(...) Osmanlı da dış görünüş itibariyle tıpkı diğer ülkeler gibi Batıya özgü tüm kurumları kabul eder gibi yapmıştır. Oysa bu kurumları zamanla, doğru yanlış demeden, kendisine uyduracağı görülecektir. Çünkü Osmanlı konuk eder gibi yaptığında gerçekte diğerleri aracılığıyla var olabildiğini biliyordu. Daha sonra o da konuk edildiğinde, diğerinin var olması için kendisine ihtiyacı olduğunu biliyordu. Başka bir deyişle emperyalizmin, emperyalizm olarak var olabilmesi için kendisine ihtiyacı olduğunu bilmektedir. Çünkü sömürülen yoksa sömüren de yoktur. Tersi doğru değildir. Osmanlı Batıyı uzun vadede kendi içinde eritmekten yana olduğu için Batıyı kendi kazdığı çurkura düşürmeye çalışacaktır. Örneğin Tanzimat Fermanı görünüşte azınlıkların haklarını korumakta ve yeni bir rejimin zorunlu olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Oysa bu fermanla azınlıklar konuk edilen konumundan çıkarak konuk eden konumuna girmektedir. Onların var olabilmesi için Osmanlının varlığını kabul etmek bir zorunluluğa dönüşmektedir. Batı bu oyunun farkına vardığı zaman iş işten geçmek üzeredir. Düyün-u Umumiye ile zararın nercsinden dönülürse kârdır diyecek ve bir kez daha, Osmanlının varlığını onamak durumunda kalacaktır.

Sonunda onu ortadan kaldırmaya karar verdiğindeyse yine şaşkına dönen kendisi olacaktır. Çünkü onun parçalamayı düşündüğü Anadolu, bölünmez bir bütün olduğunu ilân ederek Türkiye Cumhuriyeti şeklinde karşısına çıkacaktır.

Bütün bunlar Osmanlının geleneklerden kaynaklanan özgün bir bakış açısına sahip olduğunu göstermektedir. 

Batı, Osmanlıyı tamamıyla anladığını ve çözdüğünü sandığı bir sırada art arda hayal kırıklığına uğrayacaktır. Çünkü bu bir nesne oyunudur. Batı, Osmanlıyı sömürebilmek için geleneklere göre veren el konumunda bulunmak durumundaydı. Çünkü bu geleneklere göre verdikçe daha çok alacağını düşünüyordu ki, diğer kolonilerde benzer bir politika güttüğü söylenebilir. Böylelikle Batı kendinin kârlı konumda bulunacağını hesaplıyordu.

Kısa vadede (tarihsel açıdan bu çok uzun bir süre değildir) bu doğrudur. Ancak uzun vadede, bu simgesel düzen insanı, daha çok verdikçe karşısındakinin buna dayanamayarak daha çok yatırım yapacağını bilmekteydi. Böylelikle ava gelen (tıpkı Osmanlıya yapıldığı gibi) avlanmaktadır. Anadolu'ya sermaye ve teknolojinin girmesi bu politikanın ürünüdür ve evrensel boyutlarda Batıya karşı bu politikanın güdüldüğü söylenebilir. Emperyalizm bu bakış açısı doğrultusunda bir anlamda götürdüğünden fazlasını getirmek durumunda kalmıştır ve bu oyun bugün bütün hızıyla devam etmektedir. 

Anadolu halkının yine bir açıdan konuk olmaya geleni, konuk eden konumuna düşürerek kendi sorununu çözdüğü söylenebilir.

EMPERYALİZM ve ZOR

Günümüze kadar gelen süreç içinde emperyalizmin dünyanın hiçbir bölgesinde zor ve şiddete başvurarak varlığını sürdüremediği görülmektedir. Böyle yaptığı her yerde, başta Anadolu olmak üzere, dünyanın her yerinden kovulmuştur. Geriye, başvurabileceği tek seçenek kalmaktadır: barış yoluyla misafir olmak ve bunun için de veren el oyununu oynamak. Batı, günümüzde bu oyunun kendi aleyhine döndüğünü anlamıştır. Ancak iş işten geçmiş durumdadır. Baudrillard'ın deyimiyle eğer tren kaçtıysa bu herkes için kaçtığı anlamına gelmektedir. Kandırabilmek için kanmış görüneceksiniz. Batı, dünyayı kandırmak üzere yola çıkmış ve günümüzde kandırılan konumuna düşmüştür. Günümüz Batısı artık dünyanın dört bir yanına yatırım yapmadan yaşayamayacak duruma gelmiştir (ancak son 40-50 yıl içinde tehlikeyi sezerek tüm dünya ülkelerinin kendi toprakları üzerinde yatırım yapmasına izin vermiştir).

Batı sermayesini kendi sınırları içine kapattığınızda o artık ölü bir sermaye olmak durumundadır.

Emperyalizm, Batının sonu dünyanın evrensel boyutlardaki kalkınmasının başlangıcıdır. Bir bakıma Marksizmin bunun farkına ilk varan dünya görüşü olduğu söylenebilir.

Oysa Kapitalizm iyi ki onu dinlemeyip yoluna devam etti demek gerekecektir. Çünkü Batı, bir anlamda Marksizmin yüz, yüz elli yıl önce haber verdiği bu tehlikenin bilincine yeni varmış ve doğal olarak iş işten geçmiştir. Şu anda, zararın neresinden dönülürse kârdır politikasını uyguladığına hiç kuşku yoktur. 

Sonuç olarak Anadolu insanı için Batılı bir büyücü, beraberinde getirdiği teknolojik nesneler ise büyülü nesneler gibidirler. Öyleyse bir büyücünün öğretebileceği tek bir şey vardır: büyücülük. Anadolu insanı da öyle yapmış ve Batılıdan büyüsünün sırlarını öğrenmeye çalışmıştır. Bu sürecin devam etmekte olduğu söylenebilir!

Prof. Dr. Oğuz Adanır
(Eski Dünyaya Yeni Bir Bakış, DoğuBatı yayınları, 2. baskı 2015. s. 223-224)
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)