Son Dakika



“Yunus Emre bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir”

Eskiler “ismiyle müsemmâ” derlerdi. Son yıllarda yazın dergilerinde “arz-ı endâm” eden böyle birisi dikkat çekiyor: Sabit Kemal Bayıldıran. Sabit Efendi’nin adıyla uyumu “fikr-i sâbit”liğinden. “Fikr-i sâbit”liği (saplantısı) de her yazısında sözü ne yapıp edip Mustafa Kemal ve devrimlerine getirmesi ve Kemalizm’e aklı sıra çatmasından ileri geliyor. Tam anlamıyla “Sâbit” Kemal!..

Bu nasıl “ismiyle müsemmâ”lık diyeceksiniz, adında Kemal de var? İlk bakışta öyle görünüyor; ama, bir çelişki yok. O, Kemal’i, yerini ve rolünü kendince belirlediği bir evrede, sâbit görüyor. Kemalizm’in çağcıl deviniminin ayırdında değil…

Sabit Efendi, daha önce de Köy Enstitüleri’ni karalayan bir yazı yazmıştı (Ardıçkuşu dergisi, Ocak 2000). O yazısına Anadolu Ekini’nde gereken yanıtı vermiştik (Şubat 2000). Bu yazıyı kaleme almamıza da sayın “yazar”ın (2000-2001’de yayımlanmasına karşın, nasılsa gözden kaçan) iki ayrı dergideki aynı içerikli iki ayrı yazısına rastlamamız neden oldu. (Bu yazıları değerlendiren herhangi bir karşı yazıya rastlayamadık. Bu duyarsızlık, yazınımızın içinde bulunduğu durumun değerlendirilmesi açısından, ayrı bir yazının konusudur!)

Birinci yazı TÖMER’in (Ankara Üniversitesi Türkçe Eğitim Merkezi) Dil Dergisi’nde yayımlanmış (Sayı 91, Mayıs 2000, “Hilmi Yavuz Özel Sayısı”). Sabit Efendi’nin “Eşrefoğlu Rumi’ye Şiirler” başlıklı yazısının iki sayfası Mustafa Kemal’in ve Kemalizm’in eleştirisine ayrılmış. Hilmi Yavuz’un şiirini değerlendirmekle Kemalizm’in eleştirisinin ne ilgisi var, diyeceksiniz. Sabit Efendi, sözü Hilmi Yavuz’un Kemalist olmaması nedeniyle iyi (mistik) şiirler yazmasına getiriyor! Bu bağlamda önce Dil Devrimi’ni eleştiriyor:

Buradaki (Dil Devrimi’ndeki, A. P.) amaçlardan biri milliyetçiliği körüklemekse, biri de sözcüklere sinmiş olan mistik özü boşaltmaktı. ‘Hayırlı sabahlar’ yerine ‘günaydın’ dediğinizde, ‘mistik’ bir içerik taşıyan ‘hayır’ sözcüğünü de dışlamış oluyorsunuz. (…)

Sözcüklerde mistisizme açılan savaş, burjuva yaşam biçimiyle de desteklendi. Daha Cumhuriyetin ilk yıllarında, halk açlık içinde kıvranırken, egemenler, lüks otellerde çılgınca bir tüketim yarışıyla balolar düzenliyor, Avrupalardan kıyafetler getirterek, bu balolarda çıplak emekçilere nispet yaparcasına defileler sergiliyorlardı. (…)”

Dil Devrimi böylece, Sabit Efendi tarafından halk düşmanı bir azınlığın boşuna bir çabası olarak mahkûm edilirken, Mustafa Kemal de payına düşeni alıyor:

Kemalistler bir yana, ‘sosyalist’ olduğunu söyleyen İlhami Bekir Tez bile ‘Mustafa Kemal’ adlı manzumesinde;

                               Allah değil,

                                    O yazdı

                                          Alın yazımızı.

dizeleriyle, Allah’ı olumsuzlarken, yerine başka bir ilah koyar. Oysa Nâzım, Kuvayı Milliye’de öndere, bir Kartallı Kâzım’dan daha az yer ayırır. (…)”

Böylece, Nâzım Hikmet’in Mustafa Kemal’e verdiği “gerçek” değeri de öğrenmiş oluyoruz Sabit Efendi’den!...

Bir ozanın ulusal bir öndere, onun dünya görüşüne, eylemlerine bakışı, yalnızca, doğrudan o önderi işleyen bir şiiriyle (üstelik şiirin özüyle değil uzunluğu ile) nasıl değerlendirilir? Ozan, öndere hiç şiir yazmamış da olabilir. Bunun birçok örneği verilebilir. Atatürkçü (Kemalist) olup da Mustafa Kemal’e hiç şiir yazmamış ya da yazamamış olan birçok Türk ozanı vardır. Burada ölçüt, ozanın şiirlerinin (varsa düzyazılarının da) iletisi olmamalı mı?

Bu bağlamda Nâzım Hikmet’in Atatürk devrimlerine karşı olduğunu imleyen tek bir şiiri, dizesi gösterilebilir mi? Kaldı ki kendisi, Mustafa Kemal’e ulaşmayan mektubunda, kendisine (Atatürk’e) ve devrimlerine karşı olmasının düşünülemeyeceğini vurgulamıyor mu?...

Sabit Efendi’nin mantığı bana, yazın ustalarımızdan Sevgili Cevdet Kudret’in “Terazili Din Bilgisi” yazısında anlattıklarını anımsattı. Cevdet Kudret usta, bu yazısında, Milli Eğitim’imizin “gayr-i millî”lik yolunda büyük başarılar kazandığı yetmişli yıllarda, Talim ve Terbiye Kurulu’nca okullarda okutulması uygun görülen Din Bilgisi kitabında işlenen “namaz kılacak kimselerin ‘necasetten (pislikten)’ arınması” konusunu ele alır. Din Bilgisi kitabında denmektedir ki, pisliğin 3 gramından fazlası namaza engeldir, 3 gramdan az ise engel değildir! Cevdet Kudret usta, kendine özgü söyleyişi ile taşı gediğine koyar: “(Namaz kılacak kişi) pisliği teraziye koyup tartacak, eğer 3 gramı aşmıyorsa, gönül rahatlığı ile namazını kılacak…” (Cevdet Kudret, Bir Bakıma, İnkılâp ve Aka Y., İstanbul 1977)

Sabit Efendi de diyor ki, eğer bir ozan Mustafa Kemal’e şu kadar şiir yazarsa Kemalist sayılır, bu kadar yazmazsa Kemalist sayılmaz! Sosyalist geçinen bu “yazar”, yazılarını mutlaka eytişimsel (diyalektik) yöntemle kaleme aldığını da savlamaktadır!...

Hangi tümceyi ele alsanız bir düşünce yoksulluğu, aymazlık. Bu “hezeyan”ları ciddiye alarak tersini kanıtlamaya kalkmak, ayrı bir düzeysizliğe düşmek olur, okuyan notunu verir, diyerek mi kimse yanıt vermedi acaba bu “ileri gerici”ye, yoksa “mütareke basını” sayrılığı  yazınımızı da mı sardı? Nice incir çekirdeğini doldurmayan eften püften sözler, davranışlar geniş tartışmalara neden olurken, Mustafa Kemal’in ve Atatürk devrimlerinin küçümsenmesi, “küçümsenmesi” de söz mü, düpedüz aşağılanması karşısında sessiz kalınması, başka nasıl yorumlanabilir? Ayrıca ele alınması gereken bir konu…

Sayın “yazar”ın ikinci yazısı Kemalist bir geçmişi olan Varlık dergisinde yayımlanmış (Ocak 2001). Sabit Efendi, ozanlara gereksiz yinelemelerden kaçınmaları öğüdünde bulunduğu “Haşiv” adlı yazısının bir yerinde diyor ki, “Batılılaşmayla birlikte kültür geçmişimizden koptuğumuz bir gerçek. Şairler, lise öğrencisi değiller, şiirimizi geçmişiyle çok iyi bilmek durumundalar; en azından şiirimizin doruklarını: Yunus, Pir Sultan, Karacaoğlan, Nesimi, Fuzuli…

Yukarıda nasıl Dil Devrimi’ni eleştirirken “kelime” yerine “sözcük”ü, “mısra” yerine “dize”yi kullanarak kendisiyle çelişiyorsa, burada da benzer bir çelişkiye düştüğünün ayırdında değil: Yunus’u, Pir Sultan’ı, Nesimi’yi biz ne zaman  öğrendik? Bize kim öğretti bu değerleri (“kültürel geçmiş”imizi) ?... Batılılaşma (çağdaşlaşma) alanındaki en büyük devrim olan Cumhuriyet değil mi?... Ama bunları algılamak / anlamak için Kemalizm’e saldırmaya dayalı “fikr-i sâbit” değil, ulusal bilince dayalı biraz “fikr-i ta’kib” gerekli insanda…

Mustafa Kemal’i ve devrimlerini küçümsemek, günümüz sorunlarının en önemli nedeni olarak Kemalizm’i göstermek, yalnız siyasette değil, “edebiyat-sanat” alanında da pirim getirir oldu. Köktendincilerin, Osmanlıcıların, ırkçıların, İtilaf ve Hürriyet ardılı/artığı “neoliberal”lerin Kemalizm’e tepkilerinde şaşılacak bir yan yok. Ancak, kendini “ilerici” sayan, hatta “devrimci”liğine, “sosyalist”liğine toz kondurtmayan kimilerinin Mustafa Kemal’e ve devrimlerine tepkilerine şaşmamak elde değil. Şaşıyoruz, çünkü, bu ülkenin devrimci geçmişini temsil eden kurum ve kişilere baktığımızda, tümünde Mustafa Kemal’e, devrimlerine saygı, saygının ötesinde bir sahiplenme vardır. Bu ülkede Mustafa Kemal’e ve düşünsel kalıtına  karşın devrimcilik yapılamayacağının bilincindedir tümü de. Ben de bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak böyle gördüm, böyle öğrendim. Bugün kimi “aydın”ların Mustafa Kemal’e sövgüye varan tepkilerini gördükçe şaşıyor, tepkilerinin nedenini anlamaya çalışıyorum. Bu tepkilerinin çoğunun gerçekte etnik, dinsel, conilik (işbitiricilik) vb.  nedenlerden kaynaklandığını görüp anlayınca da şaşkınlığım geçiyor. Bunlar için, sanıyorum ki en uygun deyim “ileri gericiler”dir. Buluş hakkı, bir “Cumhuriyet çınarı”na, Cumhuriyet’in yetiştirdiği değerli bestecilerimizden biri olan Sayın Nevit Kodallı’ya aittir.

A. Kadir Paksoy
Mayamızda Şiir Var (Şiir/Ozan/Ozanlık Yazıları), Doruk Yayınları, 2023.  
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)