
70’li yılların TRT’sinde gösterilen “Kökler” isimli televizyon dizisi çocuk yüreğimi buruyordu.
Yazar Alex Haley’in, köklerinden kopartılmış, başta büyük dedesi “Kunta Kinte” olmak üzere köle atalarının izini sürdüğü roman uyarlamasını her hafta iple çekerdik.
‘İnsan insana nasıl bu kadar zalimlik eder’ sorusu, dönemin ruhu içinde daha bir çınlıyordu zihnimde, çünkü o yıllarda devrimci abiler; “Özgürlük” “Eşitlik” gibi ışıklı sözleri apartman duvarlarına yazıyorlardı geceleri.
Biraz daha büyüdüğümde, “Beyaz Adam’ın” köleleştireceği o zavallı “siyahi yerlileri”, başka kabileye mensup siyahi yerlilerin yardımıyla “avladığını” öğrenecektim.
Böylece sorularım çoğalıyordu; İnsan insana nasıl bu kadar kalleşlik eder?..
‘Kökler’ romanını edinip okuyana kadar, henüz soruya dönüştürmediğim insana dair birçok “ayrıntıyı” da okurken öğrenmiştim…
Örneğin, küçük tarlasını sürerken yardım etsin diye, köle pazarından sadece ‘1 erkek köle’ satın alacak kadar para biriktirebilen bir çiftçinin de olabildiğini öğrendim, yanı sıra, 1800’lü yılların ortalarına doğru “Kölelere Özgürlük” çağrılarını çoğaltan genç siyahilere, “Özgür olursak bize kim yemek verir?” diyerek öfkelenen dördüncü beşinci kuşak kölelerin varlığını da.
157 yıl önce bugün, insan hakları mücadelesinin vardığı durak nedeniyle mi yoksa ‘büyük efendilerin’ çıkarına öyle geldiği için mi, sorularını yanında getirse de 18 Aralık 1865’te, ABD’de kölelik yasayla kaldırıldı.
Günümüzde kölelik, uluslar arası sözleşmelere göre güya yasak, fakat ya o ayrıntılar yok mu?..
İsviçre’nin Alp dağlarında koşan bizim Heidi’nin ayakları neden çıplak örneğin?
Sevim Akyürek’in Evrensel Kültür dergisinin 2015 Şubat sayısında yazdıklarından (Nette tamamı var-mb) okuyalım:
“Heidi çıplak ayaklıydı; çünkü çıplak ayaklar, erkek ya da kız bütün “köle çocukları” diğer çocuklardan ayıran keskin uçurumun simgesiydi.”
“İsviçre’de 1789 yılında 14 yaşından küçük çocukların fabrikalarda çalışmaları yasaklandı. Ama çocuk sömürüsü için yeni bir kapı açıldı ve İsviçre, 18. yüzyılın sonundan 1960’lı yılların başına kadar çocuk emeği sömürüsünün örneğine az rastlanan bir biçiminin uygulama alanı oldu.
Devlete borcu bulunan ya da boşanan çiftlerin, fakir ailelerin çocukları, yetimler, ailesi cezaevinde olan ya da kendisi suç işleyen çocuklar, devlet ve kilise vasıtasıyla, çalıştırılmak üzere başka ailelerin yanına yerleştirilirdi.
Ancak 1974 yılında yasayla kaldırılan bu uygulamada, papazların önderliğinde ailelerden toplanan çocuklar çiftliklere kiralık olarak verilir veya şehirlerde kurulan çocuk pazarlarında, dört yaşındaki çocuklar bile, ev ve çiftlik işlerinde çalıştırılmak için satışa çıkarılırdı.
Bu andan itibaren, çocukları arayan, sorunlarını dinleyen tecavüze uğradıklarında ya da işkence gördüklerinde sahip çıkan olmazdı.
Çünkü toplumun gözünde onlar, suç işleyen, boşanan, fakir düşmüş ailelerinden “kurtarılmış” çocuklardı!
Böylece, ahırlarda hayvanlarla birlikte yaşayan, çoğu kez bir çuvaldan ibaret elbiseleri içinde hemen her zaman aç olan bu çocuklar, toplumsal hayatın olağan, sıradan bir parçası olarak kabul gördü.
Bunun bir tür kölelik sistemi olduğu idrak edildikten sonra bile, uzun zamanlar boyunca İsviçre’nin konuşmaktan dahi kaçındığı bir tabu halinde üstü örtüldü.”
(…)
Alın size bir soru daha; bu İsviçre, dünyanın geri kalanına ‘sütlü çikolata’ tutar gibi uygarlık dersleri vermiyor mu?
“1974” nedir ya, daha dün değil mi?
Peki, bu İsviçre’de ya da dünyanın geri kalanında kölecilik uzantısı uygulamalar, gerçekten tarih oldu mu?
İnsanın olduğu her yerde ayrıntılar da sorular da bitmiyormuş…
Son bir soru; bu durumda Heidi ile Kunta Kinte akraba olur mu?
Bu soruya benim gibi; “Evet, onlar insanlık ailesinde kardeştirler” yanıtı verenlere, yukardaki sinema karikatürüm armağanım olsun.
Mustafa Bilgin
Gerçekedebiyat.com