
Öyle bir insan ki, adına Keşanlı Ali Destanı yazıldı, türküler yakıldı…
1933 yılında Ankara’da Atıf Bey Mahallesinde dünyaya gelmişti. Yedi çocuklu bir ailenin en küçüğüydü. Bölgesinde, Şıh Bızın aşiretine bağlı olan aile Bayburt’tan Başkente göç etmişti. Savaş gazisi olan babası, İsmet İnönü’nün silah arkadaşıydı.
Cemali’nin yaşam öyküsü, zamanında pek de tanınmayan semtlerden, Atıf Bey Mahallesi ile Yenidoğan semtinde başlamıştı. Yani az önce savaştan çıkmış bir toplumda garip dünyaya göz açmıştı. Savaş ninnileri zafer marşlarıyla büyümüştü. Çoğu yaşıtları gibi o da çocukluk yıllarını sefalet ve garibanlık içinde geçiriyordu. Ancak kentte mutlu yaşayan azınlık kesimler de gözden kaçmıyordu. Ticaret o kesimin, (Rum ve Ermeni) azınlıkların elinde bulunuyordu. Toplumun bir kesimi açken, öteki varlık içinde yaşıyordu.
Durum genç Cemali’nin gözünden kaçmıyordu. Hatta durumu kendine yediremiyordu. Yoksulluk içinde yaşayan ailesine ve eşine dostuna çalışıp kazanıp destek olmanın düşünü kuruyordu.
Yaşamını ölüm pahasına bu şekilde sürdürmeyecekti. 15-16 yaşlarına geldiğinde yaşıtlarına oranla daha güçlü kuvvetli olduğundan ağır işlere göz dikiyordu. Adeta rüya ile gerçek arasında hesaplaşıyordu. O günlerin, efsaneleşeceğinin ilk adımlarını atıyordu.
KÜRT CEMALİ
Cemali sıradan bir insan değildi. Adı, yıllar ilerledikçe anılacak, efsane olacaktı. Dik başlı görünse de gariban dostuydu. Ezilenlerin yanında olmaya, onların yardımına koşmaya adayacaktı küçük dünyasını. Gelişme çağlarında edinmişti bu dik duruşunu. O duruş ki, Ankara’nın karanlık dünyasına adım atmasına yol açacaktı. Adımlarını özenle atıyordu. İyi kumar oynuyor, iyi silah kullanıyordu. Silahla tanıştığı dönemde silahını gözü kapalı sökebilecek durumdaydı, deneyimliydi.
O yıllarda Ankara’da kanun tanımaz üç mahalle bilinirdi: Hacettepe Mahallesi, Atıf Bey Mahallesi ve kabadayı yatağı Yenidoğan Mahallesi… Atıf Bey Mahallesinde doğup büyüyen ancak Yenidoğan Mahallesinde de en az Atıf Bey kadar tanınan, sevilen Kürt Cemali, Hacettepe’deki karanlık dünyayı gözlüyor, orasının ayrıntılarına ulaşmaya çalışıyordu.
Karanlık dünyanın önde gidenlerdenSarı Veli, Dündar Kılıç ve Kabadayı Mehmet’in ortak amaçları ise kumar ve kulüp aleminin merkezi olan Hacettepe Mahallesi’ni ele geçirmekti.
Kürt Cemali, Hacettepe alemini çözmeye çalışırken karşısındaki tek rakip Kabadayı Mehmet’ti. Sarı Veli ile birlikte Ankara’nın karanlık dünyasını, kumarhanelerini yönetiyordu. Yanlarında o zaman genç ama Türkiye’nin tanıdığı bir isim, Alaaddin Çakıcı’nın kayın pederi Dündar Kılıç da vardı.
Kürt Cemali ünlene dursun, Kabadayı Mehmet, kendisine rakip gördüğü, en yakın arkadaşı Sarı Veli’yi bir kavga sırasında silahını çekmesine fırsat vermeden öldürmüştü! Onları tanıyanlara bakılırsa Kabadayı Mehmet, iyi niyetli biri değil, Sarı Veli ise temiz yürekli insandı.
Olay sonrasında bölge halkı, katil ruhlu Kabadayı Mehmet’e karşı tavır takındı. Bu duruş Kürt Cemali adının öne çıkmasına neden olacaktı. Adaletli ve vicdanlı bir karakter olan Cemali tam bir lider profili çiziyordu. 20’li yaşların başlarında girdiği her karanlık mekânı korumasına alıyor, esnafla dalaşmıyor, yalnızca sorunlarını çözmek amacıyla yanlarında oluyor, sıkıntılarını bir siyasetçi gibi dinliyor, çözüm üretiyor, dertlerine çare olmak için çabalıyordu. Denebilir ki, ekmeğini alın teriyle kazanan herkesin arkasındaydı. Kumarhanelerden topladığı haraç paralarını gecenin belli saatlerinde, varlığını hissettirmeden fakir mahalleliye dağıtıyordu. İhtiyacı olan herkese maddi manevi destek çıkıyordu. Yetim, öksüz, garip kim varsa kolluyor, koruyordu.
Altındağ halkı adeta bir kahramanın doğuşuna tanık oluyordu. Öyle bir noktaya gelinmişti ki, artık tüm Türkiye’de namı konuşulmaya, örnek gösterilmeye başlanmıştı. Mahalleli adaleti devletten değil de Cemali’den bekler olmuştu. Onu, hatalı olan öz kardeşi olsa bile, cezalandıracak kadar adaletli görüyorlardı.
Çevresinde pek çok kişi olsa da güvendiği, sırtını dayadığı iki dostu vardı: Piç Hüseyin ve Nurettin Eser. Bu iki kişi onun sağ ve sol kollarıydı.
Haraç paraları oluk gibi akıyordu… Bir günde şehrin borcunu kapatacak kadar büyük para geçiyordu eline Kürt Cemali’nin! Bu paraları yalnızca Altındağ bölgesine değil, şehir dışından gelenlere de dağıtıyordu. 1950’li yılların ortalarında Kürt Cemali artık Hacettepe bölgesinin de hâkimiydi. Bölgede adı sayılır Kabadayı Mehmet ise geçmişten bu yana ona kin besliyordu.
Oysa Cemali, Mehmet’in mekanını bir gecede dağıtabilecekken racona ters düşer düşüncesiyle yapmıyordu.
Hacettepe halkının Cemali’ye olan hayranlığı her geçen gün katlanıyordu. Çünkü Cemali o bölgede de her sorunun üstesinden geliyor, herkese yardımcı oluyordu. Hatta öyle ki Kabadayı Mehmet’in sağ kolu Dündar Kılıç bile her fırsatta Kürt Cemali’ye olan hayranlığını dile getiriyordu.
Cemali kadın ticaretine karşıydı. O yıllarda yeni yeni adı duyulmaya, tanınmaya başlayan Bent Deresi Genelevi’nde kadın ticaretini sürdürmeye çalışanlara göz açtırmıyordu. Karşı davrananlar onun elinden en iyimser olasılıkla yaralı olarak kurtuluyordu. Kim olursa olsun cezalandırmaktan asla çekinmiyordu Cemali. Genelev kadınlarını kurtarıyor, yardımcı oluyor, memleketlerine dönmelerini sağlıyordu. Onun raconunda kadın satmanın cezası büyüktü.
Yıllar birbirini izlerken, kendi mekanını açmaya karar verdi Cemali. Kulüp adıyla anılan kumarhanesinin açılış gününe Türkiye’nin dört bir yanından ellerinde hediyeler misafirler akın etti. Kürt Cemali hediyeleri yine halkına, bölgesine dağıttı. Yenidoğan halkı tarihinin en mutlu günlerini yaşıyordu. Kadınlara karşı mesafeli olan Cemali’nin çevresinde birçok kadın olsa da o, kimi ilişkilerin delikanlılığı bozacağı kanısındaydı. Buna rağmen 50’li yıllarda mütevazı bir törenle evlendi. Bu evliliğinden bir kızı ve üç oğlu dünyaya geldi.
Karanlık dünyanın korkusuz insanı Kürt Cemali, yaşamı boyunca düzgün işler de yaptı. Kimsede araba bulunmadığı dönemde yurtdışından araba getirerek, al-sat ticaretine başladı.
1959-60 yıllarının başında hem oyunculuğa hem de “Babalar Dünyası”na merak saran Yılmaz Güney, Kürt Cemali’nin namını duydu ve tanışmak istedi. Cemali’yi görmek için onun gittiği yerlere gidiyor, onu mercek altına alıyordu. Bu merakı onu, kabadayı tiplemeleri ve adalet dağıtan adam rollerini konu alan filmlerinde Cemali’yi örnek almaya kadar götürecekti. Dündar Kılıç’la olan yakınlığı nedeniyle bunu açıkça ifade etmese de Yılmaz Güney’in yakın çevresi bu gerçeği asla saklamayacaktı.
Son yıllarında Cemali, artık tam bir “Baba” olmuştu. Tek başına bir ordusu vardı ve binlerce kişiyi yönetiyordu. Derken askerliğe çağrıldı. Daha önce askere gitmesi gerekirken, bu kez devleti karşısına almamış, Sivas’a askerliğini yapmaya gitmişti. O arada af yasasından yararlanan Kabadayı Mehmet özgürlüğüne kavuşmuş, Cemali’nin askerde olmasını fırsat bilerek oluşan otoriterlik boşluğunu zalimlikle zulümle doldurmaya çalışıyordu. Kendi kumarhanesini büyütmenin parasal olarak onu daha güçlü kılacağını düşünerek insanların Cemali’nin kumarhanesine gitmesini engellemek için yoğun çaba gösteriyordu. Duyumlar askerdeki Cemali’nin kulağına ulaşınca firar etmeye karar verdi. Adaleti sağlamak için kurduğu düzen bozuluyordu. Firar sonrası döndüğü Ankara’da davul zurnayla karşılandı. Başkent, hiç yaşamadığı bir sevinç ve cümbüşle kucaklamıştı kahramanını. Cemali’nin geldiğini duyan Kabadayı Mehmet ise tedirgin olmuş, arkadaşı Dündar Kılıç’a ne yapmaları gerektiğini sormuş, “işimiz bitti, işler sarpa sarıyor” cevabını almıştı.
Ve… O unutulmaz gece gelip çatmıştı… Kabadayı Mehmet Kürt Cemali’yi kumarhanesine davet etti. 1 Nisan’ı 2 Nisan’a bağlayan 1962 gecesiydi. Cemali’nin yakınları bu uzanan elin dost eli olmadığını söyleyip uyarsalar da o, racon ne derse onu uygulayacak, davete icabet edecekti. Racon gereği boş bir tabanca ile tek başına girecekti mekâna. Kapıda onu Kabadayı Mehmet ve Dündar Kılıç karşıladılar. Hemen kumar masasına oturdular. Dört saat süren oyunun sonunda büyük bir hasılat toplayan Cemali, kazandığını davetli olduğu için Kabadayı Mehmet’e bırakıp kalkacakken masadakiler buna izin vermedi. Amaçları gerginlik yaratmak, Kürt Cemali’yi pusuya düşürmekti.
Masada çıkan gerginliğin ardından birden mekânın ışıkları kapandı ve Kürt Cemali sırtından kalleşçe vuruldu. Mekân aydınlandığında iş işten geçmiş, kahpe kurşun yaşamına son vermişti. Sonraki gün olayı duyanlar büyük bir yasa boğuldular. Durumu öğrenip cenazeye gelen Şıh Bızın aşireti, Hergelen Meydanı’nın ortasında Kabadayı Mehmet ve Dündar Kılıç’ın kellesini istediler.
Ardından Ankara’da artık rahat yaşayamayacağını anlayan Dündar Kılıç İstanbul’a göç ederken, Kabadayı Mehmet ise saklanmayı tercih etti. Başını çıkardığı an kellesinin kopacağını biliyordu. Kısa bir cezaevi ve iki üç yıllık firarın sonrasında Kürt Cemali’yi vurduğu Hergelen Meydanı’nda yürürken arkasından “O gün geldi Mehmet!” sesini işitti. Sesin geldiği yöne dönmesiyle, kurşunları yedi. Tetiği çeken Kürt Cemali’nin yeğeni Nuri Coşan’dı. 6 yaşında intikam hırsıyla büyütülmüş bir gençti.
Bu arada Dündar Kılıç İstanbul’da efsane olmanın peşindeydi. Ona karşı düzenlenen 14 suikastın tamamından yaralı ya da yara almadan kurtulmuştu. Ama ya şimdi?..

DÜNDAR KILIÇ
Direksiyondaki Piç Hüseyin bir sigara yaktı. 1960 model bir Plymouth’un içindeydiler. Ellerinin titremesini yanındaki Kirli’nin görmesini istemiyordu. Piç Hüseyin yani Hüseyin Turan, Kirli ise Cumhur Şahin’di. Yeraltı dünyası onları Piç ve Kirli olarak tanıyordu. Ankara’dan gelmişlerdi ve az sonra girişecekleri eylemin korkusu yüreklerini daraltıyordu. Piç Hüseyin’in titremesinin nedeni buydu. Beyoğlu’nun Süslü Saksı Sokağının köşesine park etmişlerdi Plymouth’larını…
1964 yılının 14 Eylül akşamıydı. Her ikisinin de bakışları kahvenin kapısına odaklanmıştı. Orası Kürt İdris’in kahvesiydi. Bu kişi İstanbul kabadayılarının saygıyla ayağa kaldırmaya yeterdi. Ama Piç ve Kirli ona değil, İdris’in en yakın arkadaşına kurmuşlardı ölümcül pusuyu. Az sonra kurban lacivert takım elbisesiyle sokağın köşesinde göründü. Kendinden emin ama çevreyi adeta koklayarak yürüyordu. İdris’in kahvesine yöneldi.
Önce Kirli indi arabadan. Tabancasını kurbanının arkasından doğrulttu ve tetiğe iki kez dokundu. Vurulan adam sırtına kurşunları yemişti ama yere düşerken Smith Wesson’unu çekmeyi başarmıştı. Yerde yuvarlanıyor, dönüyor tetiğe ard arda basıyordu. Kurşunlar Kirli’nin vücudunu delik deşik etmişti. Yere yığıldı, oracıkta can verdi. Lacivertli adam sırtındaki kurşuna aldırmadan ayağa kalktı. Olayı direksiyon başında hayretle izleyen Piç Hüseyin’e yöneldi. Piç tabancasını çekmeye çalışırken bir anda başında bitti. Torpido altına saklanmaya çalışan Hüseyin’in dizine iki el ateş etti. Ardından “benim adım,” dedi lacivertli adam, “benim adım Dündar Kılıç! Bunu hiç unutma Piç!” Ertesi gün gazete manşetleri lacivert takım elbiseli kabadayının adını tüm Türkiye’ye duyuracaktı. O artık yeraltı dünyasında egemenliğini ilan eden yeni mafya babasıydı. Yaşamının bir perdesi daha silinmez kurşun yarası ile kapanacak sonrası ilerleyen yıllarda netleşecekti.
Sonuçta, bu ülkeden Kürt Cemali gibi nice “baba”lar gelip geçecek hepsi de aynı sonla karşılaşacaktı.
Selim Esen
Gercekedebiyat.com