
Bir yer aradık kendimize, yolun götürdüğü yerde,
Kayanın koruduğu, ağacın bir dal uzattığı…
Seninle, onunla, bizlerle
Hiçbirimiz daha akıllı değilken, oldu bunlar, birbirimizden…
O eski masumiyet çağında, ne kadar zengin olabilirdi ki zenginler
Ne kadar yoksul olabilirdi yoksullar, kardeşler gibiyken kardeşler
Biri şehir gazozu, öteki haşlanmış mısır satardı
Yarı renkli sinemaskop filmler oynayan yazlık sinemalarında kasabaların
-Mısırlar bahçeden
Gazozlar yerli malı-
Ve sen haykırdın perdeden, koçum Malkoçoğlu, hangi madrabazaysa artık: “Nayır! Nolamaz!”
Biraz daha yer açardın böylece ruhlarımıza; gerçekçi olmayan fakat olması gereken şeyler yaparak
Islık, ıslık, ıslık…
Alkış, alkış, alkış…
Ah o zarif ve iyi kızlar, senin gibi birini beklerdi ertesi gün evlerinin penceresinde
Onurlu ve bıçkın mahalle delikanlıları, sana benzeyerek geçerdi sokaktan kostaklanarak
Şimdi ne oldu birden; başında beyaz bulutlar, gözlerinde çakır zeytinlerle
Atın -vallahi!- kırlarımızda hâlâ, kılıcın -billahi!- zihnimizde parıldarken
Ferruh Tunç
Gerçekedebiyat.com