini tamamlayan jestleriyle, etrafındaki herkesin ona hizmet etmeyi doğal bir görev sayması gerektiğini düşündüğü anlaşılıyordu. Oysa kendini konumlandırdığı garip ve gülünç manzaranın farkında bile değildi. Adam için artık ayrılık zamanı gelmişti. Kafeden dışarı adımını attığında, hafif serin bir sonbahar rüzgârı yüzünü nazikçe okşadı. İnce ince yağan yağmur, sokaklara sakin bir melodi bırakıyordu. Islak kaldırımlar boyunca adımlarını ağır ağır atarken, ardına bakmadan kendi sessiz dünyasına doğru yürüdü yürüdü... İçinde huzurlu bir hafiflik vardı. Derin bir nefes alarak serin havayı ciğerlerine doldurup başını yüzünü ıslatan ince yağmura kaldırdı. “İyi ki…” diye fısıldadı kendine. “İyi ki o yarım kalan öykü, tamamlanmamış.” M. Topaloğlu Gercekedebiyat.com
Ta ki ortak arkadaşları, şaşkın ve biraz da hayıflanan bir ses tonuyla,
“Nasıl tanıyamazsınız?” deyip isimlerini tek tek söyleyene kadar.
“Aaa… o sen misin?”
Cümlesinin ardından gelen kısa bir sessizlikte, gözler gözlere değdi.
Biraz mahcup, biraz hayran, biraz da “Ne kadar değişmiş… Ne hâle gelmiş…” diye fısıldayan iç sesleriyle…
“Zaman böyle bir şey… Her şeyi değiştiriyor.”
Ve böylece, karşılıklı tanıyamamanın neden olduğu suçlu bulunmuştu: Zaman.
Gözlerdeki mesafe biraz daha azaldı, dudaklarda küçük bir gülümseme belirdi.
Sohbet, yanıtı önceden bilinen, havadan sudan konulara kaydı.
Kelimeler havada asılı kalırken, zihinlerinde aniden beliren sorular vardı:
“O günlerde neden fark etmedim?
Şimdi karşımdaki kişi, bunca yılın ardından hâlâ bende iz bırakabilir mi?”
Zaman, aralarına yollar, şehirler, başka hayatlar koymuştu; ama şu an, tüm o mesafe tek bir bakışın içinde eriyip gidiyordu.
Ne var ki, tüm bu çabalar, iki arkadaşın ilgisine ulaşamadan havada eriyip gidiyordu.
Her dönemde olduğu gibi günümüzde de aşk, farklı farklı yaklaşımlar ve nitelemelerle tanımlanıyor. Bununla beraber “aşkın” bir his, bir duygu durumu olduğu ve dolayısıyla aklın sınırlarının dışına itilen bir nitelikle betimlendiğini biliyoruz. Bu noktada akıl ve duygular arasında bir uyum kurma çabası sadece bireysel yaşamın kendisinde değil, aynı zamanda sosyal yaşamda da bu duyguları dengede tutma çabalarıyla önem kazanmalıdır.
“Bir kahve içelim mi?”
Başkalarının söylediklerini tekrar ediyor özgün yorumlar yapamıyordu. Adam, kendi zihninde yıllardır büyüttüğü dünyayla karşılaştırınca, aradaki farkı net görüyordu.
Belki gündelik hayatın telaşı, sorunların yükü, belki de rahat bir yaşam sürmesi kadının kendini geliştirmesine engel olmuş gibiydi. Hâlâ aynı yerdeydi; ne bir adım ileri, ne bir yeni bakış açısı geliştirebilmişti.
Bir zamanlar “olsa güzel olur” dediği o ilişki, şimdi ona ürkütücü gelmeye başlamıştı. Zamanında yakınlık duyduğu bu kadın, ona bir dönem heyecan vermişti. O zamanlar aralarında başlamaya hazırlanan ilişki, ona anlamlı görünmüştü. Ama şimdi… Artık bambaşka bir gözle bakıyordu.
YORUMLAR