Son Dakika



Havayı, suyu ve karayı birlikte buluşturup kaynaştıran, kıyılarımız sadece bu özelliği ile bir doğal varlık olarak korunmayı hak etmektedirler.

Uzunluğu sekiz bin kilometreyi aşan kıyılarımız, su gibi hava gibi ormanlar ve yaylalar gibi sınırlı, nadir ve ölçülebilir doğal varlıklar arasında olduğundan değerlidirler.

Gelecek nesillerin de yaralanması için gözümüz gibi korumamız gereken kıyılarımız doğal zenginliğimizdir.

Kıyılar sadece insanlar için değil balıklar ve diğer su canlıları için de yaşamsal bir habitata ev sahipliği yapmaktadır.

Ganita, 1953

Böylesi yaşamsal öneme sahip kıyılarımız nasıl oldu da acımasızca elimizden kayıp yok oldu.

Üstüne üstlük bir de kıyılarımızı koruyan ‘’Kıyı Yasası’’ varken özellikle de Doğu Karadenizde kıyılarımızın karayolu yapımı için doldurarak yok edilmesi, toprağına bağlı, doğaya saygılı her yurttaşı şaşkınlıkla düşündürmektedir.

Kıyılarına dolgu yapılmak sureti ile bir kara kentine benzetilen, denize sırtını dönen, Trabzon yaşayanlarının deniz ile buluşmaları engellenmiş ve  çoğu noktalarda tamamen olanaksız hale gelmiş durumdadır.

Bu uygulamalar kente ve imar mevzuatına karşı suç işlenmeden  yapılamayacağına göre bu tür suçları işleyenler kamuoyu önünde ve yargıda hiçbir zaman yaptıklarından sorumlu tutul(a)madılar.

Trabzonumuza ait  kent ve imar suçlarını dair bir harita yapılabilse ve bu suçların yerleri siyah lekelerle gösterilebilse idi haritanın büyük bir bölümü kapkara olurdu.

Alınan yanlış kararlarla birlikte çıkarılan imar afları ve imar barışı yasaları bu karaltının yasal altyapılarıdır.

Ülkemizde kolaylıkla işlenebilen ve caydırıcı cezalardan yoksun suçların başında çevreye kent haklarına ve  kente karşı işlenen suçlar ile doğal ve kültürel varlıklarımıza karşı işlenen suçları gösterebiliriz.

Halkın büyük bir çoğunluğu da bu türden uygulamaların kentin ve kendilerinin yararlarına olacağına inanması,inandırılması sonucu nitelikli bir kamuoyu oluşamadığından günümüzde ve gelecek günlerde de benzer uygulamaların devam edeceğini söyleyebiliriz.

Her çağın, her dönemin kendine özgü mimari anlayışı ve mekanları vardır. Buradan hareketle her yeni dönem kendi özgün mekanlarını üretme adına kendinden önceki kültürel ve doğal mirası yok edip kendi anlayışını egemen kılma çabası haklı görülemez.

Bu tür yaklaşımların tanımlanacağı alan ancak vandalizm olabilir. İnsanlık, yaşadığı aydınlanma döneminden günümüze kadar geçen zamanda elde ettiği bilgi birikimi sayesinde doğal ve kültürel mirası korumak anlayışına ulaşmış bulunuyor.

Kentlerimizi ve Trabzonumuzu planlarken bu mirasımızı koruyan insan odaklı bir planlama ile bu plana bağlı kalma anlayışından uzaklaşmış olmamız bugün yaşadığımız çevre ve kentsel sorunları beslemektedir.

TRABZON ve GANİTA

Bu günlerde Trabzon Ganita da yapılan rekreasyon düzenlemesi törenle açılırken ‘’kent yaşayanlarının deniz ile buluşması sağlanmıştır." gibi iddialı bir söyleme sonuçlarla sebeplerin yerlerini değiştirerek yakından bakmak gerekiyor.

Kentliden ve kent kültüründen söz etmek;  kent hafızasının korunması, anıların gelecek kuşaklara aktarılması, nitelikli kentsel mekanların sürekliliğinin sağlanması ile olanaklıdır. Herşeyden önce bu alandaki kıyı, geçmişte kumsalı ile birlikte kentlilerin yararlandığı bir doğal plajken, bu varlığımızı iyileştirerek günümüze ulaştıramayan sorumlular şimdilerde ne düşünüyorlar?

Trabzonun bir kıyı kenti olarak tanımlandığı günlerde Sotka, Faroz, Moloz, Ganita ve Çömlekçi denizle bir arada var olan kıyı mahalleleri olma özelliğini koruyorlardı. Bu satırların sahibinin de  olduğu gibi, her Trabzonlunun Ganita'yla ilgili biriktirdiği anıları vardı. Bir yanda hakkında şairlerin şiirler yazdığı ressamların resimlerini yaptığı, yüzmenin öğrenildiği, aşıkların buluşma noktası eski Ganita, diğer yandan kıyıları kaya dolgusu ile elde edilmiş, kumdan çakıldan yoksun  yeni Ganita. Ayağını suya sokamadan, denizi algılamadan, denizi uzaktan seyrederen insanların adeta karabataklar gibi kayalara tünemesi denizle buluşma anlamına mı geliyor ?

Elbette vahşice toprak dökülmüş ve çöp yığınlarıyla doldurulmuş bir dolgu alanını planlayarak yeni Ganita'yı bugünkü görünümüne kavuşturmak bir başarıdır. Emeği geçenleri kutlamak gerekir. Ancak bu yazıda anlatılmak istenilen, doğal varlıklarımızı iyileştirerek ve koruyarak gelecek kuşaklara aktarmak yerine onları yok ederek ortaya çıkarılan yanlışlığı ve çirkin görünümü  sorgulamaktır.

Karayolunu, kıyılarımızı doldurarak yapanlar bir savunma örneği olarak önce maliyeti öne sürerek dolgudan geçen karayolunun diğer seçeneklere göre daha uygun olduğundan söz etmektedirler.

Bu söylemin sahipleri, günümüzden  binlerce yıl öncesinden zaman imbiğinden süzülerek günümüze ulaşan yaşamsal öneme sahip doğal zenginliğimize, kıyılarımıza, parasal  değer biçmek gibi bir duyarsızlığı ifade ettiklerinin farkında dahi olmadıkları anlaşılmaktadır.

Geleceğe ve geçmişe ait duyumsadığımız umutsuzluk bizleri kederlendirmektedir.

Özlenen ise sırtımızı güven duygusuna dayayan sevinçli bir yaşam olmalıydı.

Karayolu yapmak için doldurulan, kamusallığını yitiren kıyılarımıza dönüp baktığımızda, hüzün, pişmanlık ve suçluluk duyguları ile yaşam gücümüzün azaltıldığını,duygusal dünyamızın zehirlendiğini görmekteyiz.

Fotoğraflar: Reşat Sümerkan

M. Topaloğlu
(Y. Mimar)
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)