Son Dakika



Muammer Sun gibi "aydın" ve "halkın sanatçısı" sıfatlarını hak eden müzisyenler nadir çıkar. Hem de doğru bildiği yerde dimdik duran, fikri ile zikri bir olup kimseye yaranmamayı göze alanı daha az çıkar. Mücadeleci devrimci ruh ile sevgi dolu koca bir yüreği bağdaştırmak da hepimizin harcı değil. Güzel besteler yapmak başka -onu zaten yapmıştır-, halkın kültüründen ruhundan gelip yine onun ruhuna seslenebilmek başkadır.

Halk egemenliğinin ve “çağdaş Türk sanatı”nın kuruluşunun sorumluluğunu beyninin tüm kıvrımlarında taşımak için, gereğini yapabilmek için, sanatçı olmak yetmiyor. Ülkesinin çocuklarının eğitime ve sanata açlığını görüp yüreğiyle cevap verebilmek, onlar layık oldukları şarkılarla türkülerle büyüyebilsin diye, nota öğrenebilsin müzik yapabilsin diye yıllarını vermek, halkın nitelikli sanata erişim hakkı için tüm ülkede korolar ve radyo yayınları kurmak, meslek örgütleri kurmak... Kim bilir ne fesatlıklarla kaç kez canına tak ettirilmesine rağmen son ana dek ülkesinin sanat ve eğitim hayatına katkıda bulunmaktan vazgeçmemek... Bunlar sadece özel bir insan yapar.

YERİ DOLDURULAMAZ

Muammer Sun “istiklal”i öyle derinden hisseden bir anti-emperyalist ve halkçıydı ki, Kurtuluş filminin müziklerini besteleme / düzenleme sürecinin sorulduğu TV röportajında, bu vatanın nasıl kazanıldığını anlatıp gözyaşlarını tutamamıştı. Filmin "Büyük Taarruz" sahnesinde kullandığı “İzmir’in Dağlarında” marşını onun koro - orkestra düzenlemesiyle dinlemek, yüreğinden koptuğu için ruhumuzu ayağa kaldırıyor, halk deyişiyle “Mustafa Kemal’in askerleri” olmanın anlamını ta derinden duyumsatıyor... (Cumhuriyet filminin müzikleri de Sun’un. İkisi de ticari veya siyasi projeler değil; bir zamanların TRT’sinin nitelikli yapımları.)

Cumhuriyet’in sadece kurtuluş değil kuruluş döneminin de sorumluluğunu duyup sürdüren bir sanatçıydı Muammer Sun.

Çocuklar için özgün yaklaşımlı ders kitapları yazdı, çok sevilen şarkılar ve koro müzikleri besteledi, türkü çokseslendirmeleri yaptı... Devletin Kemalist sanat ve sanat eğitimi siyasetini geliştirmek için bakanlık müşavirliği yaptı, 166 çocuk korosu kurulmasını sağladı, Ankara Radyosu Çoksesli Korosu’nu ve TRT Müzik Dairesi’ni kurdu... Eser ve kitaplarının listesine göz atmak bile toplumcu hedeflerini görmeye yetiyor.

Onun 1974’te yazdığı Türk Kalarak Çağdaşlaşma: Türkiye’nin Kültür Sanat Sorunları adlı kitabı, hâlâ rehber olabilecek nitelikte.

Bu kitabın ilk hali dönemin başbakanı Ecevit’e rapor olarak sunulmuş, -kim nasıl sunduysa- maalesef dikkate alınmamış. Sonrasında da sanat ve eğitim çevrelerinde göz ardı edilmiş. Sanılabilir ki bu bir hatadır, en azından diğer tüm başarıları ve hizmetleri ile el üstünde tutulmuştur...

Hayır, halkçı Cumhuriyet aydını olmayı devlet düşmanlığı gibi göstermeyi her devirde başaranlar, ne yazık ki ona da çok ağır bedeller ödetmişti. Askeri okul (Mızıka) kökenli ve yüksek nitelikli bir vatansever sanatçı olmasına karşın gençliği darbe dönemlerinde “solcu” yaftasıyla hapislerde ve sürgünlerde geçmişti. Meslek hayatının geri kalanı da ülkemizde liberal (!) kapitalizmin baskın olduğu döneme rastladı.

“Aileme ekmek götürebilmek için hamallık bile yaptım” demişti sesi titreyerek, o zor gençlik yıllarını sorduğumda. (Sormasam onu da demezdi. Bugün kızı Müride anlatmış, hayret ve elemle okuduk.)

O yıl (1996) ikimiz de bizi yetiştiren okulumuzda hocaydık, giriş sınavımda beni okula alan bu önemli bestecimizle meslektaş olma onuruna ermiş de odasına gitmiştim. Ödevler içeren bir müzik kuramı kitabına ihtiyaç olduğunu ve bu konudaki çalışmamı anlatıp yardımını istemiştim.

Reddetti, şaşırdım. Kendisinin ders kitabı hazırlama sorumluluğunu duyan üç beş ustamızdan biri ve efsane bir öğretmen olduğunu hatırlattım. Sitemli gözlerime dik ve derin baktı, bir aile anısını aktardı. Ders kitabı yazarken, gelip gidip ilgi bekleyen oğluna “çalışmam lazım, ülkemizin çocuklarının şarkılara ve kitaplara ihtiyacı var” diye açıklama yapmış. Aldığı cevap, “peki ya ben, benim babaya ihtiyacım yok mu?” olmuş.

Gözleri doldu. “Çocuklarıma doyamadım, ne çok büyüme adımlarını kaçırdım, ekmek parası ile vatana hizmet arasında geçti ömrüm... Bu ülkeye yeterince hizmet ettiğimi sanıyorum, artık siz yapın, başkaları yapsın” dedi, noktaladı.

Nokta o günde ve o konuyla sınırlı kaldı elbette; var gücüyle çalışmaya devam... Son haftasında bile internette bir toplantıya katılmış. (Ya ödev kitabı? “A planı” suya düşünce başka besteci hocalarla görüştüm ve o ödev kitabı hâlâ yazılamadı; vasiyeti olsun.)

Onu ilk gördüğümde, 1971’de Ankara Konservatuarı giriş yetenek sınavlarının ikinci aşamasında sanırım komisyon başkanıydı. Yaşadığım aksiliği ve korkuyu anlayabilen tek kişi oydu, kemanı istemediğimi bile anlamıştı, içimden minnettar kalmış ama söyleyememiştim. Ciddi ve şefkatli, çocuk ruhuna yakın bir insandı, alçakgönüllü ve idealistti, eğitim reformları vardı aklında. Oğlu İlteriş başka hocada, bizimle aynı sınıftaydı. Son ayda, gelecek yılı İzmir’de okuyacağını söyledi. Babasının “tayini çıkmış”. (Müzisyenler için mahrumiyet bölgesiydi, henüz konservatuar bile yeniydi.) İzmir konservatuarının oluşumunda çalıştı o da. Engellenemez bir devdi.

Kadim halk sanatıyla beslenip dallarıyla çağdaş sanata uzanan bir çınardı Muammer Hoca; yamacında büyür, Cumhuriyet ve çocuk sevgisi dolu sağlam gövdesine yaslanırdık. Uygarlığın toplumcu özüne kök salıp yeni ufuklara uzanan fikirleri ise bir kara kartal olmuştu, dünyadan göçmeye hazırlandığı gece kızı Ayhanım’ın rüyasına girdiği gibi...

Her biri pırıl pırıl insan ve sanatçı olan yüz akı evlatlar büyüttü sevgiyle, -değeri sayıyla ölçülemez aslında ama- yüzlerce öğrenciyi özenle yetiştirdi, yüz binlercesi onun kitaplarıyla müzik eğitimi aldı, milyonlarca çocuk onun şarkılarıyla büyüdü...

Ruhun şad olsun usta, kartalın peşinden giden güvercinler kırlangıçlar olduk, yolundayız.


Oya Akman Akyıldız
Gerçekedebiyat.cçom

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)