Sanatçı bir ‘garip’ midir, ‘gariban’ mıdır? / Yücel Çağlar
Tiyatrocular, yazarlar, yontucular, ressamlar, karikatürcüler, müzisyenler meslek oda ve birliklerini kurabilir.
“Bir garip ölmüş diyeler (Yunus Emre, Şöyle garip bencileyin”) Arapça bir önad –“sıfat”- olan “garip” için, Dil Derneği’nin Türkçe Sözlüğü’nde pek çok karşılık verilmiş1: Doğrusunu isterseniz, ülkemizde sanatçılar için bu karşılıkların tümü de anlamlı. Ancak, Bence, özellikle ülkemizde gerçek sanatçıların çoğu “garibandır”. Yaşarken çoğunlukla itilir kakılır; kimileri için ancak ölümlerinden sonra görkemli törenler yapılabilir ama bir süre sonra onlar da öylesine çabuk unutulur ki, hiç yaşamamışlardır sanki Zeynep Oral’ın Cumhuriyet’teki “Esintiler” başlıklı köşesindeki 15 Haziran 2023 tarihli değinisinin başlığı şöyleydi: “Amma çabuk vazgeçtiniz!” Oral, değinisinde, “Öfkeliyim! Suna Kan’ın son yolculuğuna uğurlanışını izliyorum… Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın o görkemli salonunu onda biri bile dolu değil… Bomboş sıralar, koltuklar… Birkaç vefalı dost, birkaç sanatçı… O kadar… Hadi eğitim bakanı orada değildi… Peki kütür bakanı neden orada değildi?” diyerek acı acı yakınıyordu. Yakınmasını Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’na, Ankaralı sanatçılara, konservatuvar “hocaları” ile öğrencilerine de… yöneltiyor Sayın Oral. Haksız mı sizce? Öte yandan gündelik yaşamda olup bitenlere, yapılan tartışmalara – ne denli tartışma sayılırsa artık...- bakıyorum da ülkemizde hiçbir sanatsal etkinlik yapılmıyor, sanatçılar bulunmuyor sanki. Bu görünüm bana çölleri çağrıştırıyor. Oysa çöllerde bile -ne demek “bile”?- bakmaya kıyamayacağınız güzellikte bitkiler, hayvanlar yaşıyor. Bakmayın siz çölleri önemsemeyen, olumsuzlayanlara. Sanatçılar da ne denli çölleştirilmiş olursa bir ortamın –“ekosistemin”- güzelleştiricilerinden birisidir. Görülmüyorsa eğer, bu ancak bakanın görme yetisinden yoksunluğu ya da yetersizliği yahut anlayışsızlığıyla açıklanabilecek bir durumdur. Nedeni ne olursa olsun giderek yok saymaya yol açabilecek böylesi tutumların –“vefasızlık” mı deseydim acaba?- aşılabilir bir olumsuzluk olduğunu düşünüyorum; doğaldır ki istenir ve gerektiğince çaba gösterilirse... Kim isteyecek ve gerektiğince çaba gösterecek? Akla ilk gelebilecek yanıt “toplum” olacaktır kuşkusuz. Ancak böylesi genellemeleri anlamlı bulmayanlardanım. Sözgelimi toplumun hangi sınıfları ya da katmanları? “- Kim olacak, sanattan anlayan katmanlar !” desem bu yanıt sizi “keser mi”? Sözgelimi, beni “kesmez”. Onların en azından bir kesimi az çok, doğru yanlış gereğini yapmaya çabalıyor çünkü. Şöyle bir arandım; ülkemizde de onlarca sanat ve sanatçı vakfı, derneği, sendikası vb kuruluşlar çıktı karşıma. Böyleyken sanatçılarımızın “garibanlığı” oldukça yaygın. Demek oluyor ki sanatçıların “gariban” olmaktan çıkmasına katkıda bulunabilecek ya hiçbir şey yapılmıyor ya yapılanlar yahut da yapılmaya çalışılanlar yeterli olmuyor. Sanırım özellikle bireysel çekişmeler –“çekememeler” mi deseydim acaba?- daha öne çıkıyor. Bence, öncelikle, toplumun sayısal olarak çoğunluğunu oluşturan emekçi sınıf ve katmanların gerek kültürel düzeyleri gerek ekonomik olanakları gerekse zamanları sanatsal etkinliklere, dolayısıyla sanatçılara gerektiğince ilgi gösterebilmesine olanak vermiyor. Bunun yanı sıra sanatı ve sanatçı emeğini de metalaştıran egemen sınıflar tekellerindeki TV kanalları ile internet ortamlarındaki her türden izlenceyi, deyim yerindeyse “yerseniz” yaklaşımıyla topluma dayatabiliyor; üstelik de akıl almaz kolaylıklarla ve “yaratıcılıklarla”. Ekonomik yetersizliklere direnenlerin dışındaki yayınevleri, sergilikler, dinleti ortamları vb ise kapılarını ekonomik getirisini ençoklayabilecek kişi ve ürünlerden başkalarına neredeyse sıkı sıkı kapatıyor. Bunlara bir de üye sayıları zaten kısıtlı olan emek örgütlerinin savaşımlarını en fazla üyelerinin ekonomik, daha az da demokratik haklarının yitirmemeye -neden artırmamaya değil?- indirgememelerini eklemek gerekiyor. Bu bağlamda doğal olarak yerel yönetimler de akla geliyor. Olanakları elverdiğince çaba gösterenleri var kuşkusuz. Ancak, siz ne düşünüyorsunuz bilemem; ben yerel yönetimlerin çoğunlukla popülist ve seçkinci etkinlikler gerçekleştirdiklerini düşünüyorum. Sözgelimi, yerel/yöresel sanatsal etkinliklerin, sanatçıların önlerini gerektiğince açmıyor ya da açamıyor. Bu nedenle, "Evrensel sayılan sanatsal verimlerin yanı sıra yerel/yöresel olana da fırsat verilse, kıyamet mi kopar” diye düşünmeden edemiyorum doğrusu. Öte yandan siyasal iktidarın “kültür-sanat alanında yeteri kadar mesafe kat edemediğimizden dolayı hep hayıflanırım” diye yakınan yöneticimiz -ben de inandım????- bile "Geçtiğimiz 16 yılda demokraside ve ekonomide çok büyük devrimlere imza atan Türkiye, maalesef eğitim ve kültür sanat politikalarında arzu ettiğimiz mesafeyi kat edememiştir. Bu alandaki gelişmelerin diğer yatırımlar gibi sadece devlet projeleri ile kamu imkanları ile sağlanabilmesi işin tabiatına da uygun değildir. Millet olarak topyekûn bir mücadele ile ülkemizi kültür sanatta ileriye taşıyabiliriz" derken2 karşıtı siyasal oluşumlar yaklaşımlarını ancak bildirgelerle sergileyebiliyor. Örneğin “Altılı Masa”nın 30 Ocak 2023 günü kamuoyuna açıkladığı “Ortak Politikalar Mutabakat Metni”nin “Kültür” başlıklı bölümünde yüze yakın eyleme yer verilmiş ama seçim sürecinde hiçbirinin toplumsallaştırıp siyasallaştırılması için çaba gösterilmemiştir. Kısacası, “el elin eşeğini türkü söyleyerek arar” atasözü, sanat ve sanatçılar söz konusu olduğunda da geçerlidir. Öyleyse… Öncelikle ve ağırlıkla sanatçıların “ellerini taşın altına koyması” gerekiyor. Ancak edilgenlik toplumumuzun her kesiminde, bu kapsamda sanatçıları arasında da son derece yaygın bir davranış biçimidir. Haydi daha yumuşak bir biçemle söyleyeyim: Yurttaşlarımızın çoğunluğu, deyim yerindeyse, “bıçak kemiğe dayanmadıkça” –“yumurta kapıya gelmeden”- harekete geçmiyor; “birisi çıksa…” deyip bekliyor; başına gelenlere ise “elle gelen düğün bayram” diyerek katlanıyor. Üstelik bir biçimde harekete geçenleri yadırgıyor; “sana mı kaldı” diyerek tepki gösteriyor; dahası, “erken öten horozu keserler” diye gözdağı vermeye bile kalkışabiliyor. Sanki Samuel Beckett’in “Godot’yu beklerken” başlıklı oyununun en yalın fiziksel gereksinmeleri dışında her şeyi boşlayan Godo’su (Estragon) gibi bir yaşantıdır yeğledikleri. Ben bilinçle, içten ve kararlı, özellikle de gerektiğinde özverileri göz alarak girişilecek örgütlü çabalarla böylesi “hallerin” de değiştirilebileceğini düşünüyorum. Gerçekte ülkemizde sanatseverler ile daha az olmak üzere sanatçılar dernek, vakıf, sendika, kooperatif örgütlenme deneyimleri sayısal olarak hiç de az değildir. “- Peki, gerektiğince etken olabiliyorlar mı?”, derseniz yanıtım, “hayır” olacaktır. Bakmayın siz sözgelimi Anayasamızda “IX. Bilim ve sanat hürriyeti” başlığı altında “Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.” (Madde 27) ile “II. Sanatın ve sanatçının korunması” başlığı altında “Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır.” (Madde 64) kurallarına yer verilmiş olmasına... Onu 2000’li yıllarda olmak üzere onüç kez değiştirilen 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun (1951) varlığına… Hepimiz biliyoruz ki, başka pek çok alana ilişkin böylesi kuralların varlığına karşın yaşam, ülkemizde sanatçılar için de hiç “güzel” değil ! Siyasal iktidarın başı açıkça ne söylemişti; yineliyorum: “…Bu alandaki gelişmelerin diğer yatırımlar gibi sadece devlet projeleri ile kamu imkanları ile sağlanabilmesi işin tabiatına da uygun değildir.” Öyleyse ne yapılmalı? Sanatçılar çok daha etkili savaşım araçları geliştirmeli bence. Sözgelimi, varlıkları ve etkenlikleri Anayasanın 135. Maddesiyle güvence altına alınan (!) dernek, vakıf, sendika, kooperatif vb’lerin yanı sıra “kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları” bu bağlamda bana daha akılcıl örgütlenmeler olarak geliyor. Bu maddeyi anımsatayım: “Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları; belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleridir.” Örneğin tiyatrocular, yazarlar, yontucular, ressamlar, karikatürcüler, müzisyenler de kendi “odalarını”, giderek “birliklerini” kurabilir. Kuşkusuz ülkemizde bu örgütlenme biçimlerinde de çeşitli olumsuzluklar yaşanıyor; ek olarak, baskıcı siyasal iktidarların engellemeleri eksik olmuyor. Ancak ben bunların aşılamayacak olumsuzluklar olduğunu düşünmüyorum. Barolar ile mühendis, mimar ve planlamacı, hekim, ziraat, sanayi ve ticaret, esnaf ve zanaatkar – söylendiği gibi “sanatkar” değil !- odaları vb örgütlenmelerin çoğunluğunun başarımları ortada. Ancak bu türden örgütlenmelerin bence kolay kolay aşılamayan bir sorunları var: Üyelerinin sınıfsal özellikleri… Bana sorarsanız sanatçıların da temel sınıfsal özelliği küçük kentsoyluluktur –“küçük burjuvalık”- Maksi Gorki “Küçük Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi” başlıklı incelemesinde nasıl tanımlıyordu küçük kentsoyluları, anımsatayım: “Her küçük burjuvanın temel özelliği kendisinin bir tek , eşsiz olduğuna inanmasıdır. Bu yüzden o, her merasimde bulunur: 'Bütün düğünlerde nişanlı, bütün gömmelerde ölü' olan odur. Devletin ve toplumun kendisi ile birazcık ilgilenmelerini, kendisine 'insanca' muamele edilmesini ister. Duygularını anlatmakta ve özgür komşunun usareleriyle geçinmekte yine tam bir özgürlük sahibi olmak başlıca meselesidir. İnsanseverdir, insancıldır. Bunu her yerde elinden geldiği kadar ispat etmeğe çalışır.”3 Olsun! Bu örgütlerde yıllarca emek vermiş bir kişi olarak deneyimlerimden hareketle söylüyorum: Sanatçıların da daha fazla gecikmeden “kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarında” örgütlenmeleri gerekiyor! *** Bu noktada benden Bertolt Brecht kaynaklı "Kurtuluş yok tek başına; ya hep beraber ya hiçbirimiz." savsözünü yinelememi beklemezsiniz. Yanılıyor muyum sizce? *** * İletisim: ormanlarindelisi@gmail.com 1 http://www.dildernegi.org.tr/TR,274/turkce-sozluk-ara-bul.html; Erişim 27 Haziran 2023. 2 https://www.haberler.com/politika/cumhurbaskani-erdogan-kultur-sanatta-esaret-11555309-haberi/?ysclid=lje060l6x691254683; 19 Aralık 2018, Erişim 27 Haziran 2023. 3 Maksim Gorki, Küçük-Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi, Türkçesi Şerif Hulusi, Ortam Yayınları, 3. Basım, Sayfa 24-25 Yücel Çağlar
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin”
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR