100 yıllık dersin özeti: Atatürk milliyetçiliğine çalım atılamaz
14 Mayıs seçim sonuçları çok ilginç ve çarpıcı, bir o kadar da öğretici bir tablo ortaya koydu. Çıkan sonuçları doğru okuyabilen herkes, seçimin kazananının, seçim sürecine damgasını vuran eğilimin milliyetçilik ve özellikle de Atatürk milliyetçiliği olduğunu gördü. Tablonun fonundaki Atatürk kaşlarını çatmış parmak sallıyor ve uyarıyor! Mesajın günün gerçekliğindeki daha somut anlamı, Türkiye'nin bağımsızlığı ve milletin bütünlüğü sorununun, ekonomik etkenlerin bütün ağırlığına ve depremin getirdiği yıkıma karşın, temel bir belirleyen olduğudur. Kim ne derse desin şu çok açık: Gerek ülkücü gerekse önemli bir kesimi Muharrem İnce üzerinden ulusal sol ve sosyalist kökenden gelsin, Sinan Oğan'ın aldığı oy kitlesi, en dinamik ve kararlı Atatürk milliyetçisi tepkiyi ifade etmektedir. Daha da önemlisi, bu kitlenin tavrı Oğan'ı da aşan bir tutarlılık, kararlılık ve bilince sahiptir. Bütün bu büyük yanılgı, ufuksuzluk ve hataların daha da derinlerinde, tarihsel arka planında ise, en başta Türk Devriminin köklerindeki milliyetçilik ve halkçılık bütünlüğünü kavramamak veya o ulusal-aydınlanmacı bütünlükten kopmak yatmaktadır. Diğer bir ifadeyle, Türkiye gerçekliğinde laiklik ve aydınlanmanın tam bağımsızlıktan, yani gerçek milliyetçilikten kopartılamayacağı gerçeği karşısında körleşme ve duyarsızlaşma söz konusudur. Peki, Milliyetçilik ve Halkçılık bütünlüğünün aydınlanma, bilim ve çağdaşlaşma temelinde sağlandığı, böylece büyük ekonomik, kültürel atılımlara imza atıldığı 1930'lardaki devrimci süreç 1940'larda nasıl bir değişime uğradı? Atatürk'ün ölümünden sonra, 1940'larda, onun Sovyetlerle stratejik işbirliğinin sürdürülmesi vasiyetine rağmen, İnönü iktidarının Batı'yla işbirliğine yönelmesi önemli bir kırılmaydı. Buna koşut olarak Batıcı-Hümanist bir anlayışın ve onun karşıtı yine Batıcı ama Hitlerciliğin gölgesinde oluşan ırkçı bir dalganın yükselmesiyle Altı Ok'ta gerçekleşen ideolojik-kültürel bütünlük bölündü. Tam bu yazıyı bitirmek üzereyken, tahmin edildiği gibi Kılıçtaroğlu, “milliyetçilik ve vatanseverlik eksenli ve daha sert, daha radikal bir söylem ve propaganda üslubuyla” açıklamalar yapmaya başladı. Ata İttifakı ve Sinan Oğan'da simgeleşen, aslında büyük kitlenin Muharrem İnce etrafında kümelenen “dip dalgası” niteliğindeki Atatürkçü milliyetçi/ulusalcı duyarlılığın, Millet İttifakı tarafından doğru algılanmaya ve kavranmaya başladığını gösteriyor. Elbette olumlu ve önemli olan bu gelişme, başarılı bir çalışmayla bu Ata İttifakı kitlesini ve aynı tepkiyi göstererek sandığa gitmeyen ya da Cumhur ittifakına yönelen oyları da kazanmaya umarım yeter. Mesajın doğru algılanması elbette önemliydi, ama kanımca bunun gereğinin hakkıyla yapılması çok daha önemlidir. Mehmet Ulusoy
Bütün bu konulardaki duyarlılık ve tepkiler, Muharrem İnce'nin temsil ettiği ancak onun çekilmesiyle yerini dolduran Sinan Oğan'ın oylarının, ikinci turun sonuçlarını belirleyecek anahtar nitelikte olduğunu gösterdi. Toplumun en az yüzde 60'a varan çoğunluğunun Erdoğan iktidarının gitmesini istediği halde nasıl oldu da Kılıçtaroğlu'nun birinci turda kazanamamasının, Erdoğan'dan 4 puan geride başlayacağı ikinci turda da, bu anlayış ve seçim stratejisiyle kazanmasının oldukça zor olduğunun sırrı ya da açıklaması işte bu temel gerçekliktedir.
Aslında daha önceleri yapılan seçmenin siyasal (kimlik) eğilimlerine yönelik bir anket çalışmasının da gösteridiği gibi, kendini milliyetçi (% 20) ve Atatürkçü (% 20) olarak tanımlayanların toplamı % 40'ı buluyordu. Çeşitli partilere dağılmış olan, muhafazakarından ilerici-çağdaşına, aslında hepsi Atatürk'te birleşen, bu milliyetçi yelpaze, bir kırmızı çizgiyi ısrarla vurguluyordu. Yukarıda ifade ettiğimiz bu kırmızı çizginin esasını, Anayasa'nın ilk dört maddesi ve türevi diğer Anayasa maddeleri oluşturuyordu. Vatanın bağımsızlığı ve milletin bütünlüğü, yani üniter devlet tartışılamazdı, emperyalist Batı müdahalelerine izin verilemezdi; dolayısıyla bunları tartışmaya açanlarla işbirliği kabul edilemezdi. İç politikaya ilişkin ne kadar doğru şeyler söylersen söyle, bu konularda güven vermiyorsan ve notun düşükse, istediğin oyu alamaz, iktidar olamazsın.
Aslında bu tepki, seçim süreci başladığında yüzde 12-13'lere kadar varan önemli bir kitlesel gücü gösteriyordu. Güvenilir anketlerde İnce % 10'larda, Oğan ise % 2-3 civarındaydı. İnce çekildiğinde ise bu, yaklaşık 5 artı 2.5 düzeyindeydi. Özetle, yaklaşık yüzde 10 ile 15 arasında dalgalanan kararlı-kararsız ama Atatürkçü ulusalcı / millici bir duyarlılık söz konusuydu. Bu seçmen kitlesi, Cumhur ve Millet ittifaklarının sahte Atatürkçü, sahte milliyetçi ve güvenilmez siyasetlerine tavır alan, onlardan bağımsız bir siyasal odak arayışını gösteriyordu. Elbette böyle birleşik bir kuvvet merkezinin oluşmaması, bu dinamiğin yarısına yakın kesiminin “ehveni şer” olarak değerlendirdiği Millet İttifakına kaymasına yol açtı.
Seçim sonuçlarına bu açıdan baktığımızda MHP'nin beklenenden yüksek, İyi Parti'nin ise beklenenden az, Ata İttifakı ve Oğan'ın anlamlı bir oy almasının sırrı, işte bu, hâlâ yükselen ve Türkiye'nin siyasal, kültürel tartışma gündemini belirleyen Atatürk milliyetçiliği etkeninden dolayıdır. Sadece bu üç partide yansıyan en ağdan en sola geniş bir yelpazeye yayılan Atatürk milliyetçisi, ulusalcı eğilim, tepki ve duyarlılık yaklaşık % 25'ler civarındadır.
Bu noktada, AKP'nin 20 yılda yarattığı siyasal, ekonomik ve kültürel yıkım ve ahlaki çürüme karşısında, Cumhuriyetin bozulan dengelerinin yaniden kurulması ve toplumun birincil sorunu olan ekonomik krize çözüm konularında iddialı çözümler getiren Kılıçtaroğlu'nun yine de kazanamamasının nedenlerini ortaya çıkarmak, seçimi kazansın veya kazanmasın, hem ikinci tura hem de seçim sonrası sürece ışık tutacak niteliktedir.
Bence başarısızlığın en temel nedeni, bir kısmını siyasal taktiklerdeki ve propaganda stratejisi ve söylemlerindeki yetersizlik ve hatalar oluştursa da, asıl yığınaktaki yapılan stratejik hata(lar)da aranmalıdır. Bu kavranamazsa, eşeğin yerine semerini dövmeyi, ağacın gövdesiyle değil dallarıyla uğraşmayı ya da çalıyı tepesinden sürümeyi sürdürürüz.
Peki, yığınaktaki hata neydi? Yığınak, seçim sürecinin çok öncesinde başlayan, CHP yönetiminin temel siyasetlerine yansıyan, altılı masanın oluşmasında daha da somutlaşan seçim stratejisine ilişkin anlayış ve temel siyasetlerdir.
Yığınaktaki hatanın esasını, yukarıda belirttiğimiz gibi, Türkiye'nin bağımsızlığı ve milletin bütünlüğü konusunda, yani Anayasa'nın ilk dört maddesi ve bunun somut gereklerine uygun, ilkeli tavır konusunda oluşan güvensizlik ve inandırıcı olmamak oluşturuyor. Bu bağlamda, CHP'nin -ve Cumhuriyetin- kurucu ilkelerinden biri olan Türk ya da Atatürk milliyetçiliğine karşı, mesafeli, dışlayıcı, karalayıcı tavır sergilenmesi ya da bu tavırlara izin verilmesi önemli bir etkendir. Kuşkusuz söz konusu tavrın arkasında, küreselci projenin uzantısı ve görevlileri olan neoliberal çevreler vardır. Onların savunduğu, Türk milliyetçiliğini “demokrasi karşıtı, “faşist”, şoven”, “ırkçı” yaftalarla suçlayan, gerçeği yansıtmaktan uzak düşüncelerdir bunlar.MİLLİYETÇİLİK ve HALKÇILIK: TÜRK DEVRİMİNİN KÖKLERİ
Türk Devriminin, Cumhuriyetin 100 -hatta temellerinin atıldığı 1908'i de sayarsak 115- yıllık serüveninde, 21. yüzyılda da Türkiye'nin yaşamsal varlığına, bekasına ışık tutacak, kuruluş ilkelerinin köklerine ve onların kritik dönemeçlerde aldığı biçimlere bakalım. 1908'in devrimci rüzgârıyla 1910'larda “Genç Kalemler”i çıkaran Gökalp ve Ömer Seyfettin'in dilde Türkçecilik hareketi, 1912'de başlayan Akçura'nın önderlik ettiği Türk Ocağı derneği ve Türk Yurdu dergisi, Türkçülük / milliyetçilik ve Halkçılığın bir madalyonun iki yüzü gibi bir bütünlük oluşturduğunu ortaya koydu. Günümüz diliyle daha açık vurgularsak, aydınlanma ve akılcılık, Türkçülük ve milliyetçilik demekti; aynı şekilde milliyetçilik ve vatanseverlik, aydınlanma, akılcılık ve bilim demekti.
Tersinden de düzünden de okunsa denklem bu kadar basit ve netti. Bu denklem, Cumhuriyetin, çağdaşlaşmanın, emperyalist müdahalelere direnmenin, ortaçağın tasfiyesinin, laikliğin ve Türkiye'nin bekasının temel denklemidir. Bu denklemi kavrayabilmek sandık demokrasisine hapsedilmiş ve dört işlem mantığına dayanan bir sığ bakışla kavranamaz. Ufku toplama-çıkarma işlemiyle sınırlı bu mantığa göre, 2 ile 2 üzeri 2 veya 2 üzeri 3 toplanabilir, yani özgül ağırlığı yüksek olanla olmayan eşit kabul edilir.
Üstelik daha sonra Türkiye komünist hareketinin kurucu önderleri olan Mustafa Suphi ve Ethem Nejat bu Türkçü dalganın içindeydiler ve Yusuf Akçura ve Ahmet Ferit Tek ile birlikte 1912'lerde sözünü ettiğimiz devrimci ilkeleri savunan bir parti de kurdular. Dahası, Cumhuriyetin, ister muhafazakâr, ister ilerici bütün entelektüel birikimi Türk Ocağı ve Türk Yurdu çevresinde oluştu. (Bu konuda bkz. Mehmet Ulusoy, Tük Devrimi ve Milliyetçilik, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2014.)
Biraz da üzülerek söylüyorum ki, 2000'lerin başlarında yöneticisi olduğum TEORİ dergisinde bütün yönleriyle döne döne işlediğimiz bu tarihsel hakikatler, hedefine hak ettiği ölçüde ulaşmadı.
Genç Kalemler, Türk Ocağı ve Türk Yurdu sürecinde, Cumhuriyet Devriminin stratejisi, düşünsel ve kültürel temelleri, antiemperyalizm, “milli iktisat”, “havas”a (Osmanlı aristokrasisine) karşı “avam”ın, halkın savunulması ve toprak reformu, yani Halkçılık ve Laiklikle, Osmanlıya karşı Türklere dayanan bir milli/ulusal devletin temelleri atıldı. Bilindiği gibi Atatürk, ileriki devrimci pratiklerde olgunlaşan bu ilkeleri 1930'larda Altı Ok ilkeleri olarak sistemleştirdi.1940’LAR
1910'lardaki Akif ve Fikret çatışması eksenli yapay saflaşmanın yeniden uç verdiği bu kamplaşma ya da ayrışmanın en çarpıcı ve öğretici özelliği, gerek milliyetçi-muhafazakâr, gerekse halkçı aydınlanmacı eğilimlerin her ikisinin de tam bağımsızlık ilkesinden kopmaları, her ikisinin de Batı'yla, emperyalizmle işbirliğine yönelmeleridir. Özetle, Kemalist Devrimin denklemini oluşturan, bağımsızlık (milliyetçilik) ve halk egemenliği (laiklik, devletçilik, devrimcilik) bütünlüğünün bozulması, kaçınılmaz olarak emperyalizmin güdümüne girmek demekti. Çünkü emperyalizme teslimiyet bölünmeyi getirir; tersinden de, milleti etnik ve dinsel temelde bölen her eylem de emperyalizme teslimiyete, onunla işbirliğine varır.
Emperyalizmin klasik “böl ve yönet” stratejisine hizmet eden ve toplumsal, ekonomik bir temeli olmadığı için yapay nitelikte olan bu kamplaşma sonucu, bütünlükten kopan milliyetçilik ve halkçılık devrimci içeriklerini kaybettiler ve sahteleştiler. Sahte milliyetçilik, Sovyet yayılmacılığına karşı olma adına Amerikancı ve NATO'cu strateji ve siyasetlerin kuyruğuna takıldı. İnönücü-Erimci, “göbekçi” halkçılık da, hem NATO'culuk, hem 1960'lardan sonra “yenilikçilik” adına “keşfettiği” Sosyal Demokrat anlayışıyla emperyalizm solu 2. Enternasyonal'in kuyruğunda, gölgesinde mevzilendi.
68 Hareketi, en başta Amerikancı gerici siyasetleri ve CHP içindeki Batıcı, NATO'cu Atatürkçülüğün maskesini düşürse de, bu, Kemalist ilkeleri temsil eden ve sosyalizme açılan, yani Kemalist Devrimi tamamlamayı amaçlayan güçlü bir siyasal odağın oluşmasına yetmedi. Ama yine de, çok önemli bir siyasal gelişmeye damgasını vurdu. 68 rüzgârını arkasına alan ve onun Tam Bağımsızlık, “Toprak işleyenin su kullananın” sloganıyla toprak reformu ve emekçiden yana halkçı-devrimci taleplerini benimseyen Ecevit, 1974 ve 77 seçimlerinde CHP'nin 1950'lerden sonraki tarihinde % 45'lere varan en yüksek oyu alıp iktidar olduğu gibi, daha sonra da günümüze kadar bu hedefe ulaşılamadı.
Tekrar vurgulayalım: çok partili parlamenter sisteme geçilen 1946'dan günümüze yaklaşık 80 yıllık sürecin en önemli dersidir: Atatürk milliyetçiliğine, vatan ve millet sevgisine çalım atarak, hele Altı Ok ilkelerini çarpıtıp önemsizleştirerek hiç bir CHP yönetimi, geniş ve derin Atatürkçü duyarlılığı kucaklayamaz ve iktidar olamaz. Evet, karşıdevrimciler, sahte milliyetçiler emperyalizmin desteğiyle iktidar olabilir ve birçok kez oldular da. Onlar bile, DP ile 1950'lerde olsun, Milliyetçi Cephe ile 1970'lerde olsun, halkın oyunu almak için Amerikancı sahte milliyetçi propagandalarını sonuna kadar kullanmışlardır. Bugün de aynı geleneğin temsilcisi Cumhur ittifakı aynı sahte milliyetçi söylemlere sarılarak oy kazanabiliyor.
Sözün özü: Gerçek, devrimci milliyetçiler halkın taleplerinin siyasal temsilcisi olarak ortaya çıkmadıkça, sahteler iş çevirmeye, halkı aldatmaya, vurgun üstüne vurgun yapmaya ve cüzdanlarını doldurmaya devam edeceklerdir.KILIÇDAROĞLU ve MİLLİYETÇİLİK
Yine de şunu belirtmeden geçemeyeceğim: Olumlu yöndeki bu çizgi ve üslup değişikliği bu kadar kısa sürede kitleleri ikna edebilir mi? Evet, edebilir. Yıllarca anlatılıp inandırılamayan düşünceler, bazen bir günde, bir saatte, bir anda bile kitlelerin bilincinde bir uyanış bir sıçrama yaratabilir. Bütün mesele, hatalardan dönüldüğü, yanılgıların düzeltildiği, her şeyin halk için, Türkiye için yapıldığı konusunda bir samimiyet duygusu ve inandırıcılık yaratabilmektir.
Bu, hem bugün, hem da yarın için çok önemlidir. Çünkü kitlelerde yaratılacak inandırıcılık ve güven duygusunun ölçütü, AKP'nin günü kurtarmacı sahte milliyetçi genel söylemlerinden farklı olarak, kalıcılığı ve tutarlılığı olan temel bir çizgi değişikliği algısını yaratmak oluşturmaktadır.
İnandırıcılık deyince örneğin, açıklamalarda vurgulanan “Suriyelileri ülkelerine göndereceğiz” demek yeteli değildir ve inandırıcılığı zayıftır. “Nasıl ve hangi planla?” sorusu da yanıtlanmalı. Yanıt, daha önceki CHP ve İP'nin açıklamaları da var aslında: “Esat yönetimiyle görüşmek ve anlaşmak”. Neden bunu söylemekten kaçınılıyor anlamadım.
İkinci ve daha önemli bir inandırıcılık konusu, milliyetçilik, vatanseverlik vurgusunun altının daha sağlam ve tutarlı bir içerikle doldurulmasıdır. Yani, sahte milliyetçilik ve vatanseverlik etkili bir biçimde teşhir edilmeli. Örneğin, mafya ve tarikatlara dayanan, ekonomisi çökertilmiş, adaletin yok edildiği, gelir dağılımında büyük eşitsizlik uçurumunun oluştuğu, kamplaştırıcı tavır ve söylemlerle milletin ikiye bölündüğü iç cephe dinamikleri çürütülmüş bir ülkenin emperyalizme direnmesi, dolayısıyla bu sabıkalara sahip bir AKP'nin emperyalizm ve Batı dayatmalarına direnmesi mümkün değildir.
Ama sonuç ne olursa olsun, önümüzdeki süreçte, ekonomik krizin ana nedeni olan küreselci neoliberal sistemden ve onun uzantısı mafya ve tarikatlar bataklığından kurtulmadan kalıcı bir çözüm yoktur. Bu, gerek halkın kaybettiklerini yeniden kazanması ve hak ettiği refahı elde etmesi, gerekse Türkiye'nin bekasının, ebedi ve onurlu varoluşunun güvenceye kavuşmasının temel koşuludur.
O nedenle önümüzdeki süreçte yükselen bir eğilim olarak Türk milliyetçiliği ve vatanseverlik ve hızla yoksullaşan, açlık sınırındaki milyonlarca emekçinin toplumsal eşitlik, özgürlük ve adalet talebi belirleyici olacaktır. Buna da ancak Kemalist ve Sosyalistlerin birliğine dayanan bir siyasal kuvvet merkezi yaratılarak yanıt verilebilir ve böylece Türkiye'nin önü açılabilir.
Gerçekedebiyat.com