Harem ekonomisi ya da ganimet

Harem ekonomisi ya da ganimet
18-12-2022

Eğer insan aptal olsaydı, sonsuza kadar huzurlu yaşardı.  Ama böyle değil… Düşünüyoruz, görüş bildiriyoruz, öfkeleniyoruz ve daha önemlisi gözyaşı döküp acı çekiyoruz. Haksızlığa karşı bir şeyler söyleyebildiğimiz gibi, sevgimizi de haykırabiliyoruz…

Sorun aptallıkla ilgili değildir. Aptal olmadığımızı biliyoruz. Otoritenin delici dişleri arasında sıkıştırıldığımızı biliyoruz;  görme ve düşünme yeteneğimizin, yukardan uygulanan genel anestezi tekniğiyle uyuşturulduğunu da biliyoruz ama karşı çıkamıyoruz. Çünkü birey olarak kılımızı kıpırdatmayacak kadar kayıtsızız…

Ölçüsüz kayıtlısızlığımız çıkmazdan kurtulmayı geciktirdiği gibi, öğrenmeyi de engelliyor… Bu davranışımız kurnazlık mı zalimlik mi  bilemiyorum ama kalitesizlik ve acımasızlık içerdiği kesindir.

HAREM EKONOMİSİ

Yukarıdaki hüzünlü girişten sonra, başlıktaki harem ekonomisi ve ganimet konusuna başlarsak:

Harem ekonomilerinde, harem üyelerinin yükü, yüzde 90 oranında geniş yığınlara yüklenilir. Sultanların harcamaları öylesine hacimlidir normal bir bireyin dört katı enerji, besin ve zamanına denk düşer… Bu şu anlama gelir: Yaklaşık dört kişi, haremden sadece birini beslemek içi bir ömür çalışacaktır.

İMTİYAZLI GRUP

Otorite ya da haremin sultanları kendilerine, çevrelerine, aile ve tanıdıklarına kaynaklardan yararlanmayı azami seviyeye çıkararak, imtiyazlı bir gruba servet edindirmeyi esas alırlar. Yandaşlar, taraftarlar, aynı inanç veya siyasi görüşü paylaşanlar, kaynakların neredeyse üçte ikisini kullanabiliyorlar ve bu durum hemen her yerde görülmekle birlikte, özellikle Ortadoğu orijinli iki ayaklı Homo Sapienslerde daha yaygındır. Garip bir coğrafyadır Ortadoğu… (Garip sözcüğünü burada yaşayanların değer yargılarına atfen kullanıyorum.).. Ekonominin yaydığı refahın kazanımları yüksek olsa bile, yine de genele yayılmasına izin verilmez, ağırlık merkezi her zaman harem ağalarından yana olur.

İşin daha feci yanı, sözgelimi herhangi bir devlet kurumunda, bir masa veya dosya başında, bir kişinin yapabileceği iş için üç kişi,  -kimi zaman daha fazla-  memur tayin edilir. Burada verimlilik, tasarruf, toplumun genel yararı gözetilmez. Amaç, ne pahasına olursa olsun iktidarı devam ettirmeye destek olabilecek gruplar yaratmaktır.

Daha vahimi üç kişiden her biri, kimi zaman işe gelmeden ücretini alır. Aslında çalışanlardan ikisi gereksizdir ama sultanlar için bu uygulamanın ekonomik açıdan anlamlı olup olmayacağı önemli değildir.

Çünkü toplumun genel refahına dönük yarar peşinde koşmazlar. İş, kültürel yeterlilik, doyum, iyi hissetme, çağı yakalama, zekâ ve bilim gibi temel öğeler umurlarında olmaz. Kasıntılı söylemler, mafyatik ilişkiler, oyalayıcı, akıl çelici yarışmalar, dini ve milli kurgularla, genel olarak küçük, zayıf, güçsüz ve donuk taraftarlar üzerinden baskınlık hiyerarşisi oluşturarak devam ederler.  

HAREM ÜYELERİ ÇALIŞMAZLAR

Harem üyeleri pek çalışmazlar. Ganimet üzerinden hayatlarını sürdürürler ve ne acıdır ki bu asalak özellikleri onlara ayrıca bir saygınlık kazandırıyor. - yani ne kadar çok ganimete konarsa o ölçüde saygı duyulan biri olurlar-  ve kendileri adına koydukları ilke, kural, yasa, dürtü, kurgu, inanç üzerinden geniş yığınlardan beslenirler…

Eğer örneklersem: Bir kurdun amacı kuzuyu yemektir ve bütün yeteneklerini bu amaca göre geliştirir… Erkek aslan haremindeki dişiler üzerinde güce dayalı otorite kurar, adaletsiz harem ağalığını bu şekilde sürdürür...

Benzer bir uygulamayı başka şekilde bal arısı ya da karınca kolonilerinde de görebiliyoruz. Binlerce kısır işçi arı, kraliçeyi beslemek için çalışır. Kraliçenin varlığı arıların çalışmasına bağlıdır. Kraliçe tahtında, konfor içinde keyifli ve daha uzun ömürlü olurken, ötekiler aşırı yoğun çalışmadan sonra, mevsimin sonunda ölürler.

Ölen her işçi arı, onun uzun yaşamına karşılık, bedel olarak canını veriyor. Yaşam böyle bir işte…

Arı kraliçenin sürü yaratma yeteneği ile harem sahibinin sürü bireyler yaratma yeteneği hemen hemen aynıdır. Öyle bir sistem ve tasarımlar geliştirilir ki bütün sürü tek beden halinde harem için hizmete koşulur...

Bütün olanaklar, güç ve konfor harem sahibine sunulur… En sağlam güvenlik, koruma, korumalar, ona ve yardımcılarına ayrılır. En iyi menüler, tanrılara layık özel diyet jöleleri onlara hazırlanır ve artan maliyet sürünün üyelerine daha çok vergi, daha çok yük, yoksulluk, eza ve ıstırap olarak yansır…

Son derece haksız, belirgin anormalliklerle dolu bu ekonomik yapılanma, ortalığı kasıp kavurmaya başlar. İstediğin kadar çırpın, istediğin kadar uykusuz gecelerde çalış, ancak iki arpa boyu yol gidebilirsin… Ekmeğe yağ sürerek ya da pilavı avuçlayarak yemeye devam edersin.

Kısa vadeli istikrarlar dışında, uzun süreli mutsuzluk içinde kıvranıp durursun… Adına harem ekonomi dediğimiz bu sistem tıpkı kapitalist dünyadaki serbest ekonomi uygulamalarında olduğu gibi canlı bedenleri hapseder, bireyi girdaba iter ve tanık olduğumuz kadarıyla bu ekonomiler, hiçbir dönem genel yarara yönelik refah ve konfor sağlamamıştır.

Çünkü bütünün yararını göz önünde bulunduracak oluşumlar yaratılmaz...

Eşit, adil ve dengeli paylaşım bu ekonomilerin doğasında yoktur. Daha çok ganimet, daha çok gasp, daha çok jöle, daha çok açgözlülük vardır. Kaynaklar büyük ölçüde harem üyelerinin lehine maksimize edilir ve bu sistemlerin çokbilmiş sözel cambazları da gayet usta ama utanmazlık içinde, uygulamaların gerekli zorunluluk olduğunu ajite ederek, dikkatleri dağıtmaya girişirler. Ama bu girişimlerinin önemi yoktur…

Çokbilmişliğin, cehaletin eğreti bir tekniği olduğunu biliyoruz artık ve kıymet ifade etmez. Bilgi, bilim, verimlilik gelişiyor, akılcı bakış açıları mesafe alıyor ve çokbilmişler yeniliyorlar.

Bir şeyin iyi ya da kötü olduğunu günlük yaşamımızda duyumsayabilecek ve kavrayabilecek zekâya sahibiz. Deneyimlerimiz geliştikçe, yargılarımıza sahip çıkma olasılığımız başlangıca göre artış gösterir.

Bu da bir sistemi ya da bir şeyi değiştirme özelliğimizi gecikmeli de olsa öne çıkarır… Bilmek için gerekli görülerimiz var…

Kayıtsızlığımızla da baş edebilecek iradeyi gösterebilirsek, haksızlık ve eşitsizliğin yükünü hafifletmiş olacağız

Haydar Uzunyayla
Gerçekedebiyat.com

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Haydar Uzunyayla
Haydar Uzunyayla

Bingöl-Kiğı doğumlu, emekli öğretmen. Ankara'da yaşıyor. Almanca'dan çevirdiği iki kitap, uzun sayılabilecek birkaç öykü, epey sayıda deneme, makale, köşe yazısı sahibi. Birkaç dergide yazı kurulu üyeliği yaptı....   Gerçeğin doğasını aramaya dayalı akılcı ve bilimsel arayışların bizi zafere ulaştıracağına inanıyor: Bu ikilinin başarısı acılarımızı azaltır, özgürlüğümüzü artırır. Tersi durumda yani bir şeyi anlamamış olmak ise insanı bağımlı kılar ve bu da gelişmemizi engeller...