Son Dakika



Doğayı dışlayan, doğaya tamamen aykırı bir hayat yaşadığımız. Her şey, teknolojinin kuşatması altında! Dahası bilim bile! Her bilim adamı, her bilim dalı, kendine göre bir risk listesi oluşturmakta. Dengesi bozulan bir dünyada yaşamaktayız. Kutsanan bireyin yapayalnız, korumasız kaldığı bir dünya…

• Korona, sars, mers, H1N1, ebola… Covid19, domuz gribi, deli dana, kuş gribi, AİDS… Biri bitiyor biri başlıyor, tek durmayı bilmiyor virüsler. Kaça katladı Covid19 korkularımızı… Ve baş edilemeyen kanser… Dün de veba, cüzzam, frengi (Frenk hastalığı), kolera, veremle boğuşmuştu insanlık…

• Nükleer silah ve enerji kabusu… Hiroşima, Nagasaki, Çernobil, Sendai’da yaşananlar… Sera etkisi, ozon tabakasının delinmesi, iklim değişikliği, eriyen buzullar …

• Ekolojik yıkım, yeşil katliamı, çevre ve hava kirliliği, Kaz Dağları, Bergama, Fatsa’da siyanür havuzları…. Deprem, heyelan, yangın… Trafik kazaları.

• Kadın tecavüzleri ve cinayetleri… Pedofili azgınlığı, çocuk istismarı…

• Irkçı ve dinci radikalizm. Terör, intihar saldırıları, mafya… Polis şiddeti.

• Yükselen faşizm. Bush’lara, Trump’lara terk edilen bir dünya.

• İnternet, telefon takıntısı. Bilgi hırsızlığı, trol saldırısı, algı yönetimi… Sanal dünyanın, doğaya ve yaşama yabancılaştırdığı kuşaklar… Sırlarını kaybeden ülkeler, insanlar…

• Nüfus patlaması. Yedi milyarlık bir dünya; çarpık kentleşme, betonlaşma…

• Organ mafyası, uyuşturucu bağımlılığı

• Yanlış beslenme, tüketim salgını şişmanlık, obezite… Genetik ve biyolojik müdahaleler; klonlanan koyunlar, “Dolly”ler… Ve katlanan otizm. Sperm sayısındaki düşüş…

• Mağduriyet kültürüne tutsaklık, Stockholm sendromu.

• Dildeki bozulma, edebiyattaki postmodern savrulma.

• Sonuç sınırsız bir egoizm…

Say say bitmiyor. Hepsi risk, hepsi korku! Bir korku kültürü egemen hepimize. Korkuya rehin bir hayat! Her şeyi risk olarak algılayan bir dünya! Kırılganlıkların yansıdığı bir prizmadan görüyoruz hayatı. Yüksek beklentileri olmayan etkisiz bireyler olarak!… Maalouf’u esenleyerek özetlersek, insanlık, “Ölümcül Kimlikler”in var olma savaşında, büyük bir kıyımı ve yıkımı yaşıyor. Ergenler çılgınlaşır, yetişkinler aptallaşır, dindarlar kindarlaşır demokrasiler Trumplaşırken… Ortalık da sendromdan (bulgu, bozukluk), uzmandan, uzman kavgasından geçilmiyor. Cehalet (dunning-kroger), hubris (kibir), meydan okuma (Deli Dumrul), bilmesinlercilik-karartmacılık (obskurantizm), kendine aşıklık (narsisizm), öğrenilmiş çaresizlik… Beyincik soğanından habersiz hekimler, “de” bağlacını ayırmayı bilmeyen Türkçe öğretmenleri…

Çocuklar oyun oynayamıyor, okullarına kendileri gidip gelemiyorlar. Ispanağı görseler tanımıyorlar. Tay ile sıpa, oğlak ile kuzu neyin yavrusudur sorusuna bir yanıtları yok. Bilgi yarışmalarında yanıtlamakta en çok zorlandıkları deyimler. Demek ki somutlamayı, somut düşünmeyi bilmiyorlar!... Somutlama, salt sözcüklerin değil, yaşamın da göstergesidir. Bu nedenle şairler vazgeçemez, somutlamadan, evet mitolojiden.

Farkında mıyız bilmem, Kafka’nın dönüşümünü tam da şimdi yaşıyoruz. Kabuklarımızın bizi koruyacağını sanarak! Bacaklarımız havaya dikildikçe artan kaygılarımızla!... Gel de “Dahiliğin bir sınırı vardır, aptallığın asla!” diyen Einstein’a hak verme.

CoronaTurca tedavisinde, insanımız, “dut pekmezi, sumak, sirke, zerdeçal, kellepaça...”yı en etkili çare olarak görüyor. Daha da çaesiz kalınca, yoğurda Arap sabunu karıştırıp yiyor ya da boğaza saç kurutma makinesi tutuyor. Maske zorunluluğunu, “lahana yaprağı”ndan maske yaparak çözüyor. En büyük silahı da “iman gücü”. CoronaUSA tedavisinde, Trump, vücuda dezenfektan enjekte etmeyi önermişti.

Şu iman gücü, neyi hallediyor, nelere kapı açıyor. Baştan söyleyelim. Tıp, “din”in imam nikâhlı haspası değildir. Hıristiyanlığın, kediyi şeytan ilan etmesiyle Avrupa’da, korkunç bir kedi katliamı yaşandı. Avrupa bir uçtan bir uca “veba” salgınıyla kırıldı. Dekameron’u esinleyen veba günlerinde, Rönesans’ın başkenti Floransa, nüfusunun % 60’ını kaybetmiştir. Venedik maskeleri de 1351’deki veba günlerinden hatıradır.

Küresel kapitalizm, sonunda doğanın, yaşamın bir uçtan bir uca bütün dünyanın içine etti. İnsan kafeslerine değil, doğaya gereksinimiz var. Hayvanat bahçelerindeki hayvanları anlamak için, korona karantinası mı gerekliydi? Doğada her canlıya yer var; Mısır’ın tanrıçası kediye, Heredot’un betimiyle: toprağın oğlu yılana, hele arılara.. Onlara yer yoksa insana da yok!

Her şey, kültürden, mitolojiden, doğadan kopuşla doğru orantılı.

Çıkış nerde, doğallıkta, insanlıkta, bu nedenle gereksinimiz var mitolojiye, çocukluğumuzu, insanlığımızı bir kez daha hatırlamak ve yaşamak için. Ancak o ormanları kesenlerin, siyanür havuzlarını kuranların, ne Hektor’un ne Galen’in ne de Mithridates’in anılarına saygıları var. Ne mitoloji umurlarında ne tarih!

Epiktotes’in o uyarısını hiçbirimizin unutmaması gerekir: “Bir insanın anavatanı çocukluğudur.” Ülkü Tamer ise “Çocuğun savunmasıdır şiir” der. Ben de Epiktotes’i, “İnsanlığın anavatanı mitolojidir.”, Ülkü Tamer’i “Mitolojinin düşüdür şiir.” cümleleriyle esenler ve bu bilinci sevgilerim.

• Evet, onca kötülük ortasında kalmasına karşın umudu korumayı başaran Pandora’ya,

• Tanrılar katından ateşi çalıp getiren Promete’ye,

• Tanrı korkusunu atıp Promete’ye, yani insana yardıma koşan Herkül’e,

• Kadınlarla birlikte olmayı, yaşamın anlamı kabul eden Diyonisos’a,

• Kır bayır koşmayı seven Pan’a,

• Tanrı katında bile sanatına sahip çıkıp onu savunan Maryas’a,

• Vatanı savunma dışında her şeyi teferruat sayan Hektor’a,

• Ailenin varlığını en zor koşullarda savunan Andromak’a,

• Özetle “Aydınlığın gücü varsa karanlık kaçar.” diyen Gılgamış’lara gereksinimiz var. Onlarla yeniden buluşup söyleşmeye...

Afrodit, Akdeniz göğü güzellik; Selene, Ege imbatı aşk serinliği, Psike, içmeye kanamadığımız erinç gözesi; Pandora, o ölümsüz umut değil mi? Hele Safo, nasıl da özledik onu, o saçını ten aynasında tarayan şiiri…

Azra Erhat der ki, “Mitler, insanlığın ortak düşünce, hayal ve eğilimlerini yansıtır.”

Peki, bunca korkuya ve risk algısına boğdurduğumuz dünyada neyimiz kaldı ortak? Ne oldu, “Toprak vatanım, nev’-i beşer milletim… İnsan / İnsan olur ancak bunu iz’anla, inandım.” diyen Tevfik Fikret’in o hayali? Sağduyumuzu, anlayışımızı niye yitirdik?

Azra Erhat ayrıca, “İlkçağ mitosu laiktir, din adamının değil, sanatçının uğraşıdır.” der ve ekler “…hiçbir sanat söz sanatına erişemez.”

Erhat, bugünleri görseydi, “hele politikacının hiç değil” eklemesini de yapardı mutlaka.

Çünkü durup durup “beklediğimiz sanatçı” deyip politikalarına “payanda” arayanlar öylesine çoğaldı ki! Virjil, Shakespeare, Rimbaud, Tevfik Fikret, Behçet Necatigil, Melih Cevdet Anday, Cengiz Bektaş, Ülkü Tamer, Erdal Alova, Hüseyin Haydar’ı mitolojisiz düşünmek olası mı? Bilir ki sanatçı, Erhat’ın dediği gibi, “Mitolojiler birbirine karışır ve birbirini etkiler." Mitoloji, sanatın evrensel buluşma noktasıdır. Durup durup Azra Erhat’ın Üsküdar Bülbülderesi, Can Yücel’in Datça’daki mezarlarına saldıranlar, bu buluşmaya düşman olanlardır kuşkusuz!... O mübareklere göre “Ölünce kuş olurum belki!” demek de yasak ve günah, Kevser Şarabı’ndan başkasına el uzatmak da!...

Evet, oy hakkını aşkı kutsamaya kullanan Afrodit’lere, ay ışığında sevişmeyi yeğleyen Selene’lere, aşkı için dağların doruğuna tırmanan Psike’lere gereksinimimiz var…

Evet, güneşe bakan evlerde, sağlam bir psikolojiye… Ülkü Tamer’in dizelerindeki gibi sağlam ve risksiz: “Öyle bir sur yapacak, / Öyle bir kale kuracak ki günün birinde / Tahta atlar değil, uçan atlar bile girmeyecek / Gümbür gümbür yalnızlığına Hektor’un”

Evet, riskler korkuya (fobi) dönüşmemeli artık, korku listesine de her gün yenileri eklenmemeli. Risk alma, bugünkü gibi hep bir korkuya dönüşseydi eğer, bu dünya Mustafa Kemal’lere hasret giderdi. Biz de “Yaşasın manda!” deyip dizimizi kırıp otururduk, o “kakaç” sofralarında.

(Berfin Bahar, 290 Sayı Nisan 2022)

Tahsin Şimşek
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)