Son Dakika



Ne zaman bir konuşma işitsem, ne zaman bir yazı okusam, nedense önce aklıma batı dillerinde rhetoric dedikleri sözbilim gelir; daha sonra da Arapça Belagat’ı anımsarım. Klasik Sözbilim, önceleri daha çok, konuşmacının konuşma amaçları doğrultusunda konusunu seçmesinden başlayarak konuşmasını hazırlaması, sunması, ve sonra eleştirileri yanıtlaması sırasında kullanacağı yöntemleri, dil kullanma tekniklerini ve sanatlarını öğretmek için düzenlenmişti. Daha sonra bu yöntem şair ve yazarlar tarafından yazılı dilde de kullanılmaya başlamıştı. Klasik Sözbilim amaç ve işlemler doğrultusunda dil kullanma yöntem ve sanatlarını içermekteydi. Belagat ise yazın kuralları ve sanatlarını anlatan bir bilgi kümesiydi. Kuşkusuz, yalnız bu açıdan değil, Sözbilim’in de, Belagat’ın da, kullandıkları dillerle ilgili olarak türetilmiş, kendilerine özgü dilbilim değerlerini içeren kural ve yöntemleri vardır. 

Bu yazı, Klasik Sözbilimin ana işlemler ve işlevlerini kısaca gözden geçirmektedir.

Yüzyıllar boyunca tarihin yaprakları arasında kalarak kimi yitip gitmiş, kimi yıpranmış, eksik kalmış, kimi yazılı dile doğru geçirilememiş bilgiler arasından sızan ışıklarla bugün öğrenebildiğimiz kadarıyla sözbilimin klasik Yunan uygarlığından doğduktan sonra hem o çağlardaki, hem de daha sonraki çağlardaki uygarlıkları etkilediğini biliyoruz. Özellikle, Orta Çağlar’ın ilk yarısında, İÖ 11. yüzyıldan başlayarak Türkler’in doğudan Anadolu’ya gelmesiyle , Roma İmparatorluğu ile bağıntısı, klasik sözbilimin en azından bazı tekniklerinin Türkler tarafından öğrenilmiş olmasına inanmak hiç de zor değildir. Öte yanda, batıda, Romalılar’ın sınırları içindeki kuzeybatı Afrika’nın ucunda bulunan Arap ülkeleri yazınlarının da, klasik sözbilim yöntemlerinden pay aldığı her zaman inandırıcıdır.

İsa’dan yaklaşık 5000 yıl öncelerindeki Yunan uygarlığında, özellikle Aristotle ile klasik çağlarda düşünülmeye ve uygulanmaya başlamış olan bu bilim, konuşmaya ve yazmaya başlamadan önce dinleyicileri, ya da okuyucuları kendi tarafına çekebilmek için insanları dil kullanımında çeşitli biçimler bulmaya yönlendiren bir bilim dalıdır. Sözbilim, tüm klasik çağları etkisi altında tuttuktan sonra, tüm orta çağlarda okuma-yazma öğrenen herkese öğretilen 7 ana öğretim-eğitim konuları içinde en önemlilerinden birisi olarak etkisini sürdürmüştür, çünkü o çağlarda dilciler-edebiyatçılar, yazarlar, askerler ve politikacılar işlerinin gereği hep halka dönük oldukları için onlara verimli bir biçimde bilgi vermek, onları kendi düşünce dizgesine yönlendirebilmek, kalabalık bir insan kitlesi tarafından izlenebilmek amacıyla dil kullanımlarında bir takımın yollar, yöntemler aramışlar, onları beğenerek okuyabilecekleri, dinleyebilecekleri, kolayca anımsanacak biçimlerde başkalarıyla paylaşabilecekleri metin biçimleri yaratarak sunmuşlardır. Rönesans, Avrupa ülkelerinde sanat, bilim ve düşünüş gücünün her kolunda çok büyük değişiklikler yaptığı için, sözbilimin etkisi Rönesans’ta biraz yavaşlasa bile, o çağlara kadar arada geçen yüzyıllar içinde sözbilim zaten yeteri kadar gelişip etki alanı genişlediği için Rönesans dönemlerindeki durumu olumsuz bir etki yaratmamış, tersine, yazar, şair ve düşünürler yazı ve söylemlerinde sözbilim ilkelerine uymuşlar, onu korumuşlardır.

Sözbilim, adından da anlaşılabileceği gibi, söz söyleme ve yazı yazma sanatlarını araştıran, belirleyen, dinleyenlerin, ya da okuyanların dinledikleri ya da okuduklarına inanmalarını kolaylaştırmak için saptanan yolları içeren bir bilim dalıdır.  

Avrupa tarihinde 17. yüzyıl, genellikle, değişerek o zamanlara kadar bulunmuş olan bilim verilerinin ışığı altında dinsel ve bilimsel bilgileri harmanlayarak insanın duygu düşünce ve dünya görüşünü o zamanki verilere göre yeniden biçimleme ve anlatabilme çağı olmuştur. Sözbilime olan ilgi eskisi kadar olmasa bile, sözbilimin o zamana kadar gelen dizgeleri değişmemiş, ama ona gösterilen ilgi orta çağlardaki kadar büyük olmamıştır. Ama gene de metafizik düşüncelerle donanmış şiirler ve felsefe görüşlerinin yazılması ve söylenmesi sırasında sözbilim varlığını sürdürmüştür.

Sözbilim bir kişinin konuşmaya, ya da yazmaya başlamadan önce neler yapması gerektiğinden başlayarak, o kişinin konuşur, yazarken, ve sunum yaparken neler yapması gerektiğinden söz eden başlıca aşağıda görüldüğü gibi 5 bölüm içinde oluşur.

            1. Buluş (Inventio),

            2. Düzenleme (Dispositio),

            3. Deyiş (Style),

            4. Anımsama), (Memory)

            5- Sunum (Delivery)

1Buluş konuşma ya da yazma konusunun ne olduğunu saptama, kaynaklarını araştırıp bulma sürecidir. Kelime anlamıyla Latince’deki ‘buluş’ ‘invenire’ sözcüğünden gelmiştir. Bu Latin sözcüğü, sonraki yüzyıllarda önce Yunanca’da, daha sonra da, sözcük yapısında çok az değişimlere uğrayarak, özellikle Alman kökenli dillerde, İngilizce’de de kullanılmaya başlamıştır.

Buluş  bölümü gereği çalışmalar yaparken insanın karşısına başlıca 2 çeşit alan çıktığı görülür:

Sanatsal olmayan konular: Hukuk konuları, kanunlar, sözleşmeler, senetler, cezalar. Bunlar için buluş bölümünde yapılması istenenler gerekli değildir.

Sanatsal konular: Bu konular yaratıcılığa dayandığı için akıl (logos), duygu (pathos) ve insanın kendi güzelduyuları (ethos) gerektirdiğinden, buluş bölümünde yapılması sıralanan işlemler gereklidir.

Sözbilim’de buluş bölümündeki çalışmalarda yapılması gerekenler de sıralanmıştır. Hazırlıklara hiç yatkın olmayan birisinin bile, bunları adım adım uygulayarak ilgi çekici bir konuşmacı ya da yazar olması  düşünülmüş gibidir. Bunlar:

a) Konuşmanın ya da yazının kimler için kullanılacağının planlanması:

Bu adımda, yazar, ya da konuşmacı ile dinleyici ya da okuyucular arasında olması beklenen bir iletişim söz konusudur. Metin yazarı, dinleyici/okuyucular ile belli bir metin türü ve konusu içinde onlarla iletişim kurar. O çağlardan başlayarak günümüze kadar evrilen tüm iletişim biçimleri ve araçları ile metin türleri göz önüne alınarak aşağıdaki biçimler ele alınabilir:

İletişim türü ve konusu, konuşmaları içeren, dergiler, günlükler, dinsel ve dualar, protestolar, bildiriler, anlaşmalar, yapılanmalar, mitoloji konuları ve bildirgeler vb. gibi konuları içeren göstergesel metinlerdir.

İletişim türü ve konusu, bir buluşa doğru giden konuşmalar, ya da fikir tartışmaları, ortak çalışmalar, gözlem ve araştırma, bir sorunun çözümlenmene ilişkin öneriler, temelden, bilinen bir ortak temellerden yürüyerek özel bir konunun çözülmesi, özelden genele giderek bir sorunun çözülmeye çalışılması, ve her iki durumu içeren problemlerin tartışılması, bilgi veren haberler ve yazılar, özetler, kitaplar, teknik sayılmayan ansiklopedi yazıları gibi konuları içeren göndergesel metinlerdir. 

İletişim amacı, yazınsal da olabilir. Bu durumdaki metin yazılarındaki iletişim, yazınsal metinler, kısa öyküler, duygusal yazılar, kısa anlatımları içeren yazılar, ballad ve halk türküleri ve şarkıları, halk şiirleri, tiyatro metinleri, televizyon şovları, sinema, ve fıkralar gibi metinlerdir.

İletişim amacı, dinleyici/okuyucuları kendi düşüncelerine çevirmek olabilir. Bu durumda, metinler reklam, politik konuşmalar, dinsel vaazlar, hukuksal anlatımlar, yorumlar gibi metinlerdir.

b) Dinleyicilerin ya da okuyucuların olası durum ve tepkilerinin düşünülmesi :

Bu aşamada konuşmacı ya da yazar, dinleyicilerin/okuyucuların bulundukları bölgeler ve yeri toplumsal durum, yaş, ilgi, ve okur-yazarlık ve bilgi durumlarını göz önüne alarak varsayımlarda bulunur ve konuşmasını ya da yazılarını bu durumlara göre düzenler.

c) Bilgi ve veri toplama :

Bilgi ve veri toplama aşamasında konuşmacı ya da yazarın önce kendisiyle yapması gereken bir içsel konuşma vardır. İçsel konuşma, yazarın ele aldığı konular ve yazısının ya da konuşmasının ‘konusunu ilgilendiren şeylerle ilgili, akıl yürüttüğü, düşündüğü şeylerdir. Düşünmek, akıl yürütmek, insanın kendisiyle konuşmasıdır. Dışsal konuşma ise, yazar ya da konuşmacının konuyu anlatması, ya da yazmasıdır. Bu durumda yazar ya da konuşmacı, kendi metni aracılığıyla, dinleyici ya da okuyucularıyla konuşur.

Buluş aşamasında insanın kullandığı, ya da  kullanması gereken bazı işlemler daha vardır. Bunlardan birisi, ‘beyin fırtınası’ adıyla herkesin bildiği, yazarı konuya ilişki bütün bildiklerini kendi aklından şöyle bir özetleyip , noksan noktalar olup olmadığını bir anda bulmaya çalışmasıdır. Bu işlem sırasında, klasik sözbilimde Pendad adıyla bilinen ve ‘Beşli’ adıyla dilimize çevirebileceğimiz beş gözlem noktası bulunur. Bunlar,

                        i- Bölüm : Konunun hangi olayları kapsadığı, olaylarda neler olduğu,

                        ii- Olay Yeri : (mizansen) Olayları nerede ve ne zaman olduğu.

                        iii- Kişi ve kişiler Olaylara kimin karıştğt,

                        iv- Oran : Kişinin olaylara karışma oranı,

                        v- Amaç  Olayların amacının neler olduğu.

Yukarıda açıklanan 5 basamak, yazarların olayları anlatırken izlemeleri gereken basamaklardır. İyi bir yazar bütün bunları gözönüne alarak öykü ve romanlarındaki olayların anlatımını düzenler.

d) Toplananların değerlendirilmesi ve doğrulanması.

Bilgilerin değerlendirilmesi sırasında hemen hemen herkesin yürüdüğü yol, önce bilinen değerleri ele alıp onları olabildiğince bütünleştirmek, daha sonra o veriler yardımıyla, arananları bulmaya çalışmaktır. Tüme varmak, tümden gelmek gibi mantık yöntemleri, bilinenleri ve bilinmeyenleri birer ayrı dizi biçiminde kağıda yazmak, grafik, şema, ya da çeşitli küçük ikon ya da resimler ile problemlere biçim vermek, olayları anlatmak ve kolayca anımsamak için, yazarların kağıt üzerinde en çok yaptıkları çalışmalardır. Son yıllarda ‘zihin haritası’ olarak dilimize aktarılan yöntem de bunlardan birisi olmaktadır.

2.Düzenleme,  sözbilimin 2. bölümüdür ve konuşmanın ve yazmanın güzelce ortaya çıkabilmesi için ustaca düzenlenmesi, planlanması ile ilgilidir. Aristoteles, yazdığı Sözbilim kitabında bu bölümün problemin açıklanması, ve kanıtların sıralanması olarak başlıca iki basamaktan oluştuğunu belirtir.

Düzenleme’de başlıca 2 ana basamak vardır, ama bunların da her biri kendi içinde alt basamaklara bölünürler.

Problemin açıklanması sırasında önce bir giriş yapılır. Latince karşılığı exordiumdur. Daha sonra, olay ve durumu anlatılır (narratio), olayların ya da problemin içindeki başlıca noktalar göz önüne alınır, bunlar Latin dilinde partitio, bazen de divisio olarak anılır. Problem ve olayların sıralanmasının başlıca 2 temel işlevi, olaylara karışanların adlarını iyice belirlemek, ve onların olaylara karışma yeri ve zamanını açıkça ortaya çıkarmaktır. Bundan sonraki aşama kanıtların sıralanmasıdır. Kanıtlar, olayların hangisine ilişkin işe yarayacaklarsa, ona göre dizilenir. Problemin açıklanması, ortaya sürülmesindeki son aşama onaylama’dır (confirmatio) Bu aşamada, anlatı işlemlerinde olaylarla ilgili bölümler içinde (partitio, ya da divisio) ortaya sürülen problemlerin belirlemesi ve onaylanması yapılır. 

Problemlerin açıklanması her zaman onaylanmayabilir. Böyle durumlar Latince ve sözbilimde confitatio olarak anılır. Konuşmacı ya da yazar, kendi söylediklerinin dinleyici ya da okuyucular tarafından onaylanmayabileceğini düşünebiliyorsa, kendi söylemek istediklerinin tam tersini ortaya koyabilecek bir başka savın karşısına sapasağlam çıkabilmenin yollarını da önceden düşünebilmelidir.

Problemlerin açıklanmasına ilişkin son aşama sonuç olarak çevrilebilecek peroratio olmaktadır. Sözbilim, her şeyden önce güzel ve etkili konuşma için düzenlenmiş olduğundan, sözbilim bölüm ve parçaları o zamanki Latin dilinin konuşma ile ilgili sözcükleri terim olarak düşünülmüş, sözbilimin yazı dilinde de kullanılmasının yaygınlaşması,  bu terimleri gene de değiştirmemiştir. Çiçero’ya göre, bir konuşmacı sonuç aşamasında başlıca 3 adım atar: Sorunları özetler,  kendi savının tersini savlayabilecek herhangi bir savın ortaya çıkmasına izin vermeyecek derecede sağlam konuşur ya da yazar,  konuştuğu konu, ve taraftarları için sempati toplar. 

3. Deyiş, sözbilimin üçüncü ve orta basamağı olarak, deyiş, söylenecek, ya da yazılacak şeylerin nasıl söylendiği ya da yazıldığını ele alan basamaktır. Klasik bilginlere göre, en iyi deyiş biçimi, doğruluk, açıklık, uygunluk gibi özelliklerin yanında, bütün bunları süslü bir biçimde anlatan yazılarda, ya da sözlerde bulunurdu. Bu özellikler, o çağlardan beri klasikleşmiş, değişmemiş, ancak, bu özelliklerin yanısıra bunlara daha yeni birçok biçim ve özellik daha eklenmiştir.

Doğruluk,  sözleri, ya da yazıları dilbilgisi ölçütlerine göre ele alırken, yazı ve sözleri klasik Yunan ve Roma çağlarında geçerli olan Geleneksel Dilbilgisi ölçütlerine göre değerlendirirdi. 

Açıklık, yazılan, ya da söylenen şeydeki anlamın, tıpkı gün ışığı gibi pırıl pırıl ışıldamasını beklerdi.

Uygunluk,  söylenen, ya da yazılan bir şeyin, anlatılan şeylere uygun olup olmadığını ölçerdi.

Ve bütün bu özelliklerin de, ne tür bir süs, kalıp, yapı, sanat, söyleme -yazma biçimi içinde, daha doğrusu, bir deyiş ile  söylendiği, ya da yazıldığı incelenirdi. Deyiş basamağı, yazı, ya da söz kullanımının en önemli basamağıydı, çünkü klasik sözbilimin insanı etkileme amacının en çok gözü ve  kulağı etkileyen olağanüstü basamağıydı. Herhangi bir deyiş türü kullanılırken, anlatım aracı olan dil, tonlama, sözdizim, ve sözbilim seçenekleri olduğu gibi, anlatıma uygun eğretileme ve diğer söz sanatları, tasarımlar, betimleme, imgeleme ve görünümler, varsa başka yazarlardan alınan sözler ve örnekler hep birlikte güzel bir yazı, ya da söz bileşimi içinde sunuma hazırlanır, istenen vurgunun bunlara eklenmesi beklenir. Bütün bunlar, yazıların süsü olarak, sözbilimde ‘süslemeler’in önemli olduğunu vurgular, çünkü ‘inandırıcı’ bir yazının ‘süslemeler’i de önemlidir. Kullanılan dil, yazı, ya da sözün tonlaması, sözdizim, sözbilimsel yapılardaki çekicilik, eğretileme türleri, imge, alıntı ve güzel sözler, konuşan kimsenin, ya da yazarın deyiş özelliklerini belirten dil kullanma yeteneğinde dikkat edilmesi gereken sözbilim öğelerinden bazılarıdır. 

4. Anımsayış, sözbilimde dördüncü basamak olarak, yazar, ya da konuşmacının yazdığı ya da söylediklerini anımsama aşamasıdır. Klasik çağlarda kağıt yoktu. Daha sonraları bile, kağıt bulma uğraşına girmeyenler, anımsama işlemini dil kullanımlarında birtakım kolaylıklar bularak çeşitli yollar yardımlarıyla yerine getirmişlerdir.  Burada unutulmaması gereken çok önemli nokta, klasik sözbilimin önceleri sözlü dilde ve konuşanın karşısındakileri söylediği şeylere inandırması için yapması gerekenleri sıralamak üzere belirlenmiş ve yapılanmış olmasıdır. Anımsayış basamağında konuşmacıdan yalnızca söylediklerine inandırma çabası göstermeyip, aynı zamanda, karşıdan gelmesi olası olan birtakım karşı savlara da hazırlıklı olarak konuşmasını/yazısını düzenlemesi beklenirdi.

5. Sunum. sözbilimde, hazırlanan metnin dil kullanımlarıyla, daha başka şeylerin de birlikte kullanılmasını gerektiren basamağı ve inandırma işleminin son aşamasıydı. Konuşmacının, inandırma işleminde, sesinin gür, ya da kısık olması, ses tonu ve tümcelerdeki tonlama özelliği, ulama yetenekleri, konuşma hızı, jest, mimik ve beden hareketlerinin konuştuklarıyla uyumu, giyim-kuşam düzeni, okunan metindeki inandırma çabasıyla orantılı olmalıydı.  Bütün bunlar, sözbilimi öğrenenlere öğretilir, günlerce çalıştırılır, metnin özelliklerine göre her zaman yeni yollar araştırılırdı. Konuşmacılar kendilerine öğretilen yolları anımsamakla yükümlüydü. Bunun dışında birşey düşünmenin, konuşmanın/yazının sunumunu kolayca bozabileceği varsayılırdı.

Klasik sözbilim, bir konuşmacıyı / yazarı daha metin hazırlama aşamasında ele alarak, konuşmasını/yazısını hazırlarken yapması gerekenleri sıralamakla, son aşamada da metin sunum sırasında, ve dilin etkili olarak kullanılabilmesi için gerekli varsaydığı beden hareketlerinden söz eder.

Sözbilim’in ana amaçlarından böylece sıralandıktan sonra, sözbilimde kullnılan işlemler aşağıdaki gibi ele alınabilir:

Her işte kullanılması gereken ana işlemler bulunur. Konuşmanın, yazmanın, bir şey yapmanın ve yaratmanın işlevleri vardır. İşlevsiz hiç bir şey yapılamadığı için, kullanılması gereken ana işlevlerin her birinin kendisi içindeki alt işlevleri yönetebilmesi gerekir. Klasik Sözbilim de, tüm sanat, söz ve dil kullanımlarına ilişkin işlem ve yöntemlerini dörtlü bir dizge içinde toplamıştır. Bunlar,

prof dr unsal ozunlu

A-Önceleme (foregrounding) ,

B-Koşutlama (parallelism) ,

C- Yineleme (repetition)

D- Sapma (deviation)

olarak görülür. Yukarıdaki sıralamaya bakarak her işlevin sırasıyla ortaya çıktığı varsayılmamalıdır.  Hangi işlevin hangisinden çıktığı, tıpkı tavuk-yumurta ikileminde olduğu gibi, kesinlikle belli olamaz, çünkü çoğu kez, birinin var olması, diğerinin de var olmasına neden olabilir; ancak hangisinin hangisini doğurduğu belli olmadığı gibi, birinin var olmasıyla, diğerinin de var olacağı her zaman kesin değildir.

Önceleme: Prag Dilbilim Okulu bilimadamlarından Jan Mukarowsky tarafından yaygınlaştırılmaya başlayan önceleme (foregrounding), aynı okulun ünlü bilimadamlarından Roman Jakobson tarafından da desteklenmiş, bu görüş 20. yüzyılın ilk yarısından başlayarak tüm dünya yazın eleştirmenleri, dilbilimcileri, yazarlar ve deyişbilimciler tarafından onaylanmıştı. Prag Dilbilim Okulu’ndaki dilbilimcilerin düşüncelerine göre, günlük dil ile yazın dili arasında kesinlikle bir ayrım bulunmaktaydı. Roman Jakobson’un dediği gibi, bu ayrımın dilde hangi işlevler tarafından yapıldığını ortaya çıkarmak da dilbilimcinin göreviydi. İşte bu nedenle, dilbilimci, yazınsal yapıtları  dilbilim açılarından incelemeliydi. Mukarowsky’nin düşüncelerine göre, yazınsal dil, günlük dilin sıradan olarak anlatılan olayları anlatırken , bazı dil öğelerini olağan dizge sırasından çıkararak önceler .Bu durumda anlatım, yazınsal anlatıma döner. Böyle bir anlatımda asıl anlam işlevleri öncelenen öğe ya da öğeler öbeğinde toplanır. Yazınsal anlam yükleri işte bu öğelerdedir,  çünkü ‘öncelenen’ öğeler, günlük dilin öğelerinin arkada bırakmıştır. Mukarowsky ve kendisiyle birlikte aynı düşüncede olanlar, yazınsal dilin, kendisine özgü bir ‘şiir dilbilgisi’ olduğunu varsaydılar. Bu dilbilgisi dizgesinde, biribirine ters yönde, ortada kesişen iki ayrı eksen vardı. Bu eksenlerin birinde, seslerden başlayarak anlam ve ötelerindeki dil katmanları olmak üzere, dil dizgesinin tüm katlarındaki öğeler ile. diğerinde ekleme (toplama), eksiltme (çıkarma), değiştirme-, ve denkleştirme gibi, dört ana dönüşüm kalıpları bulunmaktadır.

prof dr unsal ozunlu

Matematikteki dört işlemi andıran bu işlemler yardımıyla insan beyni dil öğelerini başka işlevlere çevirebilmektedir. Böylece çeşitli dil kullanımları düzenleyebilmektedir. Söz sanatlarına dikkatlice bakılırsa, bunların pek çoğunun sözü edilen bu dönüşüm yöntemleriyle oluştuğu görülebilecektir.[1] İşte bu dönüşüm kalıpları aynı zamanda, klasik sözbilimideki hemen her söz sanatını oluşturan işlemlerini içeriyordu. Böylece, günlük dilde kullanılan dil öğeleri diğer eksendeki dönüşümler yardımıyla yazınsal dil olarak işlevlerini yerine getirebilmektedir. Öncelemelere ilişkin görüşler Mukarowsky ile başlayarak, daha sonraki yıllarda İngiliz Dilbilim Okulu’da güçlenmiş Firth’den sonra da onun görüşlerini yeni açılardan izleyen Leech ve Short’un desteği ile günümüze kadar gelmiştir.

Önceleme, yukarıda da belirtildiği gibi, dilin her katmanında bulunabilir. Önceleme ile ilgili birçok kitap yayınlanmış, ya da çeşitli kitaplarda bazı bölümler öncelemeye ayrılmıştır. Psikoloji’nin Prag Okulu’nun görüşlerinin baskın olduğu yıllarda gelişmeye başlaması, Rus Biçimcileri’nin de dilin estetik kullanımlarıyla ilgili görüşleri, önceleme savını destekleyip güçlendirmiş, bu arada İngilüz dilbilimcileri önceleme ile geniş biçimde ilgilenmişlerdir. Rus Biçimcileri’nin görüşlerine dayanarak, yazın sanatının bütününe yaklaşacak kadar önceleme olduğu söylenebilir. Daha sonraları İnigliz dilbilimci ve deyişbilimci Geoffrey N. Leech ile, gene İngiliz yazın eleştirmeni ve dilbilimci Roger Fowler öncelemeyi insanın genel yönelimini ele alarak yazınsal yapıtları değerlendirmeyi denemişlerdir. Daha sonraları, yalnız İngiltere’de değil, çeşitli ülkelerde yapılan deneysel çalışmalarda, metinler içinde okuyucuların en çok dikkatlerini çeken yerlerin öncelenmiş öğeler olduğu ortaya çıkmıştır.    

Bir kimsenin herhangi bir şeyi gördüğü zaman onu kendisinin bildiği herhangi bir şey ile karşılaştırıp, onu belleğine öylece yerleştirmesinde olduğu gibi, dilbilim kuramcıları önceleme ile, onun tüm söz sanatlarının doğmasına neden olduğunu savlayacak kadar ilgilenmişlerdir. Öte yandan, önceleme eğer insanda ruhbilim verileriyle açıklanacak kadar bilimsel bir gerçek ise, bu gerçeğin tarihteki tüm insanlara özgün bir gerçek olduğuna inanan bazı dilbilimciler, sözbilimdeki bazı söz sanatlarının ve yapılarının da öncelem etkisiyle yapıldığını savlamışlar ve bunların sözbilimdeki terim ve biçimlerini vermişlerdir. Dilbilimciler, öncelemenin dil kullanımlarındaki değişik biçimlerini görsel öncelemelerden başlayarak, dilin ses, sözdizim ve anlam yapılarında öncelemeler yapıldığını savlamışlardır.[2]

Önceleme klasik yazın kuramlarını, dizgelerini ve görüşlerini oldukça etkilemiş, bazı durumlarda da  temelinden sarsmıştır. Bir yazınsal yapıtın incelenme ve yorumlanmasında daha sonraki yıllarda ortaya atılan ‘okuyucu yönünden’ inceleme, öncelemeye bütünüyle yer veren görüşler doğrultusunda ele alınmıştır. Öncelemeyi temel alan incelemeler, yorumlamalar artarken ve psikolojinin de yardımıyla deneysel yazın incelemeleri sürerken, bazı klasik görüş sahipleri ve onların doğrultusunda yetişmiş kimseler öncelemeye şiddetle karşı çıkmışlardır. Bu konuyla ilgili olarak, yayınlanan bir kitabımda, ilgili bölümün başında, örneklerin önceleme ile ilgili olduğunu belirtmeme karşın, o bölümünün örneklerine şiddetle karşı çıkan bile olmuştur. Ne var ki, önceleme, yazın araştırma, inceleme ve yorumlamalarını tüm dünyada çok geniş biçimde etkilemiştir ve etkisini günümüzde de sürdürmektedir. Dilbilim, yazın, psikoloji, estetik, ve tüm güzel sanatlara ilişkin kaynaklar bu gerçeği göstermektedir.

Koşutlama: Koşutluk (Parallelism), dilbilim ve dilbilgisinde, birbiriyle eşdeğer anlamları olan iki öğenin bir yapı oluşturmak üzere biraraya gelmesi, olarak betimlenebilir. Koşutluğun temeli dilbilgisi yapılarındaki benzerlik ve dengeden başlar. Bu durumda, koşutluk seslerin benzerliğinden  yola çıkarak sözcüklere, sözcük öbeklerine, tümcecik ve tümcelere kadar varır. Dahası, bütün bir metin, bir başka metin ile koşut olabilir. Dahası, koşutluk bütün bir dilbilgisi ve dilbilim katmanlarını da içine alarak, sesbilgisi, sesbilimi, sözcükbilim, biçimbilim, sözdizim, anlambilim katmanlarında da yer alabilir. Yüzyıllar içerisinde sözbilim çalışmalarının etkisiyle hemen tüm dünyada yazınsal yapıtların incelenmesinde koşutluk, sesbilgisinden başlayarak anlambilgisi ve anlambilime, daha da kapsamlı olarak metinbilimi de içine alan metindilbilimi alanlarında incelenmiştir. Dilbilim ve yazın eleştirilerinde bugün bu konudaki yazılar göze çarpmaktadır. Çeşitli kültürlerin yazınsal yapıtları içinde koşutluğa en çok rastlanan dil grupları içinde Ural-Altay dilleri de bulunmaktadır. Türk Yazını’nı bu yönden ele alarak inceleyen araştırmacılar, Türk yazınının da Fin ve Moğol yazınları gibi koşutlamayı baş yapılardan biri olarak en çok kullanan yazınlardan biri olduğunu savlamışlardır..

Koşutluk, yalnız yazınsal alandaki yapıtlarda bir denge yapısı olarak değil, kültürün diğer öğelerinde de, düzen ve düzgünlüğü sağlayan bir özellik olarak kullanılma eğilimi göstermektedir. Yazılmış olan her şey, bir yazın parçası olarak ele alan görüşlere dayanan bir açıdan düşünülürse, atasözleri ve deyimler de yazınsal bir değerdir. Çoğu atasözlerinin yapılarında ve deyimlerin bazılarında dilbilgisi ve dilbilim bakımından çeşitli koşut biçimler bulunmaktadır. Ayrıca, koşut yapı kullanma eğilimi insanda, insanın yarattığı diğer sanat yapıtlarında da görülmektedir.  

Bazı sözbilimcilere göre koşutluk bir denge özelliği olarak ele alınır ve yazınsal yapıtların tutarlılığını sağlayan en önemli 4 yapının içinde belki de en önemlisi olarak görülür. Çünkü onlara göre, koşutluk, öncelemeyi de, sapmayı da, yinelemeyi de üretebilecek kadar bol olanakları bulunan bir yöntemdir. Aslında, konu çok daha geniş açıdan ele alarak düşünülürse, koşutluk, önceleme, yineleme ve sapma dörtlüsü içinden hangisinin önce diğerlerinin doğmasını sağladığı kesin saptanamamıştır. Ayrıca, yapılan gözlemlerde, metinlerde bunlardan birisi varsa, diğerlerinden en azından bir-ikisinin de ortaya çıktığı görülmüştür, çünkü birisinin kullanılması, diğerlerinin de doğumunu sağlar.   

Koşutluğun en belirgin niteliklerini taşıyan yapı sözbilimde belki de eşdizim’dir (isocolon).Eşdizim yapıları sık sayıda düzenleşim işlemleri kullanarak oluşturulur. Bir başka deyişle, eşdizim özelliklerini taşıyan metinlerde belirgin biçimde birbirine, koşut sesbilgisel, biçimbilgisel, sözdizimssel, anlambilimsel,[3] ve hatta tonlama ve dilötesi yapılar bulunur. Böyle bir metin tasarlayabilmenin oldukça yetkin sanat ve kültür bilgisini gerek duyduğu da unutulmamalıdır.

Deyişbilim’in ‘doğum yatağı’ olan sözbilim’de koşutluk birkaç değişik yapıda ortaya çıkar: Bunlardan bir tanesi, eşanlamlı koşutluk (synonymous parallelism) tur. Eşanlamlı koşutluk birbiriyle koşut olan yapıların birbiriyle eşanlamlı sözcükler taşımasından oluşur. 

Bir başka koşutluk yapısı da, karşıt koşutluk adıyla adlandırılabilecek (antithetical parallelism)dir. İçinde böyle bir tür koşutluk bulunan bir bölükte, ikinci beyit, birinci beyite eşit yapılarda karşıttır. Karşıtlığın da koşutluk ilkelerinden olarak bir ‘denge’ özelliği durumunda kullanılmasını gösterdiği için bu yapı önemli yapılardan sayılmıştır.

Görüldiğü gibi, sözbilim sıraladığı 4 temel ilkesinin işlevleri içinde her birisi içinde değişik tür ve yapılarda metinlerin yaratılmasında çok önemli etmenler ortaya çıkarmıştır. Klasik çağlardan sonra günümüze kadar gelen yazınsal olsun, olmasın her türlü söz ve metin düzenlemelerinde konuşan ya da yazan herkes sözbilim yapılarını her zaman kullanmıştır. Koşutluğu ararken, çok değişik yapılarda ortaya çıkabilen koşut beyitler (parallel couplets) yorumlama sırasında, yapılarının tür ve cins ve işlev özelliklerindeki etkin anlam özelliklerine göre dinleyicinin/okuyucunun yorumlamalar yapmasına neden olacağı da açıktır.         

Yineleme:

Yineleme (Repetition), sözbilimin dört temel işlevlerinden birisi olarak, herhangi bir dil, diliçi, ya da dildışı öğenin bir dize, bir tümce, bir metin içinde yinelenmesidir. Yineleme yazin alanında uyaklarda çok kullanılır, ayrıca, metin içindeki diğer yapılarda, sözcük düzeyinden dilin her katmanında da olmak üzere, metin yapılarına kadar sık sık kullanıldığı görülür. Sözbilimin diğer üç işlevinde olduğu gibi, çıkış kaynağının hangi işlev olduğu kesin söylenmekte olmasına karşın, metinlerde en çok kullanılan işlev yineleme olduğundan, diğerlerinin doğmasına neden olan asıl işlevin belki de yinelemeler olduğunu savlayanlar çoktur.

Yinelemeler sözbilimin diğer işlevlerinde olduğu gibi, sesbilgisi, biçimbilgisi, sözdizimi, anlambilim alanlarında çeşitli sözbilim, dilbilim ve metindilbilim açılarından incelenebilir. Bu alanlardaki değişik yineleme biçimlerinin çokluğu hepsini teker teker bu yazıda değinmeye engel olmaktadır. [4] Yinelemelerin bir sesten başlayarak tüm metin yapısının oluşmasına kadar etki alanı olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle, sözbilim, dilbilim ve deyişbilim çalışma ve incelemelerinde öncelemeler önemli yer tutmaktadır.

Yinelemeler klasik çağlardan bu yana sözbilimde kapsamlı bir biçimde ele alınmıştır. Edebiyatta Dil Kullanımları’nda yıllar önce belirttiğim gibi, Leech’in sözünü ettiği çağdaş dilbilim araştırma ve incelemelerinde ele alınan yineleme çeşitlerini, aşağıda bir kez daha sıralamak uygun görünmektedir:

1-.Sesbilgisel Yinelemeler,

2- Biçimbirimsel Yinelemeler

a. Bağlaç Yinelemesi (polysyndeton, ) b. Önyineleme (anaphora) , c.Ardyineleme (epistrophe)

d. Zıt koşut yineleme (epanalepsis) , e- Kıvrımlı yineleme (anadiplosis) , f-Tırmanma  (climax),

g-Zıt Yapılı Yineleme (antimetabole), h-Çaprazlama (chiasmus), i-Çok Ekli Yineleme (polyptoton) ,

j- İkizleme (gemination), k- Koşut Yineleme (symploce) , l-Çapraz Yineleme (antistrophe), m-Ek Yinelemesi (homoiteleuton) .

3- Sözdizimsel Yinelemeler,

4- Anlambilimsel Yinelemeler,

5- Metinbilimsel Yinelemeler.

Görüldüğü gibi, çok çeşitli yapılarda ortaya çıkabilen yukarıdaki yinelemeler, dilin özellikle biçimbirim yapılarında görülebilmekte, bununla birlikte, benzer yapılarda sözdizim bölümlerinde de ortaya çıkabilmektedir. Klasik çağların şair ve yazarları söz sanatını dil yapılarının her yönüne yaymışlar, metinlerini ellerinden geldiğince büyük ustalıkla örmüşlerdir. Klasik Yunan ve Latin dillerinin büyük ölçüde biçimbirimlere dayanmasının da bunda büyük bir payı vardır, çünkü biçimbirimlerin egemenliğine dayanan dillerde sözdizim serbestisi bulunur. Türkçe’nin yapısının da klasik Yunan ve Latin dilleri gibi biçimbirimlere dayanması, Türkçe’nin böyle bir zenginlik taşıması anlamına gelir. Yukarıda sözü edilen biçimbirimsel yinelemeler batı dillerinin yazınlarında görülen batı yazınlarına ilişkin sözbilimsel yapılar olmasına karşın , bu yapılar Türk yazınında da bazı yazar ve şairler tarafından kullanılmıştır. Yüzyıllar boyu geçen zaman içinde Türk yazını çeşitli evrelerde kendi sözbilimini geliştirmiştir. Batı sözbilimi ile bize divan yazını aracılığıyla gelen kendi sözbilimimiz arasında belirli bir fark bulunmaktadır. Yapılacak çalışmalar bu farkları ve benzerlikleri ortaya çıkarmalı, kendi yazınımızın klasik sözbilimsel değerleri duyurulmalıdır.           

Sapma:

Sözbililmin dördüncü işlevi olan sapmalar (deviations) metin örüsünde olağan kullanımlarının dışına çıkılmasıyla oluşur. Günlük dil kullanımlarının dışında oluşturulan, dilbilgisi kuralları zorlanarak yaratılan, yeni oluşturulan dil yapıları, bu işlev altında incelenir. Geoffrey N. Leech, sapmaları, iç sapmalar ve dış sapmalar olarak 2 öbekte ele alır. İç sapmalar, şiirin kendi tabanına özgü birtakım kural ve, biçimlere gösterilen tepki ile ortaya çıkan sapmalardır. Dış sapmalar ise, şiirin kesitleri dışında olan birtakım kurallara karşı çıkılarak oluşturulan sapmalardır.

Leech’e göre sapma türleri aşağıda gösterildiği gibi, oldukça çeşitlidir. Leech’in bu görüşü bugün için dilbilimsel deyişbilim araştırmalarında geçerli olan görüş olmaktadır. Bu yazının boyutları içinde ayrıntılı olarak açıklamaları çok uzun süreceği için sapmaların yalnızca adları aşağıda görülmektedir :

i- Yazımsal Sapmalar, ii- Sesbilimsel Sapmalar, iii- Sözcüklsel Sapmalar, iv- Dilbilgisel Sapmalar, v- Anlamsal Sapmalar, vi- Lehçesel Sapmalar, vii- Kesimsel Sapmalar viii- Tarihsel Dönem Sapmaları . [5]

Yukarıdaki sıralamada yazımsal sapmalar, metin içindeki sözcüklerin olağan yazım biçimlerinden başka yazılması; kesimsel sapmalar bir toplum kesiminin kullandığı herhangi bir dil öğesine bir başka toplumun dil kullanımında yer verilmesi; tarihsel dönem sapmaları ise belli bir tarih kesiminde, bir başka tarih kesiminin kullandığı dil biçimlerini kullanılması yoluyla yapılır. Diğer sapma biçimleri de dilin sözü edilen katmanlarında ortaya çıkan sapma türleri olmaktadır.  

Gerek şiir, gerek düzyazıda sapma olayları yazında çok yer kapsar. Şiirdeki sapmaların çeşitli anlam olaylarının ortaya çıkışını sağladığı ve hızlandırdığını savunan bazı bilim insanları  yazınsal yapıtların çoğunun dil kullanımlarındaki çeşitli sapma olaylarından oluştuğunu savunurlar. 20. yüzyıl Avrupa’sı dil ve yazın kaynaklarında Mukarovski ve bu görüşü savunan yazın eleştirmeleri oldukça kabarık sayıdadır.

Sonuç:

Klasik Sözbilimin ana yöntem ilke ve işlevlerinin kısaca sözedildiği yukarıdaki yazıda, bu bilim dalının önce bir yazar , ya da konuşmacının uyması gereken kurallar ve konuşmasını yazısını hazırlamadan önce geçireceği evreler ele alınmış, daha sonra da klasik sözbilimin önemli çalışma yöntemleri olan önceleme, koşutluk, yineleme, ve sapmalardan sözedilmiştir. Benim ‘işlev olarak ele aldığım bu 4evre, aradan geçen bunca yüzyıl içinde çeşitli adlandırılma işlemleri görmüş, kimi zaman ‘yapı', ‘yol’, ‘yöntem’, ‘metot’, kimi zaman da ‘işleyiş’ adlarıyla anılmışlardır. Sözkonusu o dört ‘yol’ için ben ‘işlev’ adını kullanıyorum, çünkü bunların her biri dilin her katmanında her biri bir başka güzellikler anlamlar yaratan  kullanımlar sergileme olanağı veren yeni yaratımlar doğurma gücünü taşıdıkları için, bana göre onların her biri bir işlevdir. Ayrıca, bu ‘işlev’lerin her birinde, tıpkı matematiğin dört işlemi gibi, kendi içinde ayrıca ‘işlemler’ yapabilme gücü bulunmaktadır. Bu ‘işlemler’ yardımıyla, konuşmacı/yazar, okuyucuyu bazı anlam ve kavram alanlarına ulaştırabilir.

Bu yazıda geçen anlamda sözbilimdeki işlemler anlambilim, metindilbilim, dönüşümlü-üretimsel dilbilgisi alanlarında bizde araştırılmamıştır. Bir söz öbeğinin bir tümcenin anlaşılması, yorumlanması önce sözdizime dayanan birtakım kuralların işleyişine bağlıdır. Anlama işlemi sözdizim görevini tamamladıktan sonra başlar. Ülkemizde, sözdizim alanındaki araştırma ve incelemeler anlambilim alanında derinleşmemiştir, çünkü çalışmalar yalnızca dönüşümlü-üretimsel dilbilgisi çerçevelerinde sürdürülmüş, daha sonra ortaya atılan dilbilim okulları ve onların kuramları uygulanmamıştır. Konuşma ve yazma eylemlerinde bulunan bütün sanat ve incelikleri içine alan sözbilim (rhetoric) ise, şu yeni çağımızda yeniden ilgilenileceği günleri beklemektedir.  

K A Y N A K Ç A

Aidoo, Sammy. https://www.academia.edu/10181227/The_Canons_of_Rhetoric   

Leech, Geoffrey N. (1969). A Linguistic Guide to English Poetry. Longman. London. England.

                                (2012). Language in Literature. Foregrounding.

Özünlü, Ünsal. (2001). (2. Baskı) . Edebiyatta Dil Kullanımları. Multilingual. İstanbul.

Plett, Heinrich F. (2010) . Literary Rhetoric. Concepts, Structures, Analyses. Koninklijke N Y Brill . Netherlands.

 

[1]     Plett : (2010:48) ve ötesi.

[2]     Önceleme için bkz. Ünsal Özünlü . (2001 : 90-113) .Edebiyatta Dil Kullanımları..

[3]     Koşutluk için bkz. Ozunlu (2001:155-163)

[4]     Yinelemeler için bkz. Özünlü.. (2001:114-128)

[5]     Bknz: Özünlü, Ünsal. (2001:141-154).

Prof. Dr. Ünsal Özünlü
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)