Şiir ve romanları ile tanıdığımız şair-yazar İsa Küçük’ün O Güzel Kadın adlı öykü kitabının aynı adı taşıyan ilk öyküsünün can alıcı ve belki de diğer öykülere uzanan sorusunu bu yazımın başlığı yaptım: “O güzel kadın orada mı?” Bu, sadece yaşanmışlığı, özlemi, bekleyişi birleştirip bütünleştirerek umudu gizli özne yapmış bir soru cümlesi değil… Yolcusunu nereye götüreceği baştan belli olmayan yollara başlamak gibi, tekrar tekrar okuduğunuzda her seferinde ayrı tat aldığımız öyküler gibi…. Öyle, belleğimizde yer edecek ve uzun süre unutulmayacak öykülere açılan bir soru cümlesi…

Bir öykü kitabı içinde her öyküde birçok yaşamla buluşur, farklı duygular yaşarsınız. Yazarımız İsa Küçük, “O Güzel Kadın” ismini verdiği kitaptaki 11 öyküde yazınımıza farklı bir soluk getirmektedir. Öyküler (kanaatimizce otobiyografik özellikler taşısa ve) değişik zamanlara aitmiş gibi görünse de, yaşlı ya da genç, her okuru içine çekecek kurgu, anlatım, sözcük ve ses zenginliğine sahiptir. Öyküye girmeyi hak etmiş kişiler ya da olaylar hepimizin yaşadığı, tanık olduğu, burun kıvırdığı, olmak istediği, görmezden geldiği, yüreği yanarak izlediği olaylardır. Kitaptaki öyküler bu yönüyle tarihsel bütünlük oluşturarak ülkemizin farklı alanlarda yaşadığı toplumsal dönüşümlere bürokrasi dünyasından içinde ironi ve mizahı da barındıran, eleştirel bir tablo sunmaktadır.

Kimi öykülerinde Memduh Şevket Esendal tadı alırken, kimisinde de Sait Faik’i tadarsınız. Bir öyküde gülümserken, diğerinde idealist bir gencin taşra bürokrasisi ve yerel siyaset arasında sıkışıp kalması üzer sizi. Yıllarını ülkemizin birçok yerinde kaymakam ve vali olarak geçirmiş olan yazarımız yaşadıklarını, gördüklerini, yaptıklarını, yapmak isteyip yapamadıklarını ve tabii ki üzüntü ve sevinçlerini ustalıkla aktarır size.

Refik Halit Karay’ın Memleket Hikâyeleri adlı öykü kitabındaki Osmanlı’nın son dönemine ait “Şeftali Bahçeleri” adlı öyküsünde, bir taşra kasabasına kaymakam olarak atanan idealist bir kaymakamın şevkini kırmak için yerli eşrafın her türlü yola başvurarak, sonunda onu da hep yaptıkları gibi, -kendi isteklerine boyun eğen- önceki kaymakamlara benzettikleri güzel bir öyküsü vardır. Ancak yazarımız İsa Küçük'ün öykülerinde bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Tüm çabalara karşın, eşraf ve yerel siyaset, genç Cumhuriyetin idealist kaymakamını yıldıramamaktadır. Sadece kaymakam ya da valiyi de değil, doktor, savcı, yargıç ve öğretmenleri de. Onlar, Cumhuriyet aydınlanmasını gittikleri yere taşımak için her şeyi göze alırlar. Zaman zaman zorluklar karşısında çaresiz kalsalar bile yine de yılmazlar.

Bir başka öyküde bin dokuz yüz atmışlardan yetmişlerin sonlarına kadar ivmelenen devrimci öğrenci hareketleri ve onların heyecan, aşk ve özlemlerine tanık olursunuz. Bazen yaşamın gerçekleri üzer sizi. Ancak öfke ve hüzünle yaşanan aşklar umudu hep diri tutar. Yıllar sonra bile geçmişin izleri ve kıskançlıkları tatlı bir hüzün verir, gülümsetir.

Eski bir hapishanenin müze olarak açılan kapısından içeri attığınız adım sizi birbiriyle zıt iki olayla karşılaştırır, “Ölüme Doğmak.” Doğum ve ölüm. Bu ironik ve şiirsel çatışma içinde müzenin kapısı, koğuşu, avlusu, hücresi, ranzaları, mahkûm eşyaları, duvardaki çizikler ve darağacı ile yüzleşmenin duyumsattıkları arasında kaybolur ve yeniden doğarsınız.

Haritada yeri bile bilinmeyen bir köye su getirme işinin nereden nereye evirildiğini, bürokraside işlerin nasıl yürüdüğünü ve nasıl trajikomik bir hal aldığını gülümseyerek izlersiniz.

Yazarımız aynı zamanda iyi bir gözlemcidir. O, olumsuz bir durumla karşılaştığında onu gözlemlemekte, zamana bırakmaktadır. Tıpkı bulanık suya dalmak yerine durulmasını beklemek gibi. Bu durum yazarımızın, gerçeğin tam da gözüne baktığının ve onu okuyucuya apaçık yansıttığının en güzel kanıtıdır. Türkiye’nin yakın tarihine, toplumsal değişimlere, aşk, yalnızlık, direniş ve aidiyet temalarına dokunmuş öyküler okurun duygu dünyasına ulaşmakta zorluk çekmeyecektir.

Sadece öykülerin sıcaklığı ile değil, kurgusu ve üslubu ile de güzel Türkçemizin tadına varırsınız. Dilimize deyim olarak yansıyacak hoşlukta sözler gülümseterek ısıtır içinizi. Bunlardan biri okuyucunun gözünden kaçmayacak kadar anlamlı ve değerli “devlet çocuk” önermesidir. Devlet Baba’nın yüzü hep asık olduğundan “devlet çocuk” ifadesi bir özlem olarak çıkar karşımıza.

Kitabın son öyküsü “Küs Şerbet” ülkemizin hiç bitmeyecek gibi görünen bir sorununu sözcük oyunlarından uzak fakat duygusal derinliği zengin içli ve ölçülü bir üslupla ele alıyor: Cumhuriyet değerleriyle yetişmiş ve bu değerleri sonuna kadar savunmaya çalışan bir kadın yargıç emekli olduktan sonra, dönüp geldiği baba ocağında, çocukluğundan beri özlemini çektiği gazetecilik yapma tutkusunu gerçekleştirme fırsatını bulmuştur. Ama bu öyle sıradan bir yazarlık değildir. Açık sözlü, saf ve temiz. O, yaşadığı kentin sadece sakini değil, sahibi gibi yaşanması gerektiğini ilke edinmiştir.

Ancak bir gün, üniversitenin yapıp gönderdiği bir padişah heykelinin nereye dikileceği konusunda, kaymakamlığın belediye ve sivil toplum kuruluşlarına sorularak yer belirlenmesi için yazı yazdırdığının duyulması üzerine gazeteci, cumhuriyet kaymakamının böyle bir şeye izin vermiş olmasını acımasızca eleştirir. Bunun üzerine gazete sahibi, ortamı biraz yumuşatmak için yazı yayınlanmadan önce bir buluşma ayarlar.

Kaymakam, gazete sahibi ve emekli yargıç bir araya gelirler. Bu görüşme, siyasilerin köpürttükleri ve çözümünü bürokratların omuzlarına yıktıkları, yıllardır ülkemizde tartışmalara neden olan bu durumun öyle kolayca çözülecek bir sorun olmadığını gözler önüne serer. Genç kaymakamın, heykelin kasabanın bir yerine dikilmesi ile ilgili tarihsel bir bakışla konuya yaklaşımı ve gazetecinin itirazı ile ortam iyice gerginleşir.

Yazarımız öykünün sonunu okuyucuya bırakır. Ancak öyküdeki “Cumhuriyet devrinde olacak şey değil” göndermesiyle günümüzde olup bitenlere “ayna tutar,” okura iğne batırarak onu düşünmeye sevk eder.

Bütün Hürriyetler Serbest Bu Akşam” isimli şiir kitabındaki “Bir Bürokratik Hüzün” isimli şiirinde “bütün sınırları geçtim bu akşam” diyen İsa Küçük, “O Güzel Kadın” öyküleri ile, bize göre, “resmi yazı” sınırlarını aşmış, yazın türünün en zorlarından biri olan öykü dalındaki bu eseriyle edebiyatımızdaki yerini sağlamlaştırmıştır.

O Güzel Kadın, Cumhuriyet Kitapları, Mart 2025

Mehmet Demircioğlu
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)