Son Dakika



Irak - Kerbela doğumlu Fuzuli adı, binlerce kilometre uzaktaki bir araziye niçin verilmişti?

Bunu -kendisi de işgal altındaki Karabağ'ın Şeybey adlı bir köyünde doğmuş- Bakü'de yaşayan yazar dostumuz Mübariz Ören'e sorduk.

Mübariz Ören, Fuzuli'nin adının daha önce Yaranır'ken 1827'de Karabulak olduğunu, Sovyetler Birliği döneminde de "Mehemmed Fuzuli"nin 400 ölüm yılı nedeniyle "Fuzuli yılı" ilan edilen 1959 yılında Karabulak adının Fuzuli'ye çevrildiğini anlattı.

Türkiye'de de Nihad Sami Banarlı bu konuyla ilgili çok ağır bir yazı yazmış Sovyetler Birliği'nin bu girişimini övmüştü:

Bu, şâir, derin bir acıyla haber vereyim ki, aslında en büyük Türk şâiri Fuzûlî’dir. Çünkü: Bizim câhil ve öfkeli çocuklarımız, üniversitemizin dershane kapılarından, büyük Fuzûlî’nin adını çizerlerken Sovyetler, ona tören yaptılar.

Biz, Fuzûlî’nin 400.yıl dönümünde miskin ve sünepe otururken, Sovyetler Fuzûlî’nin bütün eserlerini en nefis şekilde bastılar. Hakkında çok ciddî, ilmî araştırmalar neşrettiler.

Bakü’de büyük bir Fuzûlî köşesi hazırladılar. Bastıkları Fuzûlî Külliyâtı, yaptıkları Fuzûlî tabloları ve diktikleri Fuzûlî heykeli, hakîkî Türk vicdânının gözlerini yaşartacak kadar güzeldir.

Bizim bir kısım âvâre gençlerimiz, kılık kıyâfet, saç sakal ve yaşayış bakımından çingenelere taş çıkartacak kadar benliklerinden uzaklaşır; bu arada ne dil, ne kültür, ne millî bir iftihar, hiçbir şey tanımazlarken, Ruslar “Fuzûlî mâdemki bir Âzerî şâirdir ve mâdem ki Âzerbaycan, şimdi bir Sovyet Cumhûriyetidir, o halde Fuzûlî de büyük bir Sovyet şâiridir..” gibi demogojilerle Fuzûlî’yi âdeta elimizden aldılar…

Sizler! vatan çiğneyen Yunanlıları denize döken babalarınız gibi olabilir misiniz? Sizler Batum’lar, Kafkas’lar, ve Kırım’lar şöyle dursun, hatta Kıbrıs’ı geri alabilir misiniz?

Bunları bilmem, fakat eğer bir parçacık Türkseniz, Fuzûlî’yi geri alabilmelisiniz!  (N. Sâmi Banarlı, Meydan Mecmuası, 30 Temmuz 1968)

Asıl adı Mehmed bin Süleyman olan şair "Fuzuli" adını, kendi şiirlerinin diğer şairlerin şiirleriyle karıştırılmaması için aldı ve böyle bir mahlası kimsenin beğenmeyeceğini düşündüğü için kullanmaya başladı.

ŞAİR FUZULİ KİMDİR?

Fuzuli, bütün 'Doğu' edebiyatının kuşkusuz tek otoritesidir. Doğu'nun en büyük aşk efsanelerinden biri olan Leyla ile Mecnun'un hikayesini mesnevi olarak kaleme alan, 16'ncı yüzyıl divan şairi Fuzuli, edebiyat tarihçileri tarafından divan şiirini "dönüştüren" şair olarak nitelendiriliyor.

Türkçe sevgisi ve bilinciyle şiir dünyasını yoğuran Fuzuli, nesilden nesile aktarılan ve beşeri aşktan ilahi aşka uzanan tasavvuf yolculuğunun en önemli hikayesi olan Leyla ile Mecnun'un, yüzyıllar boyunca Türkçe okunmasını sağladı.

Yalın ve berrak bir Türkçe ile yazdığı şiirler ve eserleri günümüzde de Türkçe konuşulan coğrafyalarda ezberlenip okunmaya devam eden şair, Türkçe'nin yanı sıra Farsça ve Arapça'da da divanlar yazdı.

Bağdat'ta Bayat Boyu'ndan bir Oğuz Türk'ü

Gerçek adı Mehmed bin Süleyman olan ve 1480 dolaylarında Bağdat yakınlarında bulunan El-Hille'de dünyaya geldiği rivayet edilen Fuzuli, sadece şiiriyle değil felsefe, tıp, sosyoloji ve astronomi alanında verdiği eserlerle de dikkati çekti.

Irak'a yerleşmiş Oğuz Türklerinin Bayat boyundan olan şair, Irak'ta Türklüğün beşiği sayılan Kerkük bölgesi kültür ortamının yetiştirdiği bir değer oldu.

Şah İsmail'e yazdığı "Beng ü Bade" mesnevisinden 1508'de Bağdat'ta bulunduğu anlaşılan şair, "Fuzuli" adını, kendi şiirlerinin diğer şairlerin şiirleriyle karıştırılmaması için aldı ve böyle bir mahlası kimsenin beğenmeyeceğini düşündüğü için kullanmaya başladı.

Bu durumu ise Farsça Divan'ının girişinde, "İşe yaramayan, gereksiz gibi anlamlara gelen 'fuzuli' sözcüğünün başka bir anlamı da 'erdem'dir" sözüyle açıkladı.

Kanuni Sultan Süleyman 1534'te Bağdat'ı fethedince yazdığı ve Sultan'a sunduğu kaside de Fuzuli'nin o yıllar arasını Bağdat ve çevresinde geçirdiğini gösterirken, Leyla ile Mecnun, Beng ü Bade, Hadikatü's-süeda, Rind ve Zahid, Sıhhat ve Maraz ve Muamma Risalesi, Fuzuli'nin başlıca eserlerinin bir kısmını oluşturdu.

Fuzuli, kesin tarihi bilinmemekle birlikte, rivayetlere göre 1559'da Kerbela'da vefat etti.

FUZULİ'NİN TÜRKÇE SEVDASI

...Aynı zamanda samimî bir T ü r k ç e c i, bir Türk dili milliyetçisi’dir. İzâh edeyim:

Biz, iki asırdan beri, sözüm ona, Batı medeniyetine mensubuz. Buna rağmen, herhangi bir Batı dilini, o dilin edebiyâtına şaheserler kazandıracak kadar iyi bilen tek bir Türk’e ben raslamadım. Eskiler ise, mensubu oldukları İslâm Medeniyeti dillerini, o dillerin en üstün seviyesinde eserler verecek kadar iyi bilirlerdi. Çünkü o devirlerde bir medeniyete Türk üslûbu’yla girmek demek, en kısa bir zamanda, o medeniyetin hâkim milleti olmak demekti.

*

Fuzûlî’nin de Arapça Dîvân’ı, Farsça Dîvân’ı ve bu dillerle daha başka eserleri, elbette vardır. Fakat bu şâir, en çok sayıda, en güzel ve en üstün eserlerini, mensup olduğu milletin diliyle vermiş; bunda tam bir millî hassâsiyet göstermiş ve bir millî haysiyet gözetmişti.

O kadar ki Fuzûlî, başka dillerin Türkçe’den üstün oluşuna tahammül edemeyen bir millî duygu içindeydi:

 Ol sebepden Fârisî lâfz ile çokdur nazm kim
 Nazm-ı nâzük Türk lâfzıyle igen düşvâr olur
 Mende tevfîk olsa bû düşvârı âsan eylerem
Nevbahâr olgaç dikenden berg-i gül izhâr olur.

“Fârisî ile çok sayıda şiir söylenmesinin sebebi, Türk diliyle ince şiir söylemenin güç olmasındandır. Fakat, Allah yardım ederse ben bu güçlüğü yeneceğim! İlkbahar geldiği zaman, kuru dikenlerden nasıl gül yaprakları çıkmaya başlarsa; ben de diken gibi sert sanılan Türkçe ile gül yaprağı gibi ince şiirler söyleyeceğim!” demesi ve bu dediğini hârikulâde üstün bir sanatla yerine getirmesi bundandır.

*

Unutmamak lâzımdır ki Fuzûlî hemen bütün Şark edebiyâtının gerçek şiir vâdîsindeki en üstün şâiridir. Yine asla unutmamalıdır ki Fuzûlî, bu sözleri, Türkçe’nin henüz yeter derecede işlenmediği bir çevrede ve XVI. asırda söylemiştir; Bağdat ve çevresi gibi, sokaklarında Arapça konuşulan; (devrin ilim dili Arapça olduğu için) Medreselerinde Arap diliyle ders okutulan ve bunun yanında şiir denilen şey, bir mantıku’t-tayr, yâni bir kuş dili âhengindeki Fârisî ile söylenebilir inancının atmosferi kapladığı bir yerde, tam bir Türk haysiyeti ve gururu içinde söylemiştir.

 *

 Fakat Fuzûlî’nin, bundan daha îmanlı ve daha heyecanlı bir Türkçeciliği, onun, Kerbelâ şehidleri için yazdığı, Hadîkatü’s-Su’adâ adlı eserinin önsözündedir.

Fuzûlî bu yazısında, bilhassa Irak müslümanları için  mukaddes bir mevzu olan Kerbelâ vakalarını ve Kerbelâ şehitlerinin mâcerâsını, şâirlerin, hep Arapça veya Farsça ile yazdıklarını düşünür. Bu eserlerden yalnız Arap ve Acem büyüklerinin faydalanmasını Türk haysiyetine aykırı bulur. İnsan cinsinin en üstünü olduğunu söylediği ve âlemi terkîp eden insanlığın en büyük cüz’ü olduğunu belirttiği Türklerin bundan mahrum bırakılmasından ciddî bir ezâ duyar; hâtıralarını derin tâzimle andığı Kerbelâ şehitleri için, bu sefer Türk dili ile bir şehitler âbidesi inşâsını tasarlar. Bu arada yegâne endîşesini şöyle düşüncelerle söyler: “Gerçi Türk diliyle bu vak’aların beyânı kolay değildir. Zîra (Türkçenin, henüz) birçok sözleri zayıf ve ibâreleri işlenmiş değildir. Ancak ben, erenlerin himmeti ile, öyle umuyorum ki bu Türkçe kitabı bitireceğim” der ve arkasından Türk Dili Târî-hi’nin en güzel duâsmı söylemek için o aziz ellerini Allah’ına kaldırır:

Ey feyz-resân-ı Arab û Türk ü Acem
Kıldın Arab’ı efsah-ı ehl-î âlem
Etdin fusahâ-yı Acem’i İsî-dem
Men Türk-zeban’dan iltifât eyleme kem

“Ey, Arap, Acem ve Türk milletlerine feyiz veren Tanrım! Sen, Arap kavmini dünyanın en fasîh konuşan milleti yaptın! Acem fasihlerinin ise sözlerini, îsâ nefesi gibi, cana can katan bir güzelliğe ulaştırdın! Ben Türküm ve Türkçe söylemek istiyorum! Tanrım benden iltifâtını esirgeme!”

Duâ budur. Bu mısraları okuyanlar, ilk anda Fuzûlî’nin sâdece Türkçe yazmak istediğini ve bunun için Allah’tan yardım ve teveccüh dilediğini zannederler. Halbuki rubâî’nin bütün inceliği iltifât kelimesindendir. Çünkü söz sanatı’nda iltifât, sözü en güzel en sanatlı ve en üstün bir üslûpla kullanabilmek demektir. Böyle olunca, Fuzûlî’nin, Tanrısından dilediği büyük yardım, Türkçeyi, hatta Arapçadan da Fârisî’den de güzel ve üstün kullanma yardımıdır.

*

Fuzûlî, bu asil arzusunda Allah’tan yardım görmüşçesine muvaffak olmuştur. Onun eserlerindeki, hatta öztürkçe mısrâlar ve beyit hâlinde nazmedilmiş, şaheser söyleyişler, yakında neşrolunacak bir kitabımızla da büyük şâirin Türkçe kelimelerin tadını nasıl çıkardığım, bu arada hâlis Türkçe’yi nasıl ve ne derin bir vukufla bildiğini, misalleriyle göstermiş bulunuyoruz.

Bütün bu yazdıklarımız, büyük Fuzûlî’nin Türk kültürüne hizmetinin binde biri değildir. Bu hizmetler ise bugün artık bilinmiyor. Esâsen, büyük Türk şâirlerini Türk çocuklarına tanıtmamız daha Tanzimat’tan beri yanlış bir tutum içindedir.

Gûyâ Avrupâî edebiyâtı tutundurmak için, eski Türk edebiyâtını lekelemek hatâsı, Tanzîmat devrinde başlamıştır. Her türlü ciddî tedkik, bilgi ve tenkid değerlerinden mahrum bu Tanzîmat yıkıcılığı, bugün daha başka maksatlarla devam edip gitmektedir.

İçinde bulunduğumuz, derin ve millî kültür buhrânının kökü, bu eski hatâlardadır.

(Nihad Sâmi Banarlı, Türkçenin Sırları, 2. baskı, sayfa: 105-109.)

Gerçek Edebiyat

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)