Tanzimat edebiyatından bugüne kalanlar / Prof. Dr. Nurullah Çetin
1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı, elbette Osmanlı Devletinin siyasi, idari anlamda Batılılaşmasının ilk ciddi, ilkesel ve kurumsal anlamda başlangıç noktasıdır. Bunun yanında Batılılaşma ve yenileşme, idarenin yanında sosyal, ekonomik, kültürel, hukuki, edebî ve diğer alanlara da yansıdı. Bu bağlamda Türk Edebiyatı anlayış, felsefe, bakış açısı, biçim ve içerik bağlamında da Divan Edebiyatından farklı olarak yenileşme ve Batılılaşma yoluna girdi. Bugün yaşayan Türk edebiyatımız, büyük ölçüde Tanzimat’la başlayan bir yenileşme ve değişikliğin ürünüdür. 19. yüzyıl ortalarından itibaren Türk edebiyatının hem şekil özelliklerinde, kurgusunda, tekniğinde, dilinde, üslubunda hem de içeriğinde, konularında ve konulara yaklaşım biçiminde eski Türk edebiyatına göre bazı farklılıklar görülmeye başlar. Bu farklılıklar, 1839 yılında resmen başlayan siyasi, ekonomik, hukuki, kültürel ve diğer alanlardaki batılılaşma hareketlerinin edebiyata da yansımasından kaynaklanır. Aşağı yukarı 1860’dan günümüze kadar gelen Türk edebiyatında Batı uygarlığının ve düşüncesinin etkilerini belirgin biçimde görmek mümkündür. Tanzimat Fermanı’yla gelen yenilikler arasında Türk edebiyatının yenileşmesi de vardı. Bugünkü gazetecilik geleneği Tanzimat’tan kalmadır. 1860 yılında ilk özel Türk gazetesi olan Tercüman-ı Ahval yayın hayatına atıldı. Yeni Türk edebiyatı ürünleri bu gazetede görünmeye başladı. Bugünkü modern anlamda roman, hikâye, tiyatro, eleştiri, makale gibi türler Tanzimat’tan kalmadır. Ayrıca hikâye, şiir gibi bazı türler de batılı anlamda yeni bir mahiyet kazanmaya başlamıştır. Türk edebiyatı, bu dönemde tamamen Batılılaşmamıştır. Geleneksel Türk edebiyatı anlayışından Batılı anlamda yeni edebiyat anlayışına bir geçiş süreci olmuştur. Yani bu dönem Türk edebiyatı ürünlerinde hem geleneksel Türk edebiyatı özelliklerine hem de Batılı edebiyat özelliklerine birlikte yer verilmiştir. Bugünkü Türk edebiyatının daha çok somutun edebiyatı olması Tanzimat’tan kalmadır. Tanzimatçılar, Divan edebiyatında görülen soyutluğa karşı somut gerçeklere dayanan bir edebiyatı amaçladılar. Buradan hareketle diyebiliriz ki Tanzimat edebiyatı, genel anlamda Divan edebiyatına bir tepkidir. Bazı yazarlar Divan edebiyatını millî bir edebiyat olmamakla suçlamışlardır. O yüzden yapacakları edebiyatın millî bir Türk edebiyatı olmasına çalıştılar. Bu bağlamda Türk halk edebiyatından yararlanmayı, hatta eğitimli, kentli edebiyatçıların seçkin edebiyatlarının halk edebiyatıyla birleşmesini önerdiler. Bugün Türk edebiyatında yaygın biçimde toplumsal ve siyasi konulara yer verme geleneği, Tanzimat’tan kalmadır. Tanzimat döneminde edebiyatın bireysel konular yanında toplumsal ve siyasi konulara da yer vermeye başladığını görüyoruz. Şair ve yazarlar, devlet yönetimiyle ilgili sorunlara ve halkın eğitim ve medeniyet seviyesinin yükselmesine ilişkin konulara yer veriyorlardı. Edebiyatçılar, eserlerinde Batı medeniyetine ait bazı ögeleri aktarıyorlardı. Bugün okuma alışkanlığının yaygın olması ve kitleselleşmesi de Tanzimat’tan gelen bir mirastır. Tanzimat yazarlarının başlıca amaçlarından biri, halkın okuma yazma seviyesini yükseltmek, bilgili, kültürlü, medenî bir toplum oluşturmaktı. Özellikle gazete yoluyla halkın devlet karşısındaki hak ve sorumluluklarının bilinmesini de istiyorlardı. Edebiyatı düşüncelerin gelişmesinde ve halkın eğitilmesinde kendisinden yararlanılacak bir kurum olarak görüyorlardı. Dolayısıyla sadece fert için değil, aynı zamanda toplum için de edebiyat yapılmaya başladı. Genel olarak bakıldığında Tanzimat edebiyatı, toplumsal faydayı ön plana alan bir edebiyattır. Bugün edebiyat dilinin yalınlığını da yine Tanzimat’a borçluyuz. Tanzimat döneminde tamamen olmasa da ağır, ağdalı, anlaşılması zor, Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalarla dolu olan Osmanlı Türkçesinin sadeleştirilmesi, halkın anlayabileceği bir dil seviyesine getirilmesi çalışmaları başladı. Yazı dilini konuşma diline yaklaştırmaya çalıştılar. Çünkü daha önce yazı dili, konuşma dilinden uzak, halkın anlayamayacağı kadar ağır bir dildi. Divan edebiyatının dili Arapça ve Farsça söz varlıklarıyla fazlaca doluydu. Bu şiiri anlayabilmek için medrese eğitiminden geçmek gerekiyordu. Tanzimat’tan sonra ise birdenbire değil ama kademe kademe zamanla şiir dilimiz yalınlaşmaya başladı. Bugün artık Türk şiiri, öz Türkçeyle yalın bir dille yazılmaktadır. Bu konuda Tanzimatçıların uygulamada değil ama kuramsal yazılarının büyük katkısı vardır. Özellikle Namık Kemal’in “Lisan-i Osmanî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazatı Şâmildir”(1866) ve Ziya Paşa’nın “Şiir ve İnşâ” (1868) adlı makaleleri, edebiyat dilinin sadeleşmesi konusundaki uyarılarıyla yol açıcı olmuştur. Bugünkü Türk edebiyatına Tanzimat’tan nelerin kaldığını daha iyi anlayabilmek için bu konuyu edebî türler üzerinden irdelememiz lazımdır. Bu çerçevede Tanzimat’tan bugünkü Türk edebiyatına kalanları edebî türlere göre şöyle belirleyebiliriz: Bugün var olan Türk şiiri dilinden, nazım şekline, içeriğinden üslup türlerine kadar pek çok alanda Tanzimat’tan kalan bir yapıya dayanır. Tanzimat Dönemi Türk şiiri deyince tabiî olarak akla Batı edebiyatı ve medeniyeti etkisinde gelişen yeni Türk şiiri gelir. Edebiyatın ana türü şiirdir. Tanzimat’ta Türk şiiri, daha önce var olan şiir geleneğinden yani Divan şiirinden esaslı değişikliklere uğradı. Her şeyden önce Divan şiiri, somutun değil soyutun şiiriydi. Divan şairinin amacı, beş duyumuzla algıladığımız somut fizik dünyayı ve hayatı yansıtan bir edebiyat yapma değildi. Divan şairinin amacı, İslam medeniyetinin bir yansıması olarak hüsn-i mücerrede yani soyut güzelliğe ulaşmaktı. Şiirde kendisine yer verilen sevgili, aramızda yaşayan canlı kanlı, adı sanı belli somut insan sevgili değildi. Divan şairi bütün güzel kadınlardan süzülmüş, insanüstü, yüceltilmiş, soyut bir güzel sevgili tipini işledi. Zira bu sevgili figüründe Allah’ın isimlerinin tecellilerini görüyordu. Ya da en sevgili olan Allah’ı beşerî sevgililere yansıyan isimlerinin tecellisi üzerinden yansıtmaya çalışıyordu. Tabiat da yine aynı işleve sahipti. Tanzimat’tan sonra ise bu dünyaya ait, eti kemiği olan, belli somut sevgilinin, gözlemlenebilen somut tabiatın ve dünyanın şiiri yazılmaya başladı. Bugün de Türk şiiri büyük ölçüde bu anlayışa bağlı olarak devam ediyor. Diğer yandan Divan şiiri daha çok bireysel konu merkezli bir şiirdi. Beşerî ve ilahî aşk paralelliğine dayanan bir şiirdi. Tanzimat’tan sonra ise şiirimizin içeriği, bireyselden toplumsala da açıldı. Bugün de devam eden şiirde toplumsal sorunların işlenmesi meselesi Tanzimat’tan günümüze intikal eden bir değişimdir. Ayrıca nazım şekillerinde önce geleneksel nazmın sabit şekillerinde yapılan bazı değişiklikler, batı edebiyatından alınan yeni nazım şekilleri ve ileriki dönemlerde serbest nazma geçilmesi de yine Tanzimat dönemindeki çabaların bir sonucudur. Bugün Türk şiirinde neredeyse tamamen denilecek ölçüde bir serbest nazım egemenliği vardır. Divan şiirinden farklılaşan ve yenileşen Tanzimat dönemi Türk şiiri, büyük ölçüde bugün de devam etmektedir. Bu durumu alt başlıklar halinde şöyle açıklayalım: İçerik: Tanzimat dönemi Türk şiirinde en önemli değişiklik ve yenileşme içerikte olmuştur. Her alanda batılılaşma hareketlerinin hız kazanmasıyla birlikte şairler de batılı anlamda yeni duygu, düşünce ve hayal unsurlarına yer vermeye başlamışlardır. Tanzimat’ın ilk nesil şairleri olan Şinasi, Ziya Paşa ve Namık Kemal'in şiirlerinde toplumsal ve siyasi fikirler egemenken, ikinci nesil şairleri olan Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamid'in şiirlerinde aşk, tabiat, ölüm gibi daha çok ferdî konular baskındır. İkinci nesil Tanzimatçıların ferdiyetçiliğinde Romantizm akımının ve İkinci Abdülhamit yönetiminin sıkı baskısının rolü olduğu tezi yaygındır. Divan şiirinde konular genellikle bireysel ve dinî idi. Tanzimat döneminde bunların yanında siyasi ve toplumsal konular da işlenmeye başladı. Bu bağlamda kanun, medeniyet, hak, adalet, hukuk, cumhuriyet, vatan, hürriyet gibi yeni kavramlara yer verilir oldu. Divan şiirinde parça güzelliği vardı. Yani her beyit, ayrı bir anlama ve konuya sahipti. Bu dönemde ise şiirin tamamında aynı konu işlenmeye başladı. Yani konu birliği ortaya çıktı. Divan şiirinde sevgili, tabiat gibi unsurlar, daha çok soyut planda ele alınırdı. Mesela sevgilinin kim olduğu, adı sanı bilinmez, soyut, olağanüstü güzel, kusursuz ve genel bir sevgiliden söz edilirdi. Somut anlamda belirgin tabiat tasvirleri yoktu. Bildiğimiz, gördüğümüz tabiatın somut özellikleri ayrıntılı olarak tasvir edilmezdi. Tanzimat döneminde ise kimliği bilinen, adı sanı belli, aramızdan birisi olan, canlı kanlı, olağan insan özelliklerine sahip, somut sevgili ve bildiğimiz, canlı tabiat tasvirleri girmeye başladı. Şiirde mısraların kümeleniş ve kafiyeleniş sistemine “nazım şekli” denir. Tanzimat döneminde Divan şiirinde kullanılan gazel, kaside, terkib-i bent gibi nazım şekilleri yine kullanılmaya devam etti. Ancak Batı edebiyatından yeni nazım şekilleri de alınmıştır. Ayrıca bunların dışında şairler, kendilerine özgü yeni nazım şekilleri icat etmişlerdir. Divan edebiyatında şiir, edebî sanatlarla, renkli tasvirler ve parlak hayallerle oldukça süslü idi. Ayrıca Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaların çok olduğu, halkın anlayamayacağı bir dile sahipti. Ancak 1860'ta yayınlanmaya başlayan Tercüman-ı Ahval gazetesi ile birlikte bir ölçüde yazı dili, daha sade ve anlaşılır hâle geldi. Bu sadeleşme eğilimi, az da olsa şiirde de görülmeye başladı. Bugünkü Türk romanı kurgusal yapısı, dili, üslubu, içeriği, felsefesi bakımından büyük ölçüde Tanzimat dönemine bağlanmaktadır. Türk okuyucusu roman türüyle ilk olarak Tanzimat döneminde önce çevirilerle tanıştı. Dolayısıyla Batıdan gelen bu türün anavatanındaki tarihsel gelişim aşamaları kısaca ele alınacak ve Türk romancısının nasıl bir birikime yaslanarak ürün ortaya koyduğu görülecektir. Gerçeğimsi (fiktif, itibarî) özelliklere bağlı olarak kişiler ve onların öznesi ya da nesnesi olduğu olayların temel unsurlarını oluşturduğu anlatılar, genel anlamıyla hikâyedir. Hikâyeler, uzunluğuna kısalığına, gerçekçiliğine ya da gerçek dışılığına, sahnelenip sahnelenmemesine göre değişik adlar alır. Masal, fabl, destan, hikâye, roman, piyes gibi türler, genel özellikleri itibariyle olay anlatımını içerirler. En eski çağlardan beri insanlar hep birbirlerine yaşadıkları, gördükleri ya da tahayyül ettikleri nesneler ya da özneler arası etkileşimlere dayanan olayları anlatma, aktarma ihtiyacında olmuşlardır. En çok insanların özlemlerini içeren ve olağanüstü abartılı olaylara dayanan masallar, İncil, Kur'an gibi kutsal din kitaplarında geçen peygamber kıssaları, toplum içinde dinî-ilâhî kimliğiyle ön plâna çıkan ulu kişilerin olağanüstülükler içeren hayatları etrafında örülen hikâyeler ve menkıbeler, toplumları savaş, zalim yönetim gibi birçok felâketlerden kurtarmış kahraman tiplerin hayatlarını konu alan hikâyeler, en eski dönemlerden beri insanların hikâye ihtiyacını karşılamış metinlerdir. Bugünkü anlamıyla edebî bir tür olan, olağanüstülüklerden, hayalî unsurlardan sıyrılıp gerçek hayatta olmuş ya da olası olayları konu alan, psikolojik dünyaların sergilenmesine ve çevre tasvirlerine imkân veren hikâye, roman gibi anlatı türünün ilk örnekleri, yazılı metin hâlinde batıda ilkin İtalya'da Giovanni Boccaccio (1313-1375) tarafından Décaméron (On Gece) adıyla ortaya çıkmıştır. Tanzimat romancısının beslenme alanı yalnızca Batı edebiyatı ve romanı değil, aynı zamanda ve belki de daha fazlasıyla, miras olarak devraldıkları Doğu-İslâm edebiyatlarıdır. Özellikle manzum ya da mensur hikâye geleneği, Tanzimat romanı üzerinde önemli bir etki payına sahiptir. Bu açıdan geleneksel anlatı geleneği hakkında da kısa bir bilgi vermek gereği vardır. Eski Türk edebiyatında gerek tercüme ve gerek telif hikâyelerde en çok din, tasavvuf, ahlâk, aşk ve kahramanlık temaları işlenmiştir. Arapça ve Farsçadan çevirilerin yanında telif ya da adaptasyon nitelikli hikâye metinleri genellikle peygamber kıssaları, evliya menkıbeleri, cenk hikâyeleri, kıssadan hisse çıkarmayı gaye edinen didaktik metinlerden oluşmaktadır. Bu eserler, genellikle didaktik karakterli olup, dinleyenlere ve okuyanlara olay aktarımı dolayısıyla doğruyu göstermek, ahlâkî düşünceler aşılamak ve faydalı bilgiler vermeyi amaçlar. Bu hikâyelerin aşağı yukarı hemen hepsinin genel çerçevesi aynıdır. Gazete ve tiyatro gibi roman türü de bize Batıdan geldi. Tanzimat dönemi yazarları, "roman" terimi yerine hem “hikâye” hem de “roman” terimlerini bir arada kullanıyorlardı. Bu tür metinlere bazen “roman” bazen “hikâye” diyorlardı. Dolayısıyla türü adlandırmada bir belirsizlik görülmektedir. Fakat roman ve hikâyeyi ikisini birden kapsamak üzere genellikle "hikâye" terimini tercih ediyorlardı. Servet-i Fünun dönemine kadar bu belirsizlik devam edecektir. Tanzimat döneminde ilk telif romanı Şemseddin Sami, Taaşşuk-ı Tal'at ve Fıtnat (1873) adıyla kaleme almış, ancak bu türde önemli eserleri Ahmet Midhat ve Namık Kemal vermiştir. Bu iki yazar, romanın amacının eğlendirerek öğretmek, hoşça vakit geçirirken sosyal, medenî ve ahlâkî bir takım dersler vermek, okuyucuları bilgilendirip bilinçlendirmek olduğu konusunda aynı görüşe sahiptirler. Diğer yandan Romantizm akımına bağlılık konusunda da ortaktırlar. Yalnızca Fransız kaynaklarıyla temasa geçen bu romancılar, kendi dönemlerinde Realizm akımı güncel bir konum kazandığı hâlde bu akımı izlemek yerine Avrupa’da eski etkisini ve gücünü kaybetmiş olan Romantizmi izlemeyi yeğlediler. Ahmet Mithat popüler romanın, Namık Kemal de edebî (sanatkârane) romanın öncüsü olarak ortaya çıkarlar. Bu iki romancı, romanın kurgusunda, tekniğinde, dil ve üslûbunda ayrılarak iki ayrı damar oluştururlar. Bu dönemde yayımlanan romanlarda ilk örnek olmalarının bir sonucu olarak roman kurgusu bakımından bazı eksiklikler vardır. Mesela Şemsettin Sami ve Ahmet Mithat, zaman zaman olayları keserek okuyucuya seslenirler ve bazı konumlarda bilgi verirler. Araya girerek kendi düşüncelerini aktarırlar. Geleneksel hikâyeden gelen meddah ağzıyla anlatım üslûbundan tamamen kurtulamamışlardır. Romanlarda estetik sanat kaygısından çok topluma bir şeyler öğretmek, eğlendirerek öğretmek düşüncesi ağır basar. Diğer türlerde olduğu gibi roman türünde de sosyal fayda ilkesi kendini kuvvetle belli eder. Ahmet Mithat, kendine okuyucu kitlesi olarak geniş halk kitlelerini, okuma yazmayı yeni öğrenenleri, kültür ve eğitim düzeyi düşük kişileri hedef seçer. Dolayısıyla kolay okunabilen, yormayan, daha basit bir kurguya sahip, açık ve yalın bir dil ve üslûbu olan, sürükleyici, eğlendirici, sıkmayan bir teknikle roman yazar. Namık Kemal, ise belli bir eğitim ve kültür düzeyine sahip kitleye yönelmiştir. O, edebî niteliği ağır basan, estetik kaygıları olan, dil ve üslûbu sanatlı roman yazarak sanatkârane roman çığırını açar. Fransız edebiyatından özellikle Victor Hugo'nun izleyicisi olmuştur. Tanzimat döneminde genellikle olay unsuru ön plana çıkarılıyor, ilgi çekici, sürükleyici, entrik unsuru bol, olağanüstü maceraların geçtiği metinler kaleme alınmıştı. Bu dönemde ise genellikle olay unsuru geri plana itilmiş, ruh ve kişilik çözümlemeleri, duygu çatışmaları üzerinde yoğunlaşılmış. Bugünkü Türk hikâyesi de hem şekil hem de içerik açısından Tanzimat dönemine dayanır. Tanzimat’tan sonra üretilen Türk hikâyesi, geleneksel tahkiye özelliğinden batılı anlamdaki anlatı anlayışına doğru adım adım bir evrilme süreci yaşar. Bu dönemde Türk hikâyesi, geleneksel Doğu ve Türk-İslâm tahkiye birikiminden birden bire kopamaz. İlk sıralar hem geleneksel hem de batılı hikâye nitelik ve motiflerini iç içe, yan yana birlikte barındırır. Zamanla tamamen batılı anlamda modern bir öykü türü hâline gelir. Bu dönemde hemen her hikâyecide olay unsuru ön plandadır ve vak’a hikâyesi yazma kaygısı ağır basmaktadır. Yazar için önemli olan, okuyuculara ilginç, şaşırtıcı, çarpıcı, ibret ve ders verici olaylar aktarmaktır. Diğer unsurlar olay unsurunu daha belirgin verebilmek için genellikle birer araç konumundadır. Olaylar, zaman dizimsel olarak belli bir düzen içinde anlatılır. Giriş-gelişme-sonuç kurgu düzenine bağlılık esastır. Klasik Türk hikâyesinde kişilerin iç dünyalarının tahliline yönelik bir uygulama fazla görülmez. Ağırlıklı olarak olay unsuru ön plandadır. Yazar için önemli olan, okuyucuya ilginç gelecek, onu şaşırtacak, heyecanlandıracak, o kanalla bir ders ve ibret verilecek bir olay aktarmak önemlidir. Bu meselenin bilinçli bir tercihin sonucu olduğu da anlaşılıyor. Geleneksel Doğu tahkiyesiyle modern Batı anlatısı arasındaki temel farklardan biri, hikâyecinin fiziksel gerçekliğe bağlı kalıp kalmaması ya da ne oranda bağlı kaldığı meselesidir. Bu bakımdan Tanzimat’tan sonraki Türk hikâyesine baktığımızda şunu görüyoruz. Sami Paşazade Sezai’ye kadar bizde beş duyumuzla algılayabildiğimiz, reel dış dünyaya, fiziksel gerçekliğe bağlılık o kadar önemsenmiyordu. Olağanüstülük, insanüstülük, zaman dışılık motifleri, abartılar, metafizik durumlar ve olgular vs. hikâyede yer alabiliyordu. Özellikle Aziz Efendi, Ahmet Mithat ve Emin Nihat’ın hikâyelerinde bunu görmek mümkündür. Tanzimat dönemi hikâyelerinde hikâye anlatıcısının başlıca hedefi, alımlayıcıda estetik değer oluşumunu sağlamak değildir. Sanat yapma kaygısı, süslü, sanatlı ifade ve cümle kurma endişesi olmadığından edebî ve estetik değer bakımından bunları çok mükemmel bulamıyoruz. Türk toplumunda okuma yazma alışkanlığını kazandırmak ya da bu alanlardaki seviyeyi yükseltmek, hikâye kanalıyla faydalı bilgiler aktarmak, hoşça vakit geçirtmek gibi kaygılar ön plândadır. Yani hikâye türüne estetik açıdan değil etik ve didaktik açıdan yaklaşılmıştır. Ancak daha sonraları özellikle Halit Ziya’dan başlayarak hikâye etmede estetik değere de önem verilir olmuştur. Sosyal fayda değerinin belirgin bir biçimde amaç edinilmesi: Eski geleneksel tahkiyeden tevarüs edilen bu motif, bu dönemde de önemini korumaktadır. Sosyal fayda, eğiticilik, öğreticilik kaygısı ağır basar. Hikâyecinin, okuyanlara ya da dinleyenlere ahlâkî, dinî, kültürel, eğitimsel anlamda sosyal bir fayda kazandırma isteği hep göz önünde bulundurulmuştur. Bu durum, genellikle “kıssadan hisse çıkarmak” şeklinde formüle edile gelmiştir. Hikâye alıcısının anlatılan olaylardan kendi hayatına ve dünyasına ilişkin olarak faydalı ibretler çıkarması beklenmiştir. Bugünkü Türk tiyatrosu, Tanzimat’la başlayan modern tiyatro anlayışına bağlıdır. Tanzimat Döneminde gazetecilikten sonra Batıdan bize gelen ikinci edebiyat türü tiyatrodur. Tanzimat döneminde şiirden sonra belki üzerinde en çok durulan, en fazla ürün verilen edebî tür tiyatrodur. Batı medeniyetinin Osmanlı toplumuna aktarılmasında tiyatronun önemli bir işlevi olmuştur. Türkler, Tanzimat’tan önce Karagöz, Meddah, Ortaoyunu gibi geleneksel seyirlik Türk halk sahne oyunlarına sahipti. Klasik Türk edebiyatında tiyatrodan ilk kez 1719'da Fransa'ya elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin Sefaretname’sinde bahsedilmektedir. Elçi, bu eserinde izlemeye götürüldüğü bir operayı ve bunun sahnelendiği tiyatro ortamını tasvir eder. Tanzimat döneminde hem sahnelenmek hem de okunmak için pek çok tiyatro eseri yazılmıştır. Bu eserlerin dili genellikle konuşma diline yakındır. Açık, anlaşılır, sade bir dil ve üsluba sahiptir. Tiyatro tekniği bakımından çok mükemmel olmasa da bu dönem Türk tiyatro edebiyatı, önemli bir birikime sahiptir. Tiyatro yazarları da diğer türlerde olduğu gibi tiyatroyu toplumsal fayda için bir araç olarak görmüşlerdir. Toplumsal, kültürel ve siyasi değerleri ve sorunları aşılamak için tiyatrodan faydalanmaya çalıştılar. Özellikle aile ile ilgili ahlaki ve toplumsal sorunlar ön plandadır. Klasik Türk edebiyatında edebî ürünleri bugünkü anlamıyla nesnel ve sistemli inceleme, değerlendirme yöntemi olan eleştiri türünden söz edilemez. Hem edebiyat tarihi hem biyografi türünü karşılayan tezkirelerde genellikle şairler hakkında "nefistir, hoştur, güzeldir" gibi kısa öznel değerlendirmelere yer verilmektedir. Bazı metinlerde de dil unsurları üzerinde eleştirel ifadeler bulunmaktadır. Bir edebiyat türü olarak eleştiri, Türk edebiyatına Tanzimat döneminde girmiştir. Divan edebiyatında edebiyat eleştirisi daha çok belagat düzeyinde verilen bilgilerden ibaretti. Yani dili, vezni, edebî sanatları nasıl kullandıkları hakkında idi. Tanzimat’tan itibaren ise batılı anlamda eleştiri anlayışı girmeye başladı. Bu dönemde eleştiri, daha çok Divan edebiyatını yıkmaya ve batılı anlamda yeni bir Türk edebiyatı kurmaya yöneliktir. Eski Türk edebiyatı ve yeni Türk edebiyatı taraftarları ortaya çıkmış ve bunlar arasında karşılıklı eleştiri ve tartışmalar yapılmıştır. Divan edebiyatı genellikle kuralcı yapısı, anlamdan çok söz oyunlarına ve sanatlarına önem vermesi, sanatçının kişiliğinin geleneksel kural ve yapı içinde öne çıkamaması, duyma, düşünme ve hayal etme biçimlerinin özgünlükten uzak, klişe ifadelere hapsedilmesi, yaşanan gerçek hayatla, sosyallikle bağlantısız soyut ve bireysel edebiyat oluşu, eskimesi, artık yeni kuşaklara söyleyecek sözünün olmaması gibi özelliklerle eleştirilmiştir. Dolayısıyla Tanzimat dönemi eleştirmenleri, eskiyi kötülerken asıl amaç olarak kurmak istedikleri batılı anlamda yeni modern edebiyat için zemin hazırlamaya çalışıyorlardı. Buna bağlı olarak yeni edebiyatın hem kuramsal temellerini atmaya hem de bu doğrultuda ürünler vermeye çalıştılar. Tanzimat döneminde edebiyat eleştirisi genellikle gazete ve dergi yazılarında ve kitap önsözlerinde görülmektedir. Ortaya konan eleştiri yazılarında genellikle ya Klasik Türk edebiyatı ürünleri ve anlayışının kötülenmesi, değerinin ve öneminin yadsınması ya da batılı edebiyat anlayışına bağlı yeni ürün vermenin gerekliliği ve bu ürünlerin övülmesi temeline dayalıdır. Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi birinci kuşak Tanzimatçılar, eleştirilerini genellikle, edebiyat eserinin sosyal faydaya ne kadar hizmet edip etmediği ölçütüyle değerlendirmişlerdir. Topluma ahlâk dersi veren, medeniyet unsurlarını öğretmede yardımcı olan, eğlendirerek öğreten edebî ürünler iyi ve güzel, bu konularda katkısı olmayanlar ise gereksiz ve önemsiz olarak değerlendirilmiştir. Bunlar edebiyatı sosyal ve siyasî davaları topluma ulaştırmada, bilgi ve bilinç aşılamada bir araç olarak kabul etmişlerdir. "Sosyal fayda" ilkesini "estetik kaygı"ya öncelemişlerdir. Bu da edebiyata edebiyat dışı bir bakış açısını getirmiştir. Bugün dönemlere, türlere ve şahsiyetlere göre düzenlenen modern anlamdaki edebiyat tarihi geleneği, geleneksel tezkirecilikten modern edebiyat tarihçiliğine geçiş de yine Tanzimat döneminde başladı. Klasik Türk edebiyatı döneminde, Türk milletinin sanat edebiyat birikimini tarihsel gelişim süreci içinde dönemlere ayırarak, türlerine göre ve sanatçıların biyografilerini, eserlerini ve ürünlerinin değerlendirmelerini sistemli ve bilimsel ölçütlere göre ele alan edebiyat tarihçiliği olmamıştır. Bu türün karşılığını biz şuara tezkireleri denilen bazı eserlerde görmekteyiz. Tezkireler, daha çok şairlerin adlarına göre, abece sırasına göre düzenlenen, şairlerin kısa hayat hikâyelerini ve şiirlerinin çok kısa değerlendirmelerini içeren biyografik nitelikli eserlerdir. Bir anlamda bunlar, şairler sözlüğüdür. Tezkirelerde bilimsel ölçülere uygun, sistemli ve bilinçli bir edebî dönem anlayışı yoktur. Bu yüzden tarih içinde ayırıcı özelliklere sahip olan dönemleri genel durum itibariyle değerlendirme imkânına sahip değiliz. Bu eserlerde kişilerin biyografileri verilir, resmî görevlerine kısaca değinilir ve elde ettikleri makamlar dile getirilir. Fakat genellikle şairlerin doğum, ölüm tarih ve yerleri istenilen biçimde verilmez. Bu bilgiler ya eksiktir ya da yoktur. Bunun yanında hemen hemen her şairden örnek metin parçaları seçilir. Bu parçalar çoğunlukla kaside, gazel matla'ları, kıt'alar, rubaîler ve mesnevîlerden yapılan bazı küçük alıntılardan meydana gelmektedir. Tezkirelerde şairler, sanat yönleri ve eserleri nesnel, bilimsel ve eleştirel bir tutumla incelenmemiştir. Bir başka deyişle öznel değerlendirmeler ve basmakalıp övme ya da yermelerden ibaret kalmıştır. Prof. Dr. Nurullah Çetin, Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı, Nobel Yayınevi, Ankara 2017 Tanzimat Dönemi Şiir Çözümlemeleri, Editör: Mehmet Nuri Parmaksız, Yade Yayınevi, Ankara 2020 Prof. Dr. Nurullah Çetin TANZİMAT EDEBİYATINDA ŞİİR
TANZİMAT EDEBİYATINDA KONU BİRLİĞİ
TANZİMAT EDEBİYATINDA SOYUTTAN SOMUTA GEÇME
TANZİMAT EDEBİYATINDA NAZIM ŞEKLİ, VEZİN VE KAFİYE SİSTEMİ
TANZİMAT EDEBİYATINDA DİLDE SADELEŞME
TANZİMAT EDEBİYATINDA ROMAN
TANZİMAT EDEBİYATINDA HİKÂYE
TANZİMAT EDEBİYATINDA TİYATRO
TANZİMAT EDEBİYATINDA ELEŞTİRİ
TANZİMAT EDEBİYATINDA EDEBİYAT TARİHİ
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR