Ressam Burcu Perçin'in kırmızı arabası
Bu ince sızı, sanatçı duyarlılığında bir direnişe, renklerin direnişine neden oluyor.
Burcu Perçin'in "Gizli-Saklı" adıyla sergilediği resimler toplamı, günümüz dünyasının ürpertici gerçeğine yumuşak dokunuşlarda bulunuyor. Büyük bir felaket sonucu terkedilmiş mekanların paslı kirişleri, paralel yapılarda içine düşülen "yalnızlık dolambacı", kahverenginin korkan kırmızıya çalan tonları ve grinin sevimli yumuşaklığında eriyor. Şiddetli iç savaşlarda ya da bombardımanlarda terkedilmiş mekanların soğuk hüznünde, paramparça bir pisuvar rengarenk olabiliyor, kapısız sıvasız tuvaletler pembenin saten inceliğinde sevimlileşebiliyor. “Gizli saklı mekânları, gizli saklı yapılanları ve yaşananları..." açığa çıkarmaya çalıştığını söylüyor ressam ama bence yalnızca "gizli-saklı" olanı değil, terkedilmiş, unutulmuş mekânların arkasından da ağıt yakıyor. Paramparça mekanların önünde yağmurun bıraktığı gölcükler canlı kalmaya, yaşama güdüsüne, doğaya çağrı yapıyor. Ne var ki avluda dizili, yere yıkılmış masmavi oksijen tüpleri buralarda büyük bir felaket ya da yoğun emek gerektiren işlerin yaşandığının delilleri olarak duruyor. Zamanın sonsuzluğunun yaydığı yalnızlık birtek insana özgü değildir; nesneler, mekanlar da bunu yaşıyor, yayıyor; belki de bu duyguyu en iyi onlar yansıtıyor. Kaybolup gitmiş insanı çağıran bir numarada olduğu gibi: "35/8": bir binanın kadastro numarasının yaydığı güçlü imge gibi. Burcu Perçin'le konuştuğumuzda, Beyrut'da gördüğü ve fotoğrafını çektiği mekânların kendisinde bıraktığı etkiden söz etmişti. Bu güzel Ortadoğu kentinin kaderi, Libya'nın, Irak'ın, şimdi Suriye'nin yaşadığı kaderi, emperyal acımasızlığın güzelim dünyamıza, insantekine reva gördüğü kaderi yansıtıyor. Sanayi toplumunun olanaklarını insanlığın refahı için değil onlara yaşamı/doğayı cehennem etmek için kullanan emperyalizmin "dünyayı Beyrutlaştırma"ya çalıştığı savı renklerde kanıt buluyor. Bu ince sızı -ya da bu kabalık- sanatçı duyarlılığında bir direnişe, renklerin direnişine neden oluyor. Bu mekanlara, belki, Hamburg'da terkedilmiş liman depolarını, duvar afişleri paramparça edilmiş Orta Amerika kentlerini ya da Türkiye'de Anadolu kentlerinde artık kullanılmayan -ya da kullanılan!- "sanayi siteleri"nin "iç"lerini de ekleyebiliriz. Gerçekedebiyat.com
Çünkü yıllar süren iç savaşların Beyrut tipi kent yapılarına yansımış görüntüsü değil yalnızca Burcu Perçin'i etkileyen.
Kahverenginin yapışkanlığı ıslak toprağı, pası açık mavi renkler metal ve küfü temsil ediyor. Özgün ofset baskı kolajların yanında yağlıboya resimler büyük tuallerde benzer mekanları resmediyor. Mekanların benzerliği, -"hep aynı" mekanlar- empresyonistlerin aynı manzarada değişik ışığı aramalarına benziyor; ama Burcu Perçin ışığı değil renkleri arıyor.
Ankara Galerinev'de Deniz Artun'un öncülüğünde açılan sergiyi, çoğu sanat tarihi bölümü ya da resim bölümü öğrencilerinden oluşan kalabalık bir davetli topluluğunun izlemesi, artık ülkemizde bir "resmi!" ideoloji haline gelmiş olan sanatı öteleme/iteleme kültür(süzlüğ)ü karşısında gelecek için umutlu olmamıza neden oldu.
Burcu Perçin'in resimlerinde ortalıkta boy gösteren haşarı bir kırmızı araba var: umudu, bir şarkıyı simgeliyor. "Bir zamanlar"ı, yaşanmış anların kutsallığını, bunca metal/beton arasında -gezegende- "insan"a ait izleri! Biraz kadınsı bir obje; (kırmızı otomobiller hep kadınlar içindir) ya da bir düğün arabası.
Bir güneş gibi, bir sevinç gibi Burcu Perçin'in kırmızı arabasının boy gösterdiği resimleri. İnsanlığın bitmeyecek umudunun simgesi gibi capcanlı, cıpcırlak, sevinçle meydan okuyor.
Ahmet Yıldız
YORUMLAR