Benim bir köyüm vardı. Gün gelip de bir şaire bu kadar gıpta edeceğimi bilemezdim. Bilirim, gezmese de tozmasa da o uzaklarda bir köyü vardır Ahmet Kutsi’nin. Benimse ne gezebileceğim ne de tozlu yollarında koşabileceğim bir köyüm yok artık.*

Yok olan o talihsiz köyde,

“Uyanıp kaçamadılar / Kuş olup uçamadılar (…) Yan yana sırtüstü yatan ölüler”

Can pazarı içinde öylece beklediler üç gün üç gece, gelmez oldu kimseler.

“Cehennem acı çektiğimiz yer değildir, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir.” diyen

Hallâc-ı Mansur’un yakarışını yaşattılar o sırtüstü yatanlar can vermeden.

Bir daha dönmemek üzere öylece,

“Gittiler gecenin karanlığında ellerinde doğmamış güneşin izi”yle.

Güneydoğu Anadolu’nun batısıyla Akdeniz’in doğusunu içine alan ortak iki coğrafi kültürün Çukurova’ya bel vermiş ovanın tam ortasıydı benim köyüm.

Köyümüzün Türkiye genel yapısı içerisinde tekil olan bir özelliği var. Tahsil düzeyi bakımından Türkiye’nin en yüksek olan yerleşim birimidir. Dikkat isterim: Köyler içerisinde, demedim. Türkiye genelinde, dedim. Binden fazla üniversite mezunumuz var.

Cumhuriyet öncesi ve başlangıcında Pazarcık’tan önce bizim köyümüzde ilkokul açılmıştır. İlçeden önce bir köye okul açılması dikkate değer bir ilginçlik değil midir? Ta eskilerde çevre köylerdeki çocuklar okumak için bizim köye gelirlermiş. Her nedense bizim köyde farklı bir enerji var. Var çünkü diğer çevre köylerdeki üniversite okuma oranı nedense bizimkisi kadar olamıyor?

Bizde okumak, yeme içme gibi sıradan bir şeydir. Okumayan olmuşsa sahipsizlikten okuyamamıştır. Üniversite aşaması rutine bağlı akıp giden bir okulluluk süreğenliği gibi düşünülür. Farkına bile varılmaz. Bizim çocuk bu sene üniversiteye girecek, denilmez de başlayacak, denilir.

Hep ilklerin köyü olmuş ya ilginç olan iki şey daha var. Esas itibarıyla cumhuriyetle birlikte gelişen kooperatifleşmenin öncü yerlerinden biri olmuştur. İnanılır gibi değil ama buna bağlı olarak 1960’larda köyümüzde Ziraat Bankası şubesi açılmıştır. O kadar da değil! Mudi bankacılığından ziyade tarımla ilintili tek memurlu bir irtibat bürosu olsa gerek.

Bu kadar okumuşuna rağmen bürokraside düz memurluk ya da öğretmenlikten öte bir mevki sahibimiz var mıdır? Yok! Bu yurdun öz sahipleri, devlete hâkim olan kısır zihniyetlerin eseri olarak dışlanmışlardır. Sebebini duygu yüklü deprem yazısı dışında bırakalım.

Yazanı var çizeni var. Müzisyeni var, sinemaya tiyatroya bulaşanı var. Ozanı var, halk aşığı var. Filozofik şair, akil adam Hamza KİE’si var. Var oğlu var! Yanisi şu ki inceltilmiş duyguların insanları var.

Bir gün boş avare TV içi bir sohbetimizde tüm bu özelliklerimiz ağzımdan kaçtığında televizyoncu dostlarım dikkat kesildiler. Dikkat kesilmekle kalmayıp -sırf okuryazarlık düzeyinden dolayı- köyün belgeselini çekmek istemişlerdi. Ya da tanıtım programı diyelim. Biraz da ben istedim. Olamadı. Depremde yitirdiğimiz bilim uğraşanımız Ali abi hazır olamayınca ertelemiştik. Şu kör talihe bakılsın ki o zamanlar televizyona çıkamayan köyüm şimdi yerle yeksan olması sebebiyle tüm ulusal TV’lerin ana haber bültenlerine başkonu oldu.

“Bir sabah kalktım ki / Dövünüp duruyor sabah yeli / Ağlıyor Anadolu / Nice yer yurt yerle bir / Şiirin neye yarar şair?”

Özlerim seni Ördekdede’m!

Yazı yabanında çekirgeler kovalayıp it daşladım, kanallarında çimdim, merasında yemlik topladım, dallarında kuşlarla birlikte türlü yemişler yedim.

Gâh pamuk gâh buğday sergenlerinin üzerinde gökyüzündeki yıldızları saya saya tarifsiz sevinçler içinde mışıl mışıl uyudum. Sergensiz yaz mevsimlerinde geniş evliklerin örtmelerinde, olmadı dam başlarında uyudum.

Bir köy ölçeğinde o kadar büyük pazardın ki sana gelen çerçilerin peşine düştüm, sepetli motosikletli satıcıların Ahır Dağı’nın doruklarındaki karlarla dövdükleri el emeği Maraş dondurmalarını yedim.

Traktör römorklarına çocukça asılıp çaldığım şeker pancarlarından oyuncak arabalar yaptım. Pancar bulamazsam kanalların duvarından sıyırdığım sert çamurdan yaptım. O da olmadı sabun kalıplarını oyarak yaptım. Tozlu dumanlı yollarında aksamını telden, kasasını Vita kutusundan yaptığım arabalarımı sürdüm.

Söylesem şimdiki Türkiye’ye düş gibi gelir. Gün oldu çimenliklerin üzerinde kurulu seyyar perdelerde sinemaları, gün oldu temsile gelen seyyar tiyatro kumpanyalarını izledim. Dersliklerimizde, olmadı köy kahvehanesinde sihirbazlarını, düğün meydanlarına gerili ip üzerindeki cambazlarını seyreyledim. Adına kurulu futbol takımının başarılarını seyreylerken heyecanlara kapıldım.

Bir köy düşünülsün ki kentleşme eğilimine yatkınlığından dolayı her gün iki otobüs kaldırsın Antep-Maraş illerine. Seferden dönen otobüslerinin hoparlörlerinden bağırtıla çağırtıla sesleri dışa verilen Mahsunileri, İhsanileri, Meftunileri, Nurşanileri… dinleyerek yollarını gözledim.

Senden aldığım birikimlerimi özlemlerimin içinde harmanlayarak kitaplar dolusu yazılar yazdım. Göğünde esen yellere uçurtmalarımı saldım.

Yeni hayatlar kurmak için bağrından zoraki kopmanın diğer adı gönüllü gurbete düşmekti. Uzaklarda zati hep öyleydi de bundan kelli Ördekdede'mde bıraktığım çocukluğuma daha da döner döner bakarım içimi kanatarak.

“Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü / Alıştığımız bir şeydi yaşamak / Şimdi o dünyadan hiçbir haber yok / Yok bizi arayan, soran kimsemiz / Öylesine karanlık ki gecemiz / Ha olmuş ha olmamış penceremiz”

İçim yanar ha yanar! Katar katar gitti canlar.

Maraşlı bir yazar hemşehrimizin yazısında akrabasının ağzında dökülen şu sözleri okudukça kalbim daha da acıyor. Yarama tuz oldu.

"Dönmeyeceğim** Ede! Çünkü benim için hayatın anlamı değişti! Elli (yurt) iken elsiz, evli iken evsiz, varlıklı iken varlıksız, misafirperverken misafir, hemşeri iken garip, varlıklı iken yoksul oldum. Kulaklarımda depremin uğultusu, enkaz altından çığlıklarını duyduğum akrabalarımın, komşularımın yokluğu ve zihnimde karanlığa gömülen şehrimin son hâli hiç silinmeyecek... Beni Maraşlı yapan hiçbir şey kalmadı!"

Yok yok be ede! Arsız arz yuvarlağının ettikleri sadece bize değilmiş ki! Kulağımızı İtalyan Dante’ye verelim de gör, bizden başka ellik yerlere de uğrarmış bu belalar. Onlar nasıl yeniden kurulduysa biz de yeniden kuruluruz elbet edem.

“Buradan gidilir acılar kentine / Buradan gidilir bitmek bilmeyen acıya / Buradan gidilir yitmiş insanlar arasına”

Köyümün kırağındaki (kenar) Antep otobanı üzerinde yol alırken ayrılığın hüznüne boğulmamak için son bir kez pencereye kafamı çevirip baksam da yoksun artık! İçimdeki değerlerine sarılarak bırakıyorum işte seni gerimde! Çaresizce, dimağımdaki eskimiş görüntünle avunup duracağım gayrı!

Bir daha gelinir mi bilemem! Himmet eylesin ki bir Şah, ikinci bir gelişim olsun sana Ördekdede’m, yerinde esen sam yellerine sarılmak için.

Türkülerde bir sesleniş olur: “Yeter âşık yeter!”

Not: Köyümüzün imdadına koşan Mersin Büyükşehir Belediyesi ve Başkan Vahap Seçer’e derin teşekkürlerimizi sunuyoruz.

(*) Köyümüz tümden yerle yeksan olmakla birlikte 40 can kaybı var.

(**) Ede: Maraşlı erkeklerin birbirine "kardeş" anlamında hitapları ya da küçük kardeşlerin abilerine sesleniş sözü.

Sami Günal
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)