Son Dakika



 ENVER GÖKÇE / GÖMLEKSİZ YİĞİDİN TÜRKÜSÜ

Enver Gökçe,1948 yılında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'ni bitirdiğinde, henüz apalayan bir çocuktum. Yıllar içinde şiirin gerçeğini kavrayıp da devrimci şiirimizin köklerine eğilince;eski dergilerde buldum O'nu ve severek okudum.Kıraç Anadolu toprağına sabırla ekilen bu özgün tohumlar, sağlam güz ekinleri gibi, karların yorganı altında ısınıp güçlenerek, günyüzüne çıkacağı, yeşerip çiçekler açacağı ilkbaharı bekliyordu. 
'Dost Dost İlle Kavga' ile geldi o gecikmiş ilkbahar(1973).. Şairin; hapisten, yangından,
talandan, sürgünden, zulümden, arkasızlıktan, işsizlikten, açlıktan ve sayrılıklar çekerek örselenmiş acılı hayatından zar-zor kurtarabildiği bu kitapla, yiğitliğin harmanına sütle dolu başaklar taşıyan türkülü sesine kavuştuk.

Uç verdikçe güzellenip özsuyumuza karışan dizeleri; emekten, alınterinden, işçiden,
köylüden,ürettiği elinden alınarak ezilenden yana soylu bir tavrın ötesinde; tarihi ve coğrafyasıyla kader birliği içinde bütünleşen halkımızın kültürünü, folklorunu, türkülerini,
ozan ve şairlerini,zengin ve kıvrak Türkçesini iyi bilen ve seven çilekeş bir bilgenin; “Sana selam olsun - Zincirin zulmün kâr etmediği - Kırbacın kâr etmediği - Büyük tahammül!” demesi, toplumsal gerçekliğin temellerine yaslanarak, savaşım gücüne erdiğini gösteriyordu.

Gökçe'yi, kolayca diziliveren ritimli ve akışkan sözcükler, deyişler şairi olarak algılamak eksik ve yanlış bir değerlendirme olur.Sabrın ve bilincin taşlarıyla ördüğü şiirini, sık eleyip sıkı dokumuştur!Dostlarla yarenlik edercesine içten,dingin ama derinden akan bu ırmağın suları; toprağa yayılıp besler, körpe fidelere yeni dallar süydüren cansuyudur.

Hırsızları, haramileri, zalimleri; memleketi soyup soğana çevirerek yoksul ve güçsüz düşürenleri amansız düşmanı bilir. “Doldurdum sineme, ciğerlerime - Doldurdum derdi, mihneti - Pamuk tozunu, kömür tozunu - Memleketimin şarkıları kadar acı çektim” deyişi bundandır. 

Mezuniyet tezi 'Eğin Türküleri' idi. Şair, o uğursuz 141. maddenin hışmına uğrayarak 7 yıl içerde, 2 yıl sürgün yaşadığı; ezilmiş, horlanmış,sağlığını yitirmiş ve de 'sakıncalı' görülmüş bir garip,bir kimsesiz,bir öksüz,bir gömleksiz olarak dışarı çıkınca da zar-zor bulabildiği o karın doyurmayan çevirmenlik, düzeltmenlik,serbest yazarlık,dergicilik vb. işlerde de barındırılmamış; ' halkımın hasretler kitabı' olarak gördüğüm damardan türkülere tutunup, “Kardeşlik Acıları” içinde: “Beni usul, beni yolca götür - Kardeşlik treni - Ağır yaralılar taşıyorum..” dizeleri eşliğinde, doğduğu Çitköyü'ne dönmek zorunda kalmıştı. 

O'nu, kan ve ateşler içinde yaşattılar. O'na reva görülen bu sersefil yaşamın bedelini; sadece 'akut romatizma' ile değil, değerli varlığını ayakta tutan çoğu ürünlerini yitirerek de ödettiler... “Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir”(M. Kemal Atatürk). Ama, Cumhuriyet'in, devrimlerin, aydınlık düşüncelerin, yazar-çizerin, sanatın-sanatçının, kısaca özgürlük ve barış içinde ilerlemenin düşmanları; O'nu ve onun gibi yurtseverleri susturmayı, unutturmayı,
olmazsa da faşist kurgulu tuzaklarıyla 'süründürmeyi' becerdiler!..

Şiir ciddi iş ve zor bir sanattır. Ustaları bilir. Bazen tek bir sözcük, diğer sözcüklerin feda edilmesini gerektirir. Enver Gökçe'nin, bu bilinçle, tek dizeli şiirlere ağırlık vermeyi denediği 2. kitabı 'Panzerler Üstümüze Kalkar' (1977), önceleri biraz yadırgansa da, şairin o kendine özgü hakça ve halkça söylemli yiğit tavrını, oturmuş estetiğini, kötülüklerle savaşım gücünü azaltmış değil. Bu örneklerin, yazınımıza, değişik bir biçim ve biçem katarak zenginleştirdiği farkedilip sevilmiştir. Panzerlerin esiniyle tek dizeli birkaç şiir de ben yazdım.

Enver Gökçe; engin kültürü, uzgörüşü, şaşmaz inancı ve sevdasıyla bulduğunu, bildiğini özümseyip dönüştüren, öykünmesiz bir dervişin içtenliğiyle lirik, tartımlı, ilginç ve kalıcı şiir dünyasını kurabilmiş ender ustalarımızdan biridir. Gariptir, yoksuldur, düzencilerce ötelenmiştir ama eğilmez, yalvarmaz. Döneklerden tiksinir. Vücudu teklese bile usu ve yüreğiyle dimdik ayakta durur.“Ölüm adın kalleş olsun.” derken; hüzünlü,öfkeli,isyancı bir çıkışma; onurlu bir direnişin asaleti içerisindedir. Tutarsız küçük burjuva aydınları gibi ne sızlanır ne de böbürlenir. Her şeyiyle kendini aşıp 'biz' olmayı başarmış seçkin bir kavga adamımızdır.

O, 'berceste mısra' yı bulmuştu. Kalemini sivrilterek savaştığı cepheden: “Ben berceste mısraı buldum - Hey ömrümce söylerim - Gezden, gözden, arpacıktan olsun - Hey ömrümce söylerim” naraları atarak düşmana saldırırken vuruldu. Uğruna canını feda ettiği yurdunun toprağına düşmeden önce yoldaşlara seslenişi;“Engini de deli gönül engini - Kutlayalım sol kurtuluş cengini - Hayını-Kompradoru, pezevengini -Vur - Kara yeğenim vur!..” deyişi, zafere ulaşana dek geçerli vasiyeti gibiydi.İşte budur şol yiğidin destanı!..

Bakmayın siz 'Ankara Seyranbağları Yaşlılar Huzurevi'nde ölmüştür' denildiğine. O, Ulusal Kurtuluş Savaşımız'ın orta yerinde kara saplı ilkel bir ok yiyerek şehit düşmüş yurtsever bir neferdir. Akrabamız,sırdaşımız ve dostumuz olmuştur!.. Zaten kendisi de: “ Ben, bizden olan bütün insanların dostu – Adı, haritalarda bile bulunmayan – Bir köyündenim Anadolu'nun – Güzel şeylere hasrettir memleketim – Güzel şeylere hasrettir bu dünya – Yıllardır kanda ve ateşte mısralarım” demiyor muydu 'Memleketimin Şarkıları'nda? Kardeşimizin gözleri açık gitti sanırım. Eserleri yaşıyor ki unutmadık, unutturamadılar!... 

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)