Son Dakika



1926 YILINDA TÜRKİYAT ENSTİTÜSÜ'NÜN DAVETLİSİ OLARAK iSTANBUL'DA VERDİĞİ DERSLERDEN

YEDİNCİ DERS

(...) Güç bir soru olarak kalan diğer bir husus da Müslüman Asya'nın medeni hayatına Türklerin ne derecede katkı yaptığıdır. Türkler hiç bir yerde Arap İran medeniyetine tamamen bağlı kalınış değildiler. Türklerin kendi dillerini unutmaları da hiçbir yerde vukubulmamıştır. Bununla beraber Arap ve İran medeniyetinin Türklere tesiri o kadar kuvvetli idi ki, Türk dili hiçbir yerde devlet ve medeniyet dili olamadı.

Türk devletlerinin en bat kısmı olan Küçük Asya memleketinde XIII. yüzyıla kadar devlet dili Arapça idi. Bu bilgiler XIV. yüzyılda Küçük Asya'da yazılan, yazarı bilinmeyen bir Farsça eserde mevcuttur. Bu habere önceleri pek güvenmiyor idiysem de (279), Max von Borehem'in dikkat ettiği gibi -XIII. yüzyıla kadar Anadolu'da kitâbelerin Arapça yazılmış olduğu keyfiyeti - adı geçen yazarı bilinmeyen eserin verdiği bilgiyi doğruluyor.

Bunun gibi sultanların Keyhüsrev, Keykübâd gibi adları taşımaları bunlara İran milli destanının tesirini, bununla beraber bazen herhalde Türkçe adlara rastlanması da sultanların kendilerinin asıllarının Türk olduğunu daha unutmadıklarını gösteriyor. İran Selçukluları da aynı durumda olup, orada Farsça gittikçe memleket idare dili ve medeniyet dili oluyordu. Hattâ Karahanlılar idaresi altında bulunan Türkistan'da da memleket idare dili ve edebiyat dili olmak itibariyle Farsça gitgide Arapçayı sıkıştırıyordu.

Bu konuda çok dikkat çekici bir özellik olmak üzere ayrıca söylenmesi gereken bir nokta da Buhara tarihi hakkında yazılan bir eserin başından geçenlerdir. Bu eser Samanlılar devrinde Arapça yazılmış idi. Sonra XII. yüzyılda Farsçaya tercüme edilirken tercümenin sebebi olarak "halkın o vakitler Arapça eserler okumağa pek meyilli olmadıkları" kaydedilmiştir. (280) Hattâ İslâmi ilimlerin öğretilmesinde de Arap dili üstünlüğünü kaybediyordu. Medreselerde dersleri Farsça okutan hocalar ortaya çıktı. (281) Dini eğitim meselesinde de, hattâ ilk telkinler yapılırken de o yol kullanılmağa başlandı.

Meselâ H. 451 yılında doğmuş ve Tarih-i Nişabur'a ek yazmış olan Mecdeddin Abdulgafır hakkında bu kişinin daha beş yaşında İslâm dininin kaide ve esaslarını Farsça öğrendiği zikrolunur. (282). Bununla beraber Karahanlılar memleketinde hattâ Kaşgar bölgesinde XII. yüzyılın son yarısında Arap dili hukuk dili olarak kullanılmıştır. Bu cümleden olarak Londra Doğu Araştırmaları Dergisi'nde İngilizce tercümesiyle neşrettiğim bir kaza mahkemesi vesikası da Arapça yazılmıştır. (284) (Bu mesele ve vesikanın Türkçeye tercümesi Türkiyat Mecmuası'nın birinci sayısında yayınlanmıştır. Vesika Kaşgar'da yazılan Kutadgu Bilik'in tasnif olunduğu devirde hüküm süren Buğra Han zamanına aittir). Bununla beraber bu devre ve daha sonraki devirlere ait vesikalar Karahanlılar memleketinde Türk dilinin de siyaset sözlüğünden tamamen çıkarılmamış olduğunu gösteriyorlar.

Hattâ meselâ Semerkand'da da bu şehrin halkı içinde Türkçe konuşanlar o zaman çok büyük bir ihtimalle hiç bulunmamasına rağmen, yine devlet terimlerinde Türkçe kelimeler vardı. Meselâ vezir kelimesine Türkçe bir sıfat olan Uluğ kelimesi ekleniyordu. Semerkand hanlarının XII yüzyıl sonunda kestirdikleri sikkelerindeki Sultanü'sselârin lakâbına da bu Uluğ kelimesi ekleniyordu. Bu sülâlenin çöküşüne kadar hanlar daima Türkçe ad ve özellikle Türkçe lakâplar kullandılar. Hattâ eskiden Moğolistan'da hüküm süren Oğuz hanları tarihinden de bilinen bir geleneğe -ki tahta çıkan hanın kendisinin eski lâkabını yeni bir lâkaba çevirmesidir- Karahanlılarca devamlı uyuluyordu.

Bu lâkap hanın özel adı yerine kullanılmakta idi. Bu sebepten tarihçiler aynı yerde aynı tarihte kesilen sikkelerde görülen çeşitli lâkapların bir veya birçok şahıslara mı ait olduğunu doğru tâyin edemeyerek çok zorluk çekmektedirler.

Fakat bugüne kadar bilindiğine göre Semerkand'da Türkçe edebiyat hakkında bir söz bile söylenmiyordu, Hanın sarayında Farsça şiir söyleyen şâirler yaşıyor ve hanın iltifat ve korumasına kavuşuyorlardı. Türk dilinde Müslüman edebiyat vücuda getirmek, diğer yerlerden daha çok Kaşgar ülkesinde mümkün idi.

Mamafih orada da Farsça tesiri gittikçe kuvvetleniyordu. Hattâ XVIII. yüzyılda bile burada Farsça bir tarihi eser yazılmıştı. Halbuki eser dilbilgisi hataları ile dopdolu olduğundan, Farsçanın bu yazarın ana dili olmadığı gibi, kendisince pek alışılmış bir dil de olmadığı açıkça görülmektedir. (285) Hicri 462 (M. 1069-1070)'de Kaşgar'da Kutadgu Bilik adlı Türkçe bir ahlâk kitabı yazılmıştır. Bu kitap Kaşgar hanı adına yazılmıştır.

Yazarı aslen Balasagun'lu olup, Kaşgar hanının sarayında Hâciblik mevkiini elinde tutan Yusuf adında biridir. Kitabın adı olan Türkçe "kutadgu bilik" tamlaması "mes'ud edebilecek ilim", yahut "padişahlara lâyık ilim" anlamındadır.

"Baht ve saadet" anlamında olan "kut" kelimesi her yerde (ve Kutadgu Bilik'in kendisinde de birçok yerlerde) şimdiki zamanda padişahları ululama için kullanılan “haşmetmeâb" kelimesi anlamında kullanılıyordu. Böyle padişahlara, memurlara ve diğer zümrelere ahlâk öğretmek için yazılan eserler eskiden doğuda ve bu arada İran âleminde pek meşhur idi. Bu gibi eserlerin en kıymetli olan kısmı ahlâki görüşleri ve verilen nasihatları doğrulamak ve kuvvetlendirmek için tarihten getirilen efsaneler veya hâdiseler hakkındaki hikâyelerdir. Fakat Balasagun'lu Yusufun eserinde bu yön hiç yoktur. Bunda hiçbir tarihi şahıs adı zikredilmiyor. Sözettiği padişah “İlek” yalnız adaleti temsil eden bir takma ad, bir kinâyedir. Diğer faziletler ise İlek'in veziri, oğlu ve kardeşi şeklinde temsil olunuyorlardı. İşte bu yüzden Kutadgu Bilik'in kendi türünden Fars dilinde yazılan örneklerine göre kıymeti çok daha azdır.

Kitabın girişinde Arap ve Fars dillerinde kitap çok olduğu, fakat Türk dilinde hiçbir kitap bulunmadığı kaydolunmuştur. Böyle bir kayıt Türkler'in eski Budist, Mani, Hristiyan eserlerini pek çabuk unuttuklarını gösteriyor. Var olduğunu Kaşgarlı Mahmud'un eserinden öğrendiğimiz Müslüman, Türk şiir ve edebiyatı da galiba daha başka edebi eserlerin ortaya çıkmasına sebep olamamıştı. Kaşgarlı Mahmud'un ifadesine göre (286) Kaşgar şehrinin ahalisi Türk dilinin en incesi (beliğ) olan Hakani Türkçesini konuşuyor lardı. Fakat Kaşgar bölgesinin köylüleri Kencek dilinde yâni bu bölgelerin Türk olmayan esas yerli kavminin sonradan Türkleşen dili ile konuşuyorlardı. Bu yüzden Türkçe edebiyatın da ilk önce Kaşgar'da ortaya çıkması gerekiyor.

Bir de Kutadgu Bilik'in üslüp ve ifade şekli itibariyle eski Türk edebi gelenekleriyle münasebeti ve bu eserin çağdaşlarına ne gibi tesir yapabildiği sorusu vardır. Kutadgu Bilik'in üç nüshası bilinmektedir: Biri 1439'da Herat da Uygur alfabesi ile yazılan nüsha, diğerleri Arap alfabesiyle yazılan iki nüshasıdır ki, bunlardan birisi Mısır'da, diğeri de Fergana'da bulunmuştur. Yazarın eserini önce Uygur veya Arap alfabesinden hangisi ile yazdığı sorusu ise hâlâ münakaşayı gerektiren bir konudur. (287) Kitabın adı ve "haşmetmeâb" anlamında "kut" kelimesini kullanması Kaşgar'da İslâm ve biraz da İran tesirinin daha pek kuvvetli olmadığını ve hanın saray ve dairelerinden Türk dilini daha çıkarıp süremediğini gösteriyor. Bu "kutadgu bilik" adına biraz sonra Moğollar devrinde de rastgeliniyor. Moğol imparatorluğunda ve imparatorluğun kalıntısından kurulan devletlerde uygulanan kanunun kaynakları olmak üzere Cengiz Han'a bağlanan düsturlar ve yasa vardı. (288) Gerektiği  zaman kanunun kaynağı olmak üzere bunlara başvuruyorlardı. İşte Cengiz Han'a bağlanan bu rivayetler ve sözlerin hepsi de "kutadgu bilik" diye adlandırılıyordu. XV. yüzyıl yazarlarından İbn Arabşah'ın sözünden (299) kutadgu kelimesini Moğollar'ın da kullandığı, hattâ Uygur alfabesinin adı olarak kullanıldığı da görülüyor. İbn Arabşah bu "Kutadgu" kelimesini Cengiz Han'ın çıkmış olduğu kabilenin adı ile birleştirmekle yanılıyor (İbn Arabşah bu kabilenin adını Kıyat okumayarak Kıtat okumuştur). Buğra Han'ın Ku tadgu Bilik'i hiç olmazsa ünvan hususunda Moğollara tesir etmiş ve Cengiz Han'ın Kutadgu Biliki'nin ortaya çıkmasına sebep olmuş olduğunu söyleyen ler de vardır. (300) Fakat Kaşgarlı Mahmud'un eseri yayınlandıktan sonra Karahanlılara bağlı olan Türklerin kendilerini Uygur diye adlandırmadıkları, dolayısiyle Balasagun'lu Yusuf'un eserini yazdığı dilin de Uygurca olmadığı açıkça ortaya çıkmıştır. Bunun gibi Buğra Han'ın Kutadgu Bilik'i gibi başından sonuna kadar İslâm ruhu ile yazılan bir eserin devamlı olarak Budist ve Hristiyan olarak kalan Uygurlara geçmiş olması ve Uygurların bu defa Moğollara etki ederken Müslüman Karahanlılardan öğrendikleri eseri onlara öğretmiş olmaları da mümkün değildir.

Balasagunlu Yusuf'un eseri Kaşgarlı Mahmud'un eserini yazmaya başladığı yıldan ancak iki yıl önce yazılmıştır. Kaşgarlı Mahmud bu eseri görmüş müdür görmemiş midir? Bu hususu Kaşgarlı Mahmud kendisi söylemiyor. Kaşgarlı Mahmud kendisinin dile ait olan bu eserinin kendisinden önce yazılanlar arasında benzeri olmadığını söylüyor. Martin Harunann Balasagunlu Yusuf'un'eseri ile Kaşgarlı Mahmud'un eseri arasında mühim bir fark görmüyor. Birincisini saray edebiyatı zümresine, sonuncusunu da halk edebiyat geleneğine bağlıyordu. Fakat bu iddiasında haklı olmasa gerek. Yukarda gördüğümüz gibi Kaşgarlı Mahmud'un eserinde kaydedilen şiirler içinde saraya ait şiirler de vardır. Diğer taraftan da Balasagunlu Yusuf kendisinin ahlâki öğütleri için halk arasındaki hikmetli sözlerden (halk felsefesinden) faydalanmıştır. Kutadgu Bilik'te bazı parça parça noktalar Kaşgarlı Mahmud'un eserinde kaydedilen halk sözleri örneklerinde söylenen fikir ve sözlerin aynıdır. Kutadgu Bilik'i okumuş olan herkes Kaşgarlı Mahmud'un eserinde adı geçen "erdem başı til" yâni “hikmetin başı dilde" yâni "insanın sözündedir" atasözünü görür görmez herhalde Kutadgu Bilik'i hatırlayacaktır. (291)

Yayık nehrinin ağzına yakın Saraycık adlı yerde üzerinde Kutadgu Bilik'ten alınmış bir şiir yazılı bir çömlek bulunmuştur. (292). Bundan Kutadgu Bilik’in bugüne kadar meydana çıkarılan nüshaları sayıca az olmasına rağmen zamanındâ epeyce meşhur olduğu anlaşılıyor. Bundan başka yine yakında Türkiye'de Hibetü'l-Hakayık veya Aybetü'i-Hakayık adlı bir eser bulunarak yayınlanmıştır. Kutadgu Bilik'e göre biraz daha sonraki bir devre ait olan bu eser yine aynı konu üzerine ve gerçek hayatın olayları ile hiç alâkasız bir şekilde yazılmış olup, alelâde ve kuru ahlâki öğütlerden ibarettir. Kaşgar di. ünde yazılan bu eserin yazarı Ahmed bin Muhammed Yuknaki adında biri olup, Dâd Sipehsâlâr Bey adında bir beye ithaf edilmiştir. Bu Hibetü'l-Ha, kayık'ın keşfi Kutadgu Bilik'in kendi çeşidinin tek örneği olmadığını ve Türk edebiyatında bir Kaşgar devri olduğunu gösteriyor. Fakat bu devrin Türk edebiyatının daha sonraki devirlerdeki mukadderatına tesiri pek az olmuş olsa gerek.

Türkler'in Çin medeniyetine olan eski yakınlıklarının izleri bu zamanda da hâlâ bâki kalmış olup, bu izler de yalnız han lâkaplarına has değildi. Kaşgarlı Mahmud'un eserinden anlaşılıyor ki, Karakıtaylarda kullanılan Çince bir unvan olan Tayangu (294) daha o sıralarda da var imiş. Tayangu kelimesi Arapça Hâcib deyimine karşılık olup, bunun aslı da güvenmek ve emniyet etmek anlamında olan Türkçe tayanmak (dayanmak) fiilinden geldiği söyleniyor. Orhon Âbidelerinden bilindiği gibi prenses anlamını ifade eden Koncuy kelimesi de Kaşgarlı Mahmud zamamına kadar gelebilmiş, fakat Hatun kelimesi bu zamanda Koncuy kelimesine göre daha yüksek bir mevkii ifade etmiştir. (295)

Kaşgarlı Mahmud'un eserinde maddi medeniyet izlerini ifade eden çeşili kelimeler arasında Ulatu (296) kelimesi dikkati çekmektedir. Bu kelime burun temizlemek için insanın cebinde taşıdığı ipek parçası diye açıklanıyor. Bilindiği gibi Eski ve Orta Çağlarda gerek eski Yunan ve gerekse İslâm Âleminde burun mendili kullanılmıyordu. Bu mendil Çin ve Japonya'da pek eski devirlerde bile kullanılmış olup, Avrupalılarda ancak XV. yüzyılda Uzak Doğu medeniyeti ile tanıştıktan sonra kullanılmağa başlandı. Moğolistan'da da eskiden kullanılıyordu. XI. yüzyılda bu burun mendilinin Türklerde kullanılması, sonradan etkisini yitiren Uzak-Doğu medeniyetinin, Türklere olan eski etkisinin kalıntılarından birisi olmak üzere kabul edilmek gerekir.

Müslüman-Türk edebiyatının Kaşgar devrinden sonraki devrinin merkezi Harizm de dâhil olduğu halde Sirderya nehrinin güneyinde olan yerlerdir. Bu yerlerin Türk tarihindeki önemini gelecek konferansta anlatacağım.

DİPNOTLAR

276 Gibb. Mem. Ser., XVLI, 57, 3.

277 Adı geçen eser, XVI, 2, 89, 17.

278 Avfi, Turkestan'daki metin, I,. kısım, $. 95 v.d.

279 Zapiski, XVIL0129.

280 Narşahi, Schefer neşri, 6. 2.

281 Sem'ani, Margoliouth neşri, 50b, sub voce ak-Ahdagni.

282 Köprülü Kütüphanesi nüshası, 1152.

283 The Buğra Han mentioned in the Kudatgu Bilik, Bulletin of the School of Oriental Studies, London Institution, 1ll, 1, s. 151-158, 1923.

284 Hızır Han ve onun saray şâiri hak. bk. Nizami el-Aruzi es-Semerkandi, Char Magala, Gibb. Mem. Ser. XI, 46 (metin); XI, 2, 52 (tercüme).

285 Zapiski, KXIX, 318, v.d.

286 Divân,I, 81.

287 İkincisi daha doğru görünmektedir.

288 Zapiski, XIII, 015, v.d.

289 Fakihat al-Hulafa, Mısır tab'ı 1315 H., 8. 184.

290 p, Melioranskij, Zapiski KILI, 021.

291 Divân, 1, 281 (Bk. C. Brockelmann, Ostas. Zeitschr., 8, 68, nu: 214). "Die Hauptsache der Bildung ist die Sprache".

292 Zapiski, XXI, 042.

293 Nşr. Necib Asım, İst., 1334, iki kısım (Ayrıca bk: J. Deny, A propos d'un trait& da morale turcen &criture ouigoure, Revue du monde musulman, 60, 1925, 189-234).

294 Divân, II, 281.

295 Divân, IlI, 181. Çince Kung-Çu'dan alınmıştır, bk. F.W K. Müller, Ein Doppelblatt aus einem manichâischen Hymnenbuch, 34.

296 Divân, I, 122.

V. V. Barthold
(Orta Asya Türkleri Hakkında Dersler,  Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2006. Çev. Râgıp Hulusi Özdem. s. 109-114)
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)