
İnsan bu, hayal dünyasının sınırlarını zorlar, aya güneşe bile gider. Bugüne yarına değil, ışığın ulaştığını öğrendiği yerlere kadar uzanır. Çoğu zaman anılarını da birlikte taşır…
Cebimizdeki 20 liranın arka yüzünü çevirdiğimizde, düzgün taranmış saçlı bir portre karşılar bizi. Bu kişi Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra ikinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tam karşısında yer alan Ankara Palas’ın mimarlarından Ahmet Kemaleddin’dir (1870-1927).
İşte bu Ankara Palas 17 Nisan 1928’de yeni kurulmakta olan şehrin kendine özgü dokusuna dahil oldu. Başkent’in yakın geçmişine, Cumhuriyet Türkiye’sinin tarihine pek çok şey kattı, pek çok şeye tanıklık etti.
Ankara Palas, Ankaralılar bir yana, konukları için de bir vakıf otelinden çok, bir saray olarak anılırdı. Nasıl İstanbul’un Pera Palas’ı varsa, başkentin de Ankara Palas’ı vardı.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, ‘Ankara’ adlı kitabında (1934) Ankara Palas’a girenleri seyreden bir köylü ile cami hocası arasında geçen şu kısa konuşmaya yer verir:
Köylü : “Bu koca konak kimin? Deyiver bana gözünü seveyim…”
Hoca : “Tövbe tövbe Ya Rabbim! Burası otel, otel be. Hani senin anlayacağın alafranga han…”
Şaşırmıştır köylü!
Yakup Kadri’nin ‘Ankara’ kitabı yayınlanışının 25. Yılını, Ankara Palas’ın hizmete girişinin ise 30.cu yılıydı…
Bir başka deyişle, 50’li yılların ikinci yarısının başlarındaydık. 1533 metre uzun dalgadan yayın yapan ilk Ankara Radyosu stüdyosu, 1934 Nisan ayındaki izdihama yol açan “Hanımlar Moda Bayramı”, Hakimiyet-i Milliye (Sonradan Ulus adını alacaktır) gazetesinde sık sık yer alan sanatsal etkinlikler, 1940’dan sonra bir ilave ile büyütülen lokantası, “Centilmen Dansı”, haber bekleyen gazetecileri, aşkları, düğünleri ile ünlenen Ankara Palas yerini bambaşka bir görsel şölene bırakıyordu, revü yıldızı sansasyonları…
Tıpkı Halil Onayman, Nuri İrun, Hulusi Karsel ve Edip Sezen’in oluşturduğu Oda Müziği Orkestrası’nın yerini yabancı orkestralara bıraktığı gibi…
Ankara Palas’ın Cumhuriyet’in Devlet protokolüne, modern kent yaşamı yüzüne tanıklık eden resmi ve özel davet, tören ve etkinliklerini bir başka yazıya bırakarak, 1950’li yıllara dönelim.
1956, Ankara’da ilk striptiz sanatçısının görüldüğü yıl, yer ise Ankara Palas Pavyonu idi….
İzmir’den Ankara’ya gelen Zambella revü grubunun artisti Colette Jerry, bir-iki gün gibi kısa bir sürede başkentin çapkın erkeklerinin gözdesi olmuştu.
Gösterisini izleyenler arasında dönemin devlet yöneticileri de yer alıyordu. O günlerin gazeteleri ‘striptease’i, sahneye giyinmiş olarak çıkan aktrisin kendisini müziğin ahengi içerisinde üstündekileri teker teker çıkararak, en mahrem yerini örten minicik bir bez parçasıyla, kimi zaman da anadan doğma çıplak olarak kalması olarak tanıtıyordu.
Topluluğa adını veren Zambella, aslında 1940’lı yıllarda Paris Carousel Gece Kulübü’nde üne kavuşan travesti yıldızlarından biriydi.
O güne kadar görülmedik ölçüde soyunan Colette ise, topluluğun ses getiren büyük yıldızıydı. Ankara’da kazandığı hayran kitlesi o denli büyüktü ki, İstanbul’a hareket ettikleri gecenin akşamı, daha önce 250 kişinin doldurduğu Ankara Palas Pavyonunda sadece 8 müşteri vardı. Colette’siz salon öksüz kalmıştı…
Colette güzel vücudunu seyircilerine doyuruncaya kadar sergileyen bir dans ustasıydı. Önce üzerinde bulunan kırmızı tülleri atar, sonra etekliğini çıkarır, ardından sutyenini fırlatıp atar, izleyenleri soluksuz bırakırdı.
Colette ve Zambella Revüsü İzmir’i Ankara’yı ve İstanbul’u resmi ve gayrı resmi birçok kişiyi birbirine kattıktan sonra Beyrut’a gitti.
Gitti de Ankara Palas Pavyonu boş mu kaldı!
Hayır…
Colette’in memleketimizde açtığı çığır devam edecekti. Pavyonun salonunu bu kez İstanbul’daki Taksim Belediye Gazinosu’ndan Ankara’ya gelecek bir başka yabancı yıldız dolduracaktı.
Pamela güzel vücutlu genç bir İngiliz kadınıydı. Sahneye, oldukça açık, önünde ve arkasında ikişer püskül asılı olarak çıkardı. Öndeki iki püskül meme uçlarına, arkadaki iki püskül ise, poposunun iki kanadına kondurulmuştu. Müzikle uyum içerisinde, önce sağ göğsündeki püskülü sola, sonra da soldakini sağa döndürürdü. Kendisi durduğunda memeleri oynardı!.. Sonra sıra poposundaki püsküllere gelirdi. Memelerindekiler gibi, sağdakini sola, soldakini sağa döndürürdü. Gösterisini, göğüs ve poposundaki dört püskülü birden önce sağdan sola, sonra da soldan sağa pervane gibi döndürerek gösteriyi tamamlardı. Pavyonu tıka basa dolduranlar nefeslerini tutarak bu ilginç gösteriyi izlerdi.
Kendisine, püsküllerini bir pervane gibi döndürdüğü için “dört motorlu Pamela” adı takılan yıldızın aurası her geçen gün parlıyordu. Göğüs ve kalça püsküllerinin yönünü tayin etmeye gelenler arasında özellikle gençler ve bekârlar göze çarpıyordu. Bunlar arasında Pamela’yı pavyonun bütün masalarından on beş yirmi defa seyredenler de vardı. Ne yazık ki İngiliz dansöz kendisini izleyen hayranlarını göremezdi. Burnunun ucunu göremeyecek kadar miyoptu Pamela… Gösteri sonrasında elbisesini giyinip, Sosis adlı köpeğiyle salona indiğinde, ileri numaralı gözlükleri, 1.86 boyuyla dansözden çok bir sirk sanatçısına benzerdi.
Kış aylarında salonda izlenen Pamela, havalar ısınmaya yüz tuttuğunda, gösterisini bahçeye taşırdı. Eyersiz beyaz bir ata çıplak biner, alacakaranlıkta bara gelir, müşterilerin önünde attan iner, gösterisine başlardı. Bu gösterisiyle Pamela, “Lady Godavia” olarak da anılırdı.
Colette’in ve Pamela’nın ülkemizde açtıkları çıplaklık çığırından sonra Semiramis, Özcan Tekgül ve İnci Birol gibi dansözler de striptize başladılar. Ama, ilerleyen günlerde Adliye Vekaleti savcılıklara bir tamim yayımlayarak, “bazı dansözlerin gayri ahlaki tavır ve hareketlerde bulundukları ve dans sırasında soyunup açıldıkları tespit edilmiştir” diyerek, yerli sanatçılarımıza göz dağı verecekti.
Ankara Palas’ın pavyonu sanatçı ve edebiyatçıların da (tabii varlıklı olanların) gözde yerlerinden biriydi. Daver Darende bir yazısında (Cumhuriyet, 22 Mart 2022) Güzin Dino’nun ağzından şu ilginç anekdotu aktarır:
“Missouri Türkiye’ye geldiğinde devletçe içine düşülen telaş ve kamuoyundaki yankılar şaşırtıcıydı. Ankara Palas’ın küçük yan kapısından girilen barda, gece yarısından sonra, kimi Amerikan misafirler ağırlanıyordu. Bar yükünü almış, kapılar kimseye açılmıyordu. Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat, Abidin ve birkaç dost kapıdan dönmek istemiyordu. Orhan Veli, eğilip, bar kapısının bir deliğinden içeri ‘Missouri’, ‘Missouri’, ‘Missouri’ diye üç kez sesleniyor ve kapılar açılıveriyor! Buyur ediliyorlar! Ayakta, barın önünde içkiler ısmarlanıyor! Hemen kim olduğumuz biliniyor ve tabii sivil polis orada...”
Ve… Ankara Palas 1961 yılına kadar Ankara siyasi kulisinin merkezi konumundaydı. Eğlence yerlerinin en ünlüsü ve en kalitelisi, hatta en pahalısı Ankara Palas’ın bodrum katındaki barı ve pavyonuydu.
Politikacıların, tanınmış gazeteci ve yazarların, varlıklı kimselerle yabancı ülke temsilcilerinin tercih ettiği bir eğlence yeriydi. Otelde kalan hatırlı müşteriler eşlerini bir yerlere gönderir göndermez soluğu pavyonda alırdı.
Ankara Palas hatıraların biriktirildiği kentsel bir hafızaya hizmet etmesi açısından “anı ve sosyal değer”le de donatılmıştı. Yeni bir yaşam tarzını benimseme çabalarının sergilenmesi açısından da “simgesel ve kimliksel bir değer”e sahipti.

Pavyonda ilginç olaylar da yaşanmıştı. Bir zamanlar “Centilmen Dansı” diye bir dans türü ortaya çıkmıştı. Pistte dans edenlerden biri bir başkasının damını alır, bir süre dolaştıktan sonra kavalyesine teslim ederdi. Tepki çekmişti bu dans türü… Tıpkı 1966 yılı yılbaşı kutlamasında olduğu gibi…
O yıl yılbaşı Ramazan’a rastlamış, Sovyetler Birliği Başbakanı Aleksi Kosigin Ankara Palas’ta öğle yemeği vermiş, konuklarından dönemin İçişleri Bakanı Faruk Sükan, “Ramazan’da öğle yemeği ne demek!” diyerek ortamı terk etmişti.
Diplomatik soruna yol açan bu olay gibi, yine… 30 Ağustos 1934 günü Atatürk’ün de katıldığı bir düğünle Ankara Palas’ta dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın kızı Emel Hanım’la evlenen Fatin Rüştü Zorlu, yine aynı yerde başka bir kadına ilan-ı aşk etmiş; kol düğmelerinden birini koparıp, “Bana söz ver, bunu yüzük yaptırıp parmağında taşı” diye yalvarmıştı.
Zorlu’nun kol düğmesi o gün yüzük yapılmıştı.
Yahya Kemal’in koca cüssesi ve dillere destan yemek yiyişiyle lokantasında sık sık görülmesi, Necip Fazıl’ın yukarıdaki, nispeten ucuz odalardan birinde kalması, 1. Katta bulunan odalardan birinde Nadir Nadi, elindeki meşhur orkestra çubuğunu bacağına vura vura gezerek yazılarını yazması, bir başka odada kalan Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın zaman zaman gece kulübüne inmesi de Ankara Palas’ın anılarını çoğaltmıştı.
İşte… Ankara Palas Başkent’e gelenlerin sosyal ve kültürel yaşamında yer etmiş, romanlara, anılara konu olmuş olması açısından, “ortak kültürel miras değerine” sahipti. Cumhuriyet Türkiye’sinin kimlik, mekân ve zaman ilişkisinde önemli bir kesişim noktasıydı.
Selim Esen
Gerçekedebiyat.com