Doğru, kadın-erkek eşit değil. Kadın, erkekten üstün. Dahası, bilimsel, teknolojik gelişmeler, erkeği giderek gereksizleştiriyor.
Amerikan ordusunda komando eğitimine kadınların alınmasıyla ilgili bir deneyin filmini izlemiştim. Deney, kadınların erkeklerden, bedensel dayanıklılık eğitimlerinde bile geri kalmadığını gösteriyordu. Programda eğitim komutanı kadınların en az üç alanda erkeklerden daha etkin savaşçılar olabileceğini açıkladı. Kadın bedeni soğuğa, donmaya erkekten daha dayanıklı. Savaşan grup içinde erkekler genelde birbirleriyle rekabet ederken kadınlar eldeki işi yapmak için birlikte çalışmaya odaklanıyorlar. Üçüncüsü, kritik koşullarda, hayatta kalabilmek için yapılması gereken son marjinal çabayı göstermeye kadınlar daha yatkın, erkekler ise kaderlerine teslim olmaya…
Antropoloji, nöroloji, davranış bilimleri uzmanı Prof. Melvin Konner’in “Women After All: Sex, Evolution and the End of Male Supremacy.” (Kadın N’olacak: Seks, Evrim ve Erkek Üstünlüğünün Sonu) kitabını okumaya başlayınca da gözlerim iyice açıldı.
"DOĞUŞTAN GELEN BİR KUSUR"
Biyolojik özellikleri açısından iki cinsi karşılaştırınca ortaya şu çıkıyor: Dişi, erkeğin (“kaburgasından üretilen”) türevi değil. Erkek, aslında bir biyolojik sapmanın ürünü. Prof. Konner bir adet “X” kromozom eksikliğiyle çok sık rastlanan bir “doğuştan gelen kusur” var diyerek dalga geçiyor. Arkasından, bu kromozoma bağlı, kısalmış bir yaşam beklentisi, her yaşta daha yüksek ölüm oranı, kendi kendine üreyememe, erken kellik, dikkat bozukluğu, hiperaktivite gibi hastalıklara, aşırı cinsellik, dışa dönük aşırı bir şiddet uygulama eğilimi gibi bozukluklara işaret ediyor. Konner, “X” Kromozomun ortaya çıkışının, türü mikroplara, virüslere daha dayanıklı olabilecek biçimde çeşitlendirme gereksinimiyle ilişkisine dikkat çekiyor. Dikkati çektiği bir diğer nokta da şu: Memelilerin beden yapısı dişilerin özelliklerine öncelik veren biçimde gelişmiş.
Bildiğiniz gibi kadınlar açısından bu çeşitlendirme iyi sonuçlar vermedi. Özellikle testosteron, kadına göre daha yüksek adale gücü, savaşlara, özel mülkiyetin ortaya çıkışına bağlı olarak, erkeğin kadını baskı altına almasına bir mülkiyet konusuna dönüştürmesine olanak verdi.
Ancak insan toplumunun evrimi, teknolojik gelişmeler, adalenin yerine kadınların da kullanabileceği makineleri koymaya başlayarak bu üstünlüğü yok etti, bugün en gelişkin saldırı helikopterlerini, savaş uçaklarını kadınlar kolaylıkla kullanabiliyorlar.
Günümüzde kapitalist uygarlığı tanımlamaya başlayan bilişim, iletişim teknolojilerine, bilgisayarlara değinmiyorum bile. Tüm bunlara kadının yüz yıldır geliştirdiği dayanışma ağlarının, mücadelenin sonuçlarını da ekleyelim. Sonra bunu erkeklerin seks skandalları, pedofili, tecavüz krizi (Yalnızca Hindistan, Pakistan vb. değil, İngiltere ve Galler’de her yıl 85.000 kadın tecavüze uğruyor) mali skandallar, silah, savaş merakı, şiddet eğilimi, futboldan dinciliğe uzanan fanatizm gibi olgularla karşılaştıralım.
Nihayet kadının her doğumda nasıl bir yaşamsal risk aldığına bakmadan, şu kadar çocuk yapın, sezaryene karşıyız, annelik görevinizi unutmayın filan diye ortada dolaşanları da düşünelim. Kadının neden üstün olduğunu, yükselmeye devam etmesinin insan türünün geleceği açısından ne kadar gerekli olduğunu kolaylıkla anlayabiliriz.
Geriye ne kalıyor? Erkeğin spermi. Ancak, sperm artık dondurularak daha sonra kullanılabiliyor. Laboratuvarda kadından alınan kök hücreden sperm üretme çalışmaları da 5-6 yıldır ilerliyor (The Guardian, 08/07/09). Tıp bilimindeki gelişmeler, sperm kaynağı olarak da erkeği gereksizleştirmeye başlıyor. Kadına yönelik baskı ve şiddetin, onu eve kapatma merakının arkasında, bu önlenemez çöküşün yarattığı korku, süreci umutsuzca geri çevirme paniği var sanırım.
Ergin Yıldızoğlu
(Cumhuriyet)
YORUMLAR