Koku / Derya Gül
Evde kötü bir koku var günlerdir. Bulamadım nerden geldiğini. Aramadığım yer de kalmadı. Bütün dolaplarımı, giysilerimi, mutfağı, buzdolabımı talan ettim. Evi temizledim. Temizlikçi kadın buldum, bir de ona temizlettim dip, köşe… Yok! Gitmiyor koku bir türlü. Delirmek üzereyim. Apartmandakilere söyledim. Alt komşuyla, üst komşuyla konuştum, onlar herhangi bir koku almadıklarını söylediler. Israr ettim, evlerini taradılar, ettiler. Herhangi bozulmuş, çürümüş bir şey de çıkmadı. Kapıcı ile konuştum hemen. Bodrumu, kazan dairesini, merdivenleri, her yeri temizlettim. Her gün çöpleri beklemeden atmaları için yalvardım. Ne yaptıysam gitmedi koku. Sonunda evden taşınmaya karar verdim. Ne var ki hiç hesapta yoktu böyle bir plan. Düzgün bir ev bulmam, para denkleştirmem gerekecekti. Bu da en az iki ay demekti. Ne olduysa o arada oldu alıştım o kokuyla yaşamaya. Belki üstüme bile sinmişti. Kime sorsam, mis gibi kokuyorsun, saçmalama, diyorlardı. Ben de parfümlere akıttığım paraya acımıyordum böylece.. Hayatıma devam ettim mecburen. Bazı geceler uykumdan uyanıp, o kukuyu duyuyordum hala. Kaçıyordu uykum, sabahı sabah ediyordum. Yine de alıştım kokuya. Yani alıştığımı sandım! Şimdi baştan başlamam icap ediyor öyleyse. Gün sıradandı. Farklı olansa iş çıkışında anlamsızca bir keyiflenme yaşamamdı içimde ki hani uzun zamandır başıma gelmiş bir olay değildi bu. Garipsedim. Bir sebebi de yoktu üstelik. Güzel bir çikolata aldım kendime. Aslında tatlıyla da aram hiç yoktu. Oldukça ilginç ve beni benden alan şarkılar dinledim ardından. Eve gelene kadar oyalandım resmen. Renkli vitrinlere baktım, yanımdan gelip, geçen insanları seyrettim. Her biri ayrı bir hikâye olan… Yanımdan geçerken bana gülümseyen bir kadın gördüm. Ardından gitmeyi çok isterdim ama yapamadım. Ağır adımlarla evimin yolunda ilerledim. Eve varınca dolapta kalmış votkayı doldurdum bardağıma ve bir film izledim. Evde olmanın tadını çıkarttım. Sessizlikti aradığım her yerde. Günlerdir doğru dürüst uyku tutmuyordu zaten. Bilmiyorum nedenini. Şu an aldığım çikolatayı mideme indirmekle meşgulüm ondan sanırım. Yirmi altı gündür telefonum çalmadı. Onu da bilmiyorum neden, çikolatamı yemeye devam ediyorum sadece şu an. Düşünmekten ve sonunda hiçbir şey bulamamaktan da yoruldum. O neden benle artık konuşmuyorum. İşimden niye memnun değilim, neden ayın sonunu zor getiriyorum, neden bu kadar yalnızlaştım? Doğru sorular sormamaktan da ileri gelebilir cevaplarımın olmayışı ama ben soru da sormak istemiyorum ki artık. Ne mi istiyorum? Onu da bilmiyorum. Herkes benden sıkıldı. Sizin de sıkılmış olma ihtimaliniz çok yüksek ama daha kötüsü ben de kendimden çok sıkıldım. Bu arada unuturum belki şimdiden söyleyeyim, elli sekiz gündür de kapım çalmadı. Boşalan votka bardağımı mutfağa götürdüm ayaklarımı sürüyerek. Terliğimin tekini de bulamadım hala üstelik. Buna da sinirlendim akşam akşam. Yine de yatağıma yöneldim. Sonra vazgeçtim aniden. Televizyon izledim. Kanalları dolaştım tek tek sıkıntıyla. Eve girdiğim andan itibaren o keyif nasıl oldu da bıraktı kaçtı beni anlamadım. Uzun zamandır da hani böyle bir şey yaşamamıştım. Sanırım yavaş yavaş toparlıyorum derken, yalancı yaz yağmurları gibi gitti neşem. Bozuldu moralim. Hiç uyku tutmaz şimdi. En kötüsünü daha söylemedim üstelik. Televizyon karşısında pineklerken, yine o kötü kokuyu duydum. Bu sefer gerçekten delirdiğime kendim de inanmaya başladım. Bedenimden aşağıya süzülen terlerden korkmaya başladım. Evin tüm ışıklarını açtım. Elime geçirdiğim malzemelerle, bütün evi temizledim. Ferahlatıcı, çiçek kokan, kötü kokuları alan ne varsa temizlik malzemesi olarak hepsini tükettim sonunda. Oturduğumda yerime yine de o koku vardı. Saat geç olmasa hani bir komşunun ziline basıp eve çağıracaktım. Bulamıyordum kokunun nerden geldiğini. Bütün dolabı, giysilerimi, mutfağı boşalttım. Eve konserve dışında bir şey de almıyordum pek ama çöpü de dışarı çıkardım. Tüm kirli çamaşırlarımı yıkadım. Ardından duş alıp, parfümü üzerime boca ettim. Hiçbir şey işe yaramamıştı. Çökmüştüm. Ne yapacağımı bilmez halde, evdeki tüm pencereleri açmış, yığılıp kalmıştım kanepeye. Böyle bir şey olamazdı. Saçmaydı. Mümkün olması doğal değildi. Biliyorum. Alıyordum kokuyu işte. Burnuma mandal taktım sonunda. Canımı acıtıyordu fena halde yine de kokuyu duymamak adına katlanıyordum. Bu halde ne kadar kaldım hatırlamıyorum, içim geçmiş. Çalan telefon sesiyle irkildim. Bu saatte beni kim arar? Neden arar? Ben panik olmuş adımlarla ahizeyi kaldırırken, burnumdan da mandalı çıkartmaya çalışıyordum canım yana yana. Koku hemen doldu ciğerlerime, midem bulandı yine. Güzelim çikolatayı çıkartacaktım neredeyse. Kendimi toparlayıp, deli gibi çarpan kalbimin abuk sabuk sesine rağmen, bin bir zorlukla da olsa, cevap verebildim sonunda çalan telefona. Arayan Mehmet’ti. Hemen tanıdım, “N’aber oğlum ya, öldün mü?” diye soran kalın sesini. Ahizeyi yerine koydum. Üzerimde ne varsa umursamadan evden çıktım. Çıkış o çıkış. Çünkü Mehmet’e vereceğim cevap, “evet” olacaktı. Kendimi bir zamanlar öldürdüğüm bu evde, gazetelerde okuyup da hayıflandığım haberlere benzemişti her halim. Hani yalnız bir adam ya da kadın evinde ölür ve kimsenin günlerce haberi olmaz ta ki ceset kokusu apartmanda dayanılmaz bir hal alana kadar. Sonra bir çilingir çağrılır, kapı kırılır ve ceset kokusu iyice buruşturur yüzleri. Benle beraber koku da kaldı orada. Ve bilirsiniz ölüler hikâye anlatamazlar. Derya Gül Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR