Soyut resmin öncüsü sayılan Jackson Pollock’un ‘dripping’ tekniği dediği şey şu¹: “... Ressamın şövale, palet, fırça vb. geleneksel gereçlerinden uzak­laşmayı sürdürüyorum. Sopayı, malayı, bıçağı, damla damla akıttığım sıvı boyayı, hamurlaştırılmış sıvı kumu, kırılmış camı, ya da resme ya­bancı elemanları yeğliyorum.”
 
Peki, Pollock şair olsaydı, sözcüğü de yadsımaya kalkışır mıydı? Sanmam. Çünkü yegâne gereçtir sözcük. Şair bağımlıdır sözcüğe, ondan uzaklaşamaz. Ne yok sayabilir onu, ne “anlamı olan ses ya da ses birliği” şeklindeki tanımını görmezden gelebilir. Pollock’un “her tablonun kendine özgü bir hayatı vardır” sözünü değiştirerek, “her şiirin kendine özgü bir hayatı vardır” da diye­meyiz. Sözcük, şairin kullanmak zorunda olduğu biricik geleneksel gereçtir; evet. Kuşkusuz, yek başlarına birer şiir değildirler. Ustaları olan şairler onları alıp düzenlediklerinde, –bir yapıyı oluşturan tuğlalar gibi– yeni bir bireşim kazanırlar. İşte, bu bireşimdir şiir olan. Sözcükler yine canlıdırlar ve yine birer anlamın karşılığıdırlar. 
 
Şairlerden sözcüğü yadsımaya kalkışanlar olmadı mı? Oldu elbette. Arthur Rimbaud örneğin. Belki de sözcüğü yadsımaya kalkışan şairlerin ilki olan Rimbaud, Une Saison en Enfer’de şöyle der: “Sesli harflerin rengini uydurdum! A kara, E ak, İ kırmızı, O mavi, U yeşil. Her sessiz­liğin biçimini ve hareketini düzenledim ve içgüdülerden gelen ritmlerle, bir gün bütün duyuların kavranabileceği bir şiir dilini yaratmakla övündüm.” Nedir ki, yazdığı şiirlerde bu sözünde durmuşa pek benzemez. Kleber Haedens’ın deyimiyle, şiirlerindeki sözcükler, yepyeni biçimlerde birleşir, bir fosfor ışığı içinde yıkanırlar. Bizler de, Rimbaud’nun şiirlerini okurken kendimizden bir şeyler buluruz, ama içgüdülerimizden gelen ritmlerle değil...
 
Başkaları da dener Rimbaud’nun açtığı patikadan yürümeyi. Karınca dili, kuş dili, maymun dili türünden ‘şiir dili’ yaratırlar sözüm ona. Ancak pek umursayan olmaz onları. İlya Ehrenburg Dipten Gelen Dalga²  adlı nehir-romanında bu konuya ilginç bir örnek verir: Şair Nivelle’in “Sözcüklerden bir anlam çıkarmaya çalışmayın; bütün sözcükleri ben uydurdum, çünkü!” diye yaptığı açıklamadan sonra okuduğu şiir şöyle, şiirse eğer: “Artele nali blon debe/ Mumu abela abelo katala/ Mumu atelo/ Jear dor maro…”
 
Sonuç şaşırtıcıdır, fakat Nivelle’in düşlediğinin tam tersi: İdeal bir dinleyi­ci saydığı gümrük memuru Duplaix, kendinden düpedüz korkar. “Deli bu adam,” der: “Ellerine bak şunun, tam katil elleri...” İşin tuhafı, söz konusu roman, Jackson Pollock’un bir kapak resmiyle yayımlanmıştır ülkemizde.
 
Yan yana düşen iki taş; Pollock ve Rimbaud –iki kilometre taşı. İlk bakışta, insana, ne kadar uzak geliyor değil mi?
 
 ¹ Marie Helene Camus'nün Jackson Pollock'la ilgili yazısından aktarma, Çev. Hüseyin Baş, Milliyet Sanat Dergisi, Yeni Dizi 8, Eylül 1980. 
 ² İlya Ehrenburg, Dipten Gelen Dalga, Çev. Mazlum Beyhan, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1978, s. 966 (ikinci cilt).
 
 
Hüseyin Ferhad
(YusufçukKasım 1980)

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)