'O güzel kadın orada mı? / Mehmet Demircioğlu
Şiir ve romanları ile tanıdığımız
şair-yazar İsa Küçük’ün O Güzel Kadın adlı
öykü kitabının aynı adı taşıyan ilk öyküsünün can alıcı
ve belki de diğer öykülere uzanan sorusunu bu yazımın başlığı
yaptım: “O güzel kadın orada mı?” Bu, sadece
yaşanmışlığı, özlemi, bekleyişi birleştirip bütünleştirerek
umudu gizli özne yapmış bir soru cümlesi değil… Yolcusunu
nereye götüreceği baştan belli olmayan yollara başlamak gibi,
tekrar tekrar okuduğunuzda her seferinde ayrı tat aldığımız
öyküler gibi…. Öyle, belleğimizde yer edecek ve uzun süre
unutulmayacak öykülere açılan bir soru cümlesi… Bir öykü kitabı içinde her öyküde
birçok yaşamla buluşur, farklı duygular yaşarsınız. Yazarımız
İsa Küçük, “O Güzel Kadın” ismini verdiği kitaptaki 11
öyküde yazınımıza farklı bir soluk getirmektedir. Öyküler
(kanaatimizce otobiyografik özellikler taşısa ve) değişik
zamanlara aitmiş gibi görünse de, yaşlı ya da genç, her okuru
içine çekecek kurgu, anlatım, sözcük ve ses zenginliğine
sahiptir. Öyküye girmeyi hak etmiş kişiler ya da olaylar
hepimizin yaşadığı, tanık olduğu, burun kıvırdığı, olmak
istediği, görmezden geldiği, yüreği yanarak izlediği
olaylardır. Kitaptaki öyküler bu yönüyle tarihsel bütünlük
oluşturarak ülkemizin farklı alanlarda yaşadığı toplumsal
dönüşümlere bürokrasi dünyasından içinde ironi ve mizahı da
barındıran, eleştirel bir tablo sunmaktadır. Kimi öykülerinde Memduh Şevket
Esendal tadı alırken, kimisinde de Sait Faik’i
tadarsınız. Bir öyküde gülümserken, diğerinde idealist bir
gencin taşra bürokrasisi ve yerel siyaset arasında sıkışıp
kalması üzer sizi. Yıllarını ülkemizin birçok yerinde kaymakam
ve vali olarak geçirmiş olan yazarımız yaşadıklarını,
gördüklerini, yaptıklarını, yapmak isteyip yapamadıklarını ve
tabii ki üzüntü ve sevinçlerini ustalıkla aktarır size. Refik Halit Karay’ın Memleket
Hikâyeleri adlı öykü kitabındaki Osmanlı’nın son
dönemine ait “Şeftali Bahçeleri” adlı öyküsünde,
bir taşra kasabasına kaymakam olarak atanan idealist bir kaymakamın
şevkini kırmak için yerli eşrafın her türlü yola başvurarak,
sonunda onu da hep yaptıkları gibi, -kendi isteklerine boyun eğen-
önceki kaymakamlara benzettikleri güzel bir öyküsü vardır.
Ancak yazarımız İsa Küçük'ün öykülerinde bunun tam tersi
bir durum söz konusudur. Tüm çabalara karşın, eşraf ve yerel
siyaset, genç Cumhuriyetin idealist kaymakamını yıldıramamaktadır.
Sadece kaymakam ya da valiyi de değil, doktor, savcı, yargıç ve
öğretmenleri de. Onlar, Cumhuriyet aydınlanmasını gittikleri
yere taşımak için her şeyi göze alırlar. Zaman zaman zorluklar
karşısında çaresiz kalsalar bile yine de yılmazlar.
Bir başka öyküde bin dokuz yüz
atmışlardan yetmişlerin sonlarına kadar ivmelenen devrimci
öğrenci hareketleri ve onların heyecan, aşk ve özlemlerine tanık
olursunuz. Bazen yaşamın gerçekleri üzer sizi. Ancak öfke ve
hüzünle yaşanan aşklar umudu hep diri tutar. Yıllar sonra bile
geçmişin izleri ve kıskançlıkları tatlı bir hüzün verir,
gülümsetir. Eski bir hapishanenin müze olarak
açılan kapısından içeri attığınız adım sizi birbiriyle zıt
iki olayla karşılaştırır, “Ölüme Doğmak.” Doğum
ve ölüm. Bu ironik ve şiirsel çatışma içinde müzenin kapısı,
koğuşu, avlusu, hücresi, ranzaları, mahkûm eşyaları, duvardaki
çizikler ve darağacı ile yüzleşmenin duyumsattıkları arasında
kaybolur ve yeniden doğarsınız. Haritada yeri bile bilinmeyen bir köye
su getirme işinin nereden nereye evirildiğini, bürokraside işlerin
nasıl yürüdüğünü ve nasıl trajikomik bir hal aldığını
gülümseyerek izlersiniz.
Yazarımız aynı zamanda iyi bir
gözlemcidir. O, olumsuz bir durumla karşılaştığında onu
gözlemlemekte, zamana bırakmaktadır. Tıpkı bulanık suya dalmak
yerine durulmasını beklemek gibi. Bu durum yazarımızın, gerçeğin
tam da gözüne baktığının ve onu okuyucuya apaçık
yansıttığının en güzel kanıtıdır. Türkiye’nin yakın
tarihine, toplumsal değişimlere, aşk, yalnızlık, direniş ve
aidiyet temalarına dokunmuş öyküler okurun duygu dünyasına
ulaşmakta zorluk çekmeyecektir.
Sadece öykülerin sıcaklığı ile
değil, kurgusu ve üslubu ile de güzel Türkçemizin tadına
varırsınız. Dilimize deyim olarak yansıyacak hoşlukta sözler
gülümseterek ısıtır içinizi. Bunlardan biri okuyucunun gözünden
kaçmayacak kadar anlamlı ve değerli “devlet çocuk”
önermesidir. Devlet Baba’nın yüzü hep asık olduğundan “devlet
çocuk” ifadesi bir özlem olarak çıkar karşımıza.
Kitabın son öyküsü “Küs
Şerbet” ülkemizin hiç bitmeyecek gibi görünen bir sorununu
sözcük oyunlarından uzak fakat duygusal derinliği zengin içli ve
ölçülü bir üslupla ele alıyor: Cumhuriyet değerleriyle
yetişmiş ve bu değerleri sonuna kadar savunmaya çalışan bir
kadın yargıç emekli olduktan sonra, dönüp geldiği baba
ocağında, çocukluğundan beri özlemini çektiği gazetecilik
yapma tutkusunu gerçekleştirme fırsatını bulmuştur. Ama bu öyle
sıradan bir yazarlık değildir. Açık sözlü, saf ve temiz. O,
yaşadığı kentin sadece sakini değil, sahibi gibi yaşanması
gerektiğini ilke edinmiştir.
Ancak bir gün, üniversitenin yapıp
gönderdiği bir padişah heykelinin nereye dikileceği konusunda,
kaymakamlığın belediye ve sivil toplum kuruluşlarına sorularak
yer belirlenmesi için yazı yazdırdığının duyulması üzerine
gazeteci, cumhuriyet kaymakamının böyle bir şeye izin vermiş
olmasını acımasızca eleştirir. Bunun üzerine gazete sahibi,
ortamı biraz yumuşatmak için yazı yayınlanmadan önce bir
buluşma ayarlar.
Kaymakam, gazete sahibi ve emekli
yargıç bir araya gelirler. Bu görüşme, siyasilerin köpürttükleri
ve çözümünü bürokratların omuzlarına yıktıkları, yıllardır
ülkemizde tartışmalara neden olan bu durumun öyle kolayca
çözülecek bir sorun olmadığını gözler önüne serer. Genç
kaymakamın, heykelin kasabanın bir yerine dikilmesi ile ilgili
tarihsel bir bakışla konuya yaklaşımı ve gazetecinin itirazı
ile ortam iyice gerginleşir.
Yazarımız öykünün sonunu okuyucuya
bırakır. Ancak öyküdeki “Cumhuriyet devrinde olacak şey
değil” göndermesiyle günümüzde olup bitenlere “ayna
tutar,” okura iğne batırarak onu düşünmeye sevk eder. “Bütün Hürriyetler Serbest Bu
Akşam” isimli şiir kitabındaki “Bir Bürokratik Hüzün”
isimli şiirinde “bütün sınırları geçtim bu akşam”
diyen İsa Küçük, “O Güzel Kadın” öyküleri ile,
bize göre, “resmi yazı” sınırlarını aşmış, yazın
türünün en zorlarından biri olan öykü dalındaki bu eseriyle
edebiyatımızdaki yerini sağlamlaştırmıştır. O Güzel Kadın, Cumhuriyet
Kitapları, Mart 2025 Mehmet
Demircioğlu
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR